Kaygılarımızı anlamıyor, kullanıyor

ABD'nin Suriye'den "sözde" çekilme kararını sorgularken çoğu yorumcunun temel verisi, Amerikan askerlerinin ülkede geçirdiği fiili zaman. "4.5, 6.7 yıllık yatırım"larına bakıp, bundan kolay vazgeçmeyeceklerini söylüyorlar.

Yanlış!

Suriye'yi de kapsayan hedeflerinden vazgeçmeyeceği doğru da, bu hedefe varmak için uğraştığı varsayılan süre yanlış!

ABD, Amerikan Başkanı Wilson'un o meşhur "ilkeleri(!)"ni yayımladığı 1918'den bu yana bölgede!

CIA, daha 1979'da, "aşiretler ve askerî kuruluşlar" hakkında istihbarat toplayabilmek için "Kürt gazeteci" sipariş ediyordu iş birlikçilerine...

Dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski, daha o gün "Kürt direniş hareketlerine dış destek" sağlama peşindeydi...

"Bir Kürt ayaklanması için uygun koşulların bulunmamasının yegâne sebebi" olduğu için TSK, 1979'dan beri fişleniyordu Amerikan kriptolarında.

Daha 1980'de, "The Kurdish Problem" diye -artık neler yazdılarsa gizlilik derecesi kaldırılmadığı için büyük bölümü bugün bile okunamayan- raporlar düzenliyordu CIA!

PKK, Bekaa'ya 1980'de "yerleştirildi."

1983'e gelindiğinde ABD'li görevliler Musul'da, Kerkük'te, Süleymaniye'de cirit atıyordu.

Hepsi bir yana, Amerikalı diplomat William Bullitt, "Avrupa federasyonu, Orta Doğu federasyonu, Asya federasyonu vb. bölgesel birlik ve birleşmeler kurma yolu BM anayasasına aykırı değildir... Ulusal egemenlik sorunları bütün insanlığın yaşamıyla ilgili bu büyük dava içinde erir gider. Dünya hükümetini kurmak ve onu en yeni ve gelişmiş silahlarla bir otorite konumuna getirmek baş davamız olur. Ulusların yazgısı, insanlığın hakları hep bu otoriteye bağlanır" dediğinde yıl 1946'ydı!

Uyanın;

"ABD, Türkiye'nin kaygılarını anladığı için" değil, "Türkiye'nin kaygıları"nı kendi lehine nasıl kullanabileceğini gayet iyi bildiği için kuruyor bu "çekilme" tezgâhını.

Kim, neye göre suçlu, neye göre suçsuz

Adı Mustafa Kemal Kütahya.

Kuleli Askerî Lisesi mezunu.

2008'de Kara Harp Okulu intibak kampında şimdi "FETÖ" denen yapının işkencesine uğramış.

Disiplin puanı düşürülerek, KHO'dan atılmaya ramak kala mezun olabilmiş.

2010'da, "Ergenekon Yapılanması" listesine dahil edilmiş, her gittiği birlikte ''bu çocuk hakkında Ergenekon soruşturması var ona göre" ön bilgilendirmesinin gölgesiyle karşılaşmış.

15 Temmuz 2016 gecesi, Tabur Nöbet Subayıymış.

Alay Komutanı'nın emriyle "Taksim'e takviye" yollanmış.

Kışladan çıkınca "bir gariplik" olduğunu hissetmiş ve Alay Komutanı'nı aramış. Komutanının "ezin geçin..." emrine karşılık, "emrinizi uygulayamam" demiş ve beraberindeki Üsteğmen Emrah Altunkalem'le de anlaşarak, emirlerinde bulunan askerleri Beşiktaş Askerî Lojmanlarına götürmüş. Merkez Komutanlığı ile irtibat sağlanmış ve emirlerine girdiklerini bildirmiş.

Ertesi gün emrindeki personelle birlikte polise teslim olmuş.

Çıkarıldıkları mahkemede, emrindeki 55 er beraat alırken, erlerin "Onlar olmasaydı ya toprakta, ya cezaevinde olurduk" dediği Kütahya ve Altunkalem ile onlarla birlikte hareket eden bir uzman çavuş "anayasal düzeni bozmak" iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmış.

(Bu arada ne Kütahya ne de ailesinin herhangi bir ferdinde ByLock, Eagle yahut Bank Asya türü "FETÖ"ye yakın kuruluşlarla ilişki tespit edilememiş.)

Bana bütün bu bilgileri veren kişi, Mustafa Kemal Kütahya'nın annesi İkbal Kütahya.

İkbal Hanım diyor ki;

"Biliyorum ki mağduriyetimiz anlaşılacağı günlerde gönderdiğimiz mektuplara ilgi göstermeyip okuma zahmetinde bulunmayan okusa da önemsemeyen ilgililer arkada hüzünlü müzik fonu eşliğinde yavrularımıza acımasızca yapılan zulmü anlatacak, mektuplarımızı belki de kamera karşısında okuyacaklar. Maalesef o zaman da okunan mektupların bizim için hiç bir değeri kalmayacak..."

Haksız mı?

Kendisine "gazeteci" diyen insanların, -hele ki "FETÖ"ye hizmeti yüzde yüz aşikâr olan, ortada olan tiplerin bir şekilde "paçayı kurtardığı" hatta neredeyse "makbul"lük makamına yanaştığı şu günlerde- hiç değilse, bu yapının işkencesine uğramış, bu yapı tarafından fişlenmiş, kumpasa uğramış, keza 15 Temmuz gecesi "kanunsuz emri uygulamamış" bir subayın "hangi ölçü" kullanılarak "darbeci"likten mahkûm edildiğini sorması, sorgulaması gerekmez mi?

Bu torba yargılamaların en sorunlu tarafı -çoğunda sona gelinmiş olmasına karşın- hâlâ herkese eşit uygulanan bir "ölçü"nün bulunamamış, aynı durumdaki insanların farklı muameleye tabi tutulmuş olması.

Yazarın Diğer Yazıları