Kemal Bey'i hatırlayın!..
Tam 98 yıl önce bugün...
Beyazıt Meydanı...
Türklüğünü inkârla abad olacağını zanneden, tahtında biraz daha oturabilmek için "bütün varlığı"yla birlikte "mülkü" gördüğü vatanı ve "kulu" gördüğü milleti de İngiliz işgalcilere teslim eden bir "tek adam"ın idaresindeki Türk devleti, sırf o "tek adam"ın alî menfaatlerine halel gelmesin diye, "ecnebilere yaranmak için" suçsuz bir evladını idam etti!
***
Padişah Vahideddin ve sadrazamı Damat Ferit, Amiral Webb aracılığıyla yolladıkları mesajda "Umutlarını Allah'tan sonra İngiltere'ye bağladıklarını ve Ermeni kırımından sorumlu olan kişilerin yakalanarak, cezalandırılacakları güvencesini verdiklerini" bildirmiş ve üzerinden bir ay geçmeden "gereğini" yerine getirmişti işte!
Haksız, hukuksuz, vicdansız, insafsız bir şekilde; ailesine bile haber vermeden...
Öyle ki, baba Arif Bey, oğlu Kemal'in darağacında sallanan bedeniyle, onu tutuklu bildiği Bekirağa Bölüğü'ne yemek götürürken karşılaştı.
***
Bütün mesele:
Osmanlı'yı paylaşacaklardı!
Paris Konferansı arifesinde, Osmanlı topraklarından pay isteyen Ermeni delegasyonun taleplerine meşruiyet kazandıracak bir şey lazımdı.
Bir iftira... Bir kurban...
Bunun için, Birinci Dünya Savaşı'ın son yıllarında "Küçük Ermenistan İhtilal Merkezi"nin güdümüne girmiş Boğazlıyan'da Kaymakam olarak görev yapan ve Ermenilerin Türk katliamları akabinde alınan tehcir kararını tereddütsüz uygulayan Kemal Bey'den "uygun suçlu" bulunamazdı.
Sandalyesi tekmelenmeden az önce "Ben bir Türk memuruyum... Sizlere yemin ederim ki, ben masumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun böyle adalet" diye haykıran Kemal Bey, "Türkiye'deki İngiliz Gestaposu" gibi çalışan İngiliz Yüksek Komiserliği Ermeni-Rum Şubesi'nin fişlemesiyle tutuklanmış, Ermeni Patriği Zaven Efendi öyle istiyor diye sanık sandalyesine oturtulmuş ve patrikhanenin bulduğu -yalancı şahit olduklarını gizleme gereği bile görmeyen- yalancı şahitlerin ifadeleri doğrultusunda idama çarptırılmış, hakkındaki hüküm de Atatürk hakkında da idam fetvası bulunan Mustafa Sabri'nin jet fetvasıyla infaz edilmişti.
***
Kaymakam Kemal Bey'in de, Türk Milliyetçiliği fikrinin abide isimlerinden Ziya Gökalp'in de ve "Mondros Mütarekesi'nin uygulanmasına karşı çıkmak" yani vatanı savunmak, korumaya, kollamaya çalışmak suçu(!)ndan daha bir çok aydının, bürokratın, alimin de hapsedildiği Bekirağa Bölüğü ve o bölüktekilerin, mahkeme üyelerini bile "tarafsızlıktan uzaklaşıldığı, adalet ve hakikatin feda edildiğini hatta Ermeni Sıkıyönetim Mahkemesi şeklini aldığı" gerekçesiyle isyan ettiren yargılamaları 2000'lerin başından; Ümraniye, Balyoz, Poyrazköy, Amirallere Suikast, Askeri Casusluk, Oda TV kumpaslarından itibaren çok sık hatırlatıldı Türkiye'ye...
Usul de aynıydı, esas da...
Tıpkı Bekirağa Bölüğü'ne atılanlar gibi Silivri'ye atılanlar da "birilerinin", misal "açılım"cıların ayağına dolanırlar diye "vatanseverliklerinin" bedelini ödemek durumunda kalmışlardı yıllarca...
Ve onlar da, tıpkı Kemal Bey'in sonradan TBMM tarafından "millî şehit" ilan edilmesi gibi, birer kahraman olarak çıktılar dışarıya yıllar sonra...
***
Özel yetkili kumpasçıların, Silivri'de yargılananların "suçlu" olduklarını ispatlamak için ironik biçimde Beyazıt Meydanı'nda, Kaymakam Kemal Bey'i anmak üzere katıldıkları törenlerin fotoğraflarını sallarken mahkeme salonunda, hatırlayın, 2010 referandumunu koymuşlardı önümüze.
Çağın Nemrut Mustafalarına, çağın Mustafa Sabrilerine, çağın Damat Feritlerine "millî meşruiyet" kazandırmaktı niyetleri.
Biz "Hayır" dedik.
O gün "Evet" diyenler, o gün "Evet" diyerek Genelkurmay Başkanı'na kadar Türk Ordusunun her seviyedeki "millî" subayını "terörist" yaftasıyla tasfiye edip, TSK'yı 15 Temmuz alçaklığında rol alan katillere, canilere, hainlere altın tepsi içinde sunanlar, sanki hepsinin mesulü kendileri değilmiş gibi, şimdi de "çağın Vahideddinleri"ni yaratmak üzere kolları sıvadılar.
***
16 Nisan 2017'de sandığa gittiğinizde, 10 Nisan 1919'da bir tek kişinin tahtını kurtarabilmek için bir milletin bahtını karartanları ve "ecnebilere yaranmak için kurban edilen" o Türk evladını, Kaymakam Kemal Bey'i hatırlayın...
Kemal Bey'in cenazesinde dua eden imamları bile fişleyenlere iade-i itibar çabasındakilerin zihniyetiyle mi, yoksa onu "Millî Şehit" ilan eden, "millet uğruna, öksüz kalan evlatları"na kol-kanat geren TBMM ruhuyla mı yönetilsin Türkiye?
Teferruatta boğulmayın, bu soruyu yanıtlayın!