Kazaya bırakılan din!
İlahiyat profesörünün “Yolsuzluk hırsızlık değildir, yolsuza hırsız diyen iftira etmiş olur” dediği yerde, yani İslâm’ın, ilim haysiyetinin, adamlığın ve şerefin, çıkar ve güç savaşında ‘kaza’ya bırakıldığı yerde hiçbir şeye şaşırılmaz!..
Ne olursa olsun, her şartta adaleti önceleyen dinin bizzat kendisi adaletin katledilmesi aracına dönüştürülürken, kendisini ‘Müslüman’ diye tanımlayanların çoğu sessiz kalır ve sözüm ona otoriteler ‘dilsiz şeytan’lığa razı olur... Şaşırılmaz!..
Harem-i ismetine dokunulan o din, düşmana bile adaletle hükmedilmesini dayatmış, “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın” diye emretmiş İslâm’dır aslında ama şaşırılmaz!..
Kendi yakınlarına öncelik verirler, onları devlet dairelerinde üst düzey görevlere getirirler... Bu ortaya çıkınca, televizyon ekranlarında kendilerini “Allah akrabayı kolla diye emrediyor ya” şeklinde savunarak Allah’a iftira ederler ve şaşırılmaz!..
Suçüstü basılanlar yine canlı yayında “Bu insanların günah işleme özgürlüğüne darbedir” diye pişkinlik yaparlar, şaşırılmaz!.. ‘Güzel ahlâkı tamamlamak’ için gönderildiğini buyuran Allah rasûlüne tâbi olanların otoritesi “Ulan yeter artık, bu kadar da olmaz” deyip cüppeyi yere fırlatacağına sessiz kalır... Kendisine uzatılan lüks arabalarla asfalt ağlatmak onun için daha önemlidir, şaşırılmaz!..
Peygamber’in Mekke’nin fethi sırasında gurura kapıldığını, kendilerinin ise gururdan kibirden uzak durduklarını söyleyerek, Allah rasûlüyle tartıya çıkarlar, şaşırılmaz!..
Salman Rüşdiler, Danimarkalı karikatüristler ve diğerleri İslâm’a iftira edip alaya aldıklarında kıyameti koparanlar, Allah’ın kelâmıyla dalga geçen o tiple ilgili sessizliğe bürünürler... Onun hâlâ balkon balkon gezdirilmesine, yurt dışı seyahatlerine eşlik etmesine itiraz etmezler... Buna şaşırılmaz!..
Bir ‘manivela’ gibi değerlendirilen dinin neredeyse tek odak noktası, hutbelerden de anlaşılacağı üzere, hırsızlığın ve yolsuzluğun kötü olması değil, adam kayırmacılığın, torpilin, israfın, lüks düşkünlüğünün ve adaletsizliğin bir toplumu nasıl kemirdiği değil, gemiyi yönetenlere mutlak itaat, suizandan uzak durulması, günahların örtülmesi, her şeyi kaderle açıklamak gibi ‘dönemsel’ ihtiyaçlar!.. Buna da şaşırılmaz!
***
Belli ki bu artık sadece bir ‘din’problemi değil, ‘şahsiyet’problemi!.. İrili ufaklı çıkarları olan insanların koalisyonu!..
Ebu Zerr, Muaviye’nin sarayında içinden geçenleri söyleyip kızgınlıkla oradan ayrıldıktan sonra arkasından birinin bağırdığını duyar... Durur, onu bekler...
Koşarak gelen adam “Muaviye gönderdi” diyerek kendisine bir kese uzatır... Ebu Zerr onun ne olduğunu sorunca, adam “Altın kesesi. Muaviye almanı istiyor” der...
Hiddetle reddeder Ebu Zerr... Bunu üzerine adam “Ey Ebu Zerr, eğer bunu kabul edersen Muaviye beni azad edecek, ben bir köleyim” diye seslenir...
İşte o anda Ebu Zerr, zamanları aşan şu tarihi cevabı verir: “Muaviye’nin gönderdiği o keseyi alırsam, sen kölelikten kurtulacaksın ama ben köle olacağım!..”
Onun için yaşadıklarımız ve şahit olduklarımız sadece bir ‘din’ problemi değil, ‘şahsiyet’ problemi aynı zamanda!.. Dünyevî çıkarları için ‘modern köleliğe’ razı olmak!.. İçimizde hayra çağıran bir topluluğun ferdi olmaktansa saltanat kayıklarında süzülmek, kâşânelerin kapıkulluğunu yapmak!..
Bu namazın veya orucun kazaya bırakılması değil, dinin ve o dinle beraber haysiyetin ve şerefin kazaya bırakılmasıdır!.. Kazasının olup olmadığı hiç umursanmadan!..