Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU
Sadi SOMUNCUOĞLU

Kendimize "gizli", hasma açık siyaset

Erdoğan Başbakan olmadan önce, hiçbir resmi sıfatı yokken, hızlı bir şekilde, bir dizi yurt dışı temasları yaptı. İlki Yunan Başbakanı Simitis’le başladı, AB ülkeleri başbakanlarıyla devam etti, nihayet Beyaz Saray’da Bush’la noktalandı.

Bu temasları, “canım bunda ne var, kendi adına yapılmış” deyip geçiştirmek mümkün değil. Çünkü görüşme konularının hepsi de ülkeyi bağlayan nitelikti. Yetkisiz kişilerce çoğu “örtülü” gerçekleştirilen diplomatik temaslar, yazılan mektuplar, verilen sözler, varılan mutabakatlar, hasılı ne varsa açıklanmadı, tutanağı da yok. Her şey Erdoğan ve yandaşlarının kafasında yazılı.
Daha da önemlisi, Erdoğan Başbakan olduktan sonra da bu usulü aynen sürdürdü. Son örneğini 5 Kasım 2007’de, Türkiye için hayati derecede önemli olan bölücü terör konusunda, Başkan Bush’la yaptığı müzakerede gördük. Burada yine, bir saate yakın süren, devlet görevlisinin bulunmadığı, tutanağı tutulmayan “gizli” bir görüşme yapıldı.

***

Bir başbakan gerekli gördüğünde, hiçbir devlet görevlisinin bulunmadığı “gizli” görüşme yapamaz mı? Cevabı, evet yapabilir. Ancak; 1. Tutanağın tutulması, 2. Gizliliğin, muhatap devlette kalacağının bilinmesi şartıyla. Ne demek istiyoruz? 1. Devlette süreklilik esastır. Yarın yetkililer değişir. Ama devlet devam eder, kişilerin hafızalarına ve özel gündemlerine, iktidarların ömürlerine göre değil, milli hedeflere ve dosya/arşive göre yönetilir. 2. Bilgiler hasım taraflara da yayılıyorsa, gizliliğin anlamı kalmaz. Nitekim 5 Kasım Erdoğan-Bush mutabakatının, AB-Barzani-Talabani ve Kandil’e kadar ulaştığı, güvenilir kaynaklarca açıklanmıştır. Esasen, ABD’nin Türkiye, Irak ve bölgemizde yaptıklarına ve hedeflerine bakınca, bu bilgi akışının zaruri olduğu da görülür.
Demek ki, bölücü terör cephesine karşı ABD ile varılan mutabakatı hepsi biliyor, ama Türk milleti ve devleti bilmiyorsa, tehlike ve yanlışlık buradadır. Peki niçin böyle oluyor? Yani Erdoğan-Gül ikilisi, siyasi partilere, Dışişlerine, TSK ve diğer devlet kurumlarına güvenmediği veya gizli kalması gereken bilgilerin bir takım mahfillere yayılacağını düşündüğü için mi, böyle bir yol takip ediyor? Buna hakkı olamaz da, farzedelim ki, böyle bir durum var. İyi de, “gizli” bilgiler anında düşmanın bile eline geçiyorsa, böylesi endişelerin, kendimize “gizliliğin” bir manası olabilir mi?
Evet bir manası olması lazım. Bu tutum beş yıldır sürdürüldüğüne göre, kendimize “gizliliğin” bir açıklamasının olması gerekmez mi? Olanlara bakınca akla bir şey geliyor. Adına bazen “Türkiye’nin dönüştürülmesi” , bazen “Özgürleştirmeye-demokratikleştirmeye” , bazen “Türk milletinden Türkiye milletine-Türk kimliğinden vatandaşlık kimliğine”, bazen de “Bir milletten 27 etnik/ırka” bölünmeye dayalı bir rejime geçiş için böyle bir politika benimsenmiş olamaz mı? Öyle ya, teröre karşı çıkılırken bölücülüğün ağza alınmaması, bölücü cephe ile alenen pazarlıklar yapılması, bunca şehide rağmen terörle mücadele için hazırlanmış bir politikanın hâlâ olmaması, AB’ye uyum adı altında çıkarılan ve oralarda bile bulunmayan yasalarla, devletin kendini savunamaz hale getirilmesi, terör örgütünün siyasi temsilcisinin TBMM’ye girmesi gibi egemenliğimizi ve bütünlüğümüzü tehdit eden gelişmeler nasıl izah edilecektir? Haçlılar ve bölgemizdeki maşalarıyla yapılan görüşmelerin ve anlaşmaların, kendimize “gizli” olmasının izahı nasıl yapılabilir?

***

Düşünülsün diye bir konuya daha temas edelim. 22 Temmuz seçimlerinde, Talabani-Barzani-PKK-DTP ve Roj Tv. “Oylarımız, bağımsızlara ve AKP’ye” mesajını alenen verdi. Sonuç da aşağı yukarı böyle çıktı.

Erdoğan’ın, 8 Haziran 2007’de uygun bir akademik gruba sipariş ettiği, “Sivil” anayasa, 29.08.2007’de tamamlanıp Dengir Mir Mehmet Fırat’a teslim edildi. Devleti ve milleti dönüştürme mühendisliğini, taslak açıklanınca göreceğiz.
Acaba ne zaman uyanacağız?

Yazarın Diğer Yazıları