Kelimeler ve sesler arasında
Kelime’den başlayalım isterseniz. Arapçanın kelime ve kelam sözlerindeki k-l veya sadece l seslerinin peşine düşelim. Vaktiyle Moğolcadan Türkçeye de girmiş, fakat şimdi unutulmuş keleçi diye bir söz vardı; onun da anlamı “söz” idi. Arapça nere Moğolca nere? Yahut gelin, Azerbaycanlı kardeşlerimiz gibi söyleyelim: Arapça hara, Moğolca hara; gatır gele dırnah sala. “Söz” anlamına gelen kelam da keleçi de k-l seslerini taşıyor. Sadece l sesine baksak işi daha da ileri götürebiliriz. Fransızca lang (dil), İngilizce language. Türkçedeki til/dil kelimesini de söyleyeceğim ama oradaki l sesi çok eski bir ek. Yani til sözü ti-/de- fiilinden türemiş.
O zaman biz de oradan devam edelim, yani t sesinden. Türkçede timek/demek, Fransızcada dire (demek). Arapçada uzun a ile söylenen kale (dedi) yukarıdaki k-l’ye gider. Aslında “demek, dil, söz” anlamlarına gelen kelimeler birçok dilde ya k-l, ya t/d, ya da b/p/v seslerini taşıyor. Türkçenin çok eski bir sab kelimesi vardı, sonra sav biçimine döndü. Onun da anlamı “söz”. İngilizcede speak (konuşmak), speach (konuşma, söz), Farsçada zebân (dil), Arapça lisân, luga (dil, lehçe, kelime, sözlük).
Tesadüf mü? Birinden diğerine geçme mi? Dil biliminde üçüncü bir kavram var: Ses sembolizmi. Öyle sesler vardır ki birçok dilde aynı kavramları verir. En tipik örneği r sesidir. Birçok dilde tekrar, alışkanlık, süreklilik kavramlarıyla ilgili kelimeler yapar. Arapçanın kerre’si, tekrar’ı. Latin dillerinin bir işi tekrar yapmayı ifade eden re- ön eki (reorganizasyon, rekonstrüksiyon...), Türkçenin alışkanlık ifade eden geniş zaman eki (yazar, çizer...). Ses sembolizmine göre aynı seslerin birçok dilde benzer kavramları vermesi ilgili sesin özelliğinden kaynaklanıyor. Mesela r sesi dilin arka arkaya titremesiyle oluştuğu için titrek bir özelliğe sahiptir. Mesela ş sesinde bir ortaklık özelliği vardır. Arapça şirk, şirket, Türkçe işteş çatı eki (yazışmak, koşuşmak, vuruşmak...).
Neyse bu, çok uzun bir bahis. Aslında son günlerde benim zihnimi kurcalayan kötülük, çirkinlik anlatan kelimelerdi. Çirkin, çirkef, cüruf, cürüm. Eskiler iğrenç insanlara cîfe derlerdi. İğrenç, tiksinti veren insanlar. Bazen de alçak ve aşağılık diyoruz. Bu kelimeleri öyle monoton bir şekilde de söylemezsiniz. Alçak derken ikinci heceye vurgu yaparsınız, aşağılık derken ş sesini şeddeli (iki defa) söylersiniz. Bir de iz’âç ve müz’iç kelimeleri var. Yani, sesle anlam bu kadar iç içe girebilir! Bazı geveze tipler vardır, sivrisinek vızıltısı gibi sizi iz’aç eder, rahatsız eder. Öyle adamlara, öyle seslere de eskiler müz’iç derlerdi. Televizyonu açıp da ekranda bazı sesleri duyunca dilimden “ne kadar müz’iç bir adam” sözleri dökülüveriyor. Sonra nefret sözü geliyor aklıma. Nefret, ifrit, küfür... f ile r yer değiştirince cüruf, çirkef gibi sözler ortaya çıkıyor.
Nedense televizyondaki haberleri dinlerken geliyor bu sözler aklıma. Bazen de oturduğum yerden “yalan, yalan!..” diye söylenirken buluyorum kendimi. Yalan... Aman Allahım, şu y-l seslerine bakar mısınız, ne kadar da kaygan, ne kadar da yılışık! Yılan da öyle değil mi? Kaygan mı kaygan... Kaymak fiilinde de y olması bir tesadüf mü? Türkistan Türk lehçelerinde kaymak yerine taymak fiilini buluyoruz. O kelimede de y sesi var. Yılışmak, yılışık, yalaka... Zihnime takıldı mı bu kelimeler, vallahi aziz dostlar haberleri de dinleyemiyorum. Sonra ahbaplarımdan duyuyorum ki müthiş bir nefret varmış. Kimisi haberleri hiç açmıyormuş, kimisi de, evde birisi haberleri açınca odalara kaçıp kapıları kapatıyormuş. Bense böyle kelimeler ve sesler arasında gezinip duruyorum.
“Yalan, yalan!...” diye bağırmak veya yüzümü buruşturup “yalaka!” diye söylenmek yetmiyor bazen; “yalan, fahiş bir yalan!” diye yerimden fırlayıveriyorum. Bir zamanlar Atsız birine kızmıştı da “Bir profesörün fahiş hataları” diye bir yazı yazmıştı. “Hata, yanlış, yalan” demenin yetmediği yerde ağzınızı doldura doldura ve a sesini de uzatarak fahişşş dersiniz. Fuhuş kelimesi de bununla ilgili. Çağrışımlar, çağrışımlar... Sonra ş sesine bastıra bastıra takılıp gidersiniz; dehşet, tedhiş... Kızınca, ş’sini şeddeli söylediğimiz bir hayvan da aklıma geliyor ama yazık değil mi mübarek hayvana?