Kelimeler arasında
Son zamanlarda bazı siyasilerce sık kullanılan beka kelimesinden başlayalım. Bir siyasetçinin sık sık dili sürçüyor ve bekâ diyor. Kelimenin ikinci hecesi, kâtip'teki gibi değil kamet'teki gibi telaffuz edilmelidir. Yani k sesi kalın ve hece uzun söylenecek. Eğer k ince söylenirse "ağlama" anlamına gelen bükâ'nın değişik bir biçimi gibi oluyor. "Bekâ mı parti mi derseniz bekâyı tercih ederim." derken kim bilir belki de o siyasetçi bilinçaltını yansıtıyordur. Ağlayıp sızlaması için kendine göre birçok gerekçesi olmalı.
Çok sık yanlış söylenen iki kelime daha var: Muhatap, muasır. Birçok kişi bu sözleri muhattap, muassır gibi telaffuz ediyor. Doğru söyleyiş tek t ve tek s iledir. İkisinde de ikinci hece uzatılacaktır.
Muhatap, kendisine hitap edilen kimse demektir. Arap gramerciliğinde ikinci şahıs anlamında da muhatap sözü kullanılır. Üçüncü şahıs için de gaip denir. Şimdi bu gaip kelimesinin ilk hecesinin nasıl söylendiğini de belirtmem gerekir. Gayet sözündeki gibi kalın g ve uzun a ile söylenmeli.
Muhatap ve gaip'ten söz etmemin bir sebebi var. Türkçede nezaket çokluğu diye bir kavram vardır. Tek kişiden de bahsetseniz nazik olmak için çokluk biçimlerini kullanırsınız. Sen değil siz dersiniz. Siyasetçilerimizde artık bunu da göremiyoruz. Sadece sen deseler neyse, seslerinin en titreşimli tonuyla bay diye başlayıp devam ediyorlar.
Biz sıradan vatandaşlar, insanlar için terbiyesiz, ahlaksız, cahil gibi kelimeleri doğrudan kullanmazdık. Böyle sözleri kullanmak zorunda kaldığımız zaman nazik olmayı bir meziyet saydığımız için mesela şöyle ifadelere başvururduk: Dikkat edin, terbiye sınırlarını aşıyorsunuz, bu yaptığınız ahlaka uymaz, bu konudaki bilginizi gözden geçirseniz...
Kazara birine ahlaksız, terbiyesiz filan desek kavga çıkar diye korkardık. Neme lazım, diye düşünürdük, bir de mahkeme kapılarında sürünmeyelim.
Tabii bu sözlerim cumhurbaşkanları için geçerli değildir. Onlar bu gibi sözleri rahatça kullanabilirler, çünkü bazı insanların bu sıfatları hak ettiğini düşünürler. Eh cumhurbaşkanlarının da bu kadar hakkı olsun canım. Fakat siz siz olun, sakın bu sözleri kullanmayın. Hele cumhurbaşkanlarına karşı hiç kullanmayın. Sonra bütçeniz de sarsılır. Arkadaşlarınız sizin mali durumunuzu düzeltmeye kalkarlar, o da söz olur. Onun için lütfen kendinize hâkim olunuz.
Samimi arkadaşlarımıza genellikle adıyla hitap ederiz. Yakın olmadığımız kimselerden bahsederken ya sadece soyadlarını söyleriz, ya da ad ve soyadlarını birlikte kullanırız. Resmî ortamlarda yakınlarımız için de böyle yaparız.
Bugünün siyasetinde rakiplere ilk adlarıyla hitap etmek moda oldu. Ağzımızı doldurarak "bay" diye başlayıp ilk adı bağırırız. Bazen öyle hiddetleniriz ki insanlar korkup kaçacak yer ararlar.
Bay sözünün macerası da bir hayli ilgi çekici. Tarihî metinlerinde ve bugün birçok Türk lehçesinde bu kelime "zengin" anlamına gelmektedir. 1930'larda bay sözünü, bey karşılığında bir unvan olarak kullanmaya başladık. Türkler unvanları sona getirir: Altan Bey, Fatma Hanım gibi. Bay unvanını ise isimlerin başında kullanalım, dedik. Kullandık da. Ama bay, isimden önce kendini pek rahat hissetmemiş olacak ki bazı yazarlar ve hatipler tarafından aşağılayıcı bir tonda kullanılmaya başlandı: Bay Mehmet, Bay Kadir gibi. Bugün de bu kullanım devam ediyor. Hele bazı siyasetçilerimiz birilerine bay diye hitap etmekten âdeta zevk alıyor. Eskiler, buradaki zevk için bir de sıfat kullanırlardı, ama müsaadenizle ben bu sıfatı kullanmayayım. Kim bilir, bazı insanların belki de bu sıfatı kalmamıştır.
Yazının sonu bilmece gibi oldu. Eh, böyle demokratik ortamlarda iletişimin bilmeceye dönmesi tabii değil midir?