Kaybetmeden bilmeli basın özgürlüğünün kıymetini
Hem medya hem de hukuk dünyasını yakından tanıyan okurlarımızdan Alp Kaan geçtiğimiz hafta en çok tartıştığımız konuya, basının demokrasinin dördüncü kuvveti olması ve bu kuvvetin özgürlüğünün sağlanmasına dair düşüncelerini paylaşmış:
"Basının özgür olmadığı veya yargının bağımsız olmadığı ülkelerde basının ve yargının önemi; ancak o kurumların yokluğu veya işlevsizliği ile ortaya çıkar.
Ancak "yargı bağımsız olmalı" derken asla ve asla bu bağımsızlık, keyfilik getirmemelidir.
Aslolan her zaman hukuk devleti esasları ve uluslararası akitlerdir.
Basın 4. güç derken de asla ve asla basının yasama, yürütme veya yargı yerine geçebilecek konuma gelmesi kastedilmez. Öyle bir anlayış da sakattır.
Basın özgürlüğünün ruhu fikirlerin tartışmasının ortaya çıkardığı engin renk ve farklı görüşlerin okurla paylaşılabilmesidir.
Haber objektif, yorum hür olmalıdır.
Maalesef son yıllarda uluslararası endekslerde veya uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan değerlendirme ve çalışmalarda gerek basın özgürlüğü gerekse yargıya duyulan güven Türkiye açısından gerileme içindedir.
Yargının ve basının eksilerini azaltmak herkesin görevi olmalıdır.
Bu noktada "sen şu partidensin, o bu partiden" diye ayrım yapmak da abestir.
Basın ve yargı, herkesin ortak paydalarda buluşmasının şart olduğu vazgeçilmezlerdendir.
Hâl böyleyken... Yargının başındaki HSYK'nın en başında Adalet Bakanı'nın bulunması ne kadar tuhafsa ve yargı bağımsızlığını zedeler nitelikte ise de...
Basının da tehditle, dayakla, saldırıyla, cezayla korkutulmak istenmesi o kadar düşündürücüdür.
Son olarak Ahmet Hakan'a yapılan; basın mensuplarının karşı karşıya kaldığı ilk saldırı değildir.
Sonuncusu da olmamıştır.
(...) Basın özgürlüğünün temelinde eleştiriye tahammül, fikirlere saygı, geniş hoşgörü yatmaktadır.
Sevmediği bir yazarı okumama veya gazeteyi satın almama hakkına herkes sahiptir.
Lakin bir yazarı size hoş gelmeyen görüşleri var diye tartaklamak, bir gazete binasına saldırmak akıl alacak iş değildir.
Türkiye'nin başında yeterince sorun varken; imaj bakımından zaten terör ile dış dünyanın bakışı giderek soğuklaşırken, mülteciler gibi yeni ve devasa sorunla baş etme çabasına girmişken ve ekonomide derin ve sessiz kriz devam ederken bir de köşe yazarı dövmek, gazete binası taşlamak "olmak istediğimiz dünya" için kabul edilemeyecek yeni eksiler yaratmak demektir.
Tüm bunlarla beraber gazete okunurluğu bakımından yılların istatistiklerine nereden bakarsanız bakın Türkiye'de gazete satışı sayısının beş milyon civarında gezinip durduğunu görürsünüz.
Gazete okurunun bu kadar az olduğu bir ülkede; belki tek bir yazısını dahi okumamış olması muhtemel birilerinin "yazar dövmesi" de Türkiye'nin kendine özgü garipliklerindedir.
Ne diyelim; umarız, basının ve yargının değerini, yok olup gitmelerinden önce anlayabilecek zamanlara ulaşabiliriz."
*
Yine malum soru: Ne olacak bu memleketin hali?
"Türk Evladı" rumuzuyla yazan okurumuz, bütün zamanların en değişmez sorusuna yanıt bekliyor. Kimden mi? Buyurunuz:
"Bu sorunun cevabını verebilecek olanlar; devlette, özel sektörde, sosyal hayatta, sivil örgütlenmelerde, yetki, söz, güç, para sahibi insanlar!
Baş olan, O insanlar!
Ardında yüz binler, milyonlar olanlar!
Türkiye, nereye yürüyor, koşuyor bilemem!
Yürütenler, koşturanlar ve bu kişilere tam teslim olanlar cevaplasın!"
*
Dayak yeme hürriyeti
Okurlarımızdan Coşkun Telciler'in gündeminde de Ahmet Hakan'ın uğradığı saldırı var:
"Bu tip mafyavari saldırılarda, saldırganın yaptığı ilk iş, hedef saptırmaktır.
(...) Yaklaşık bir ay kadar önce Hürriyet gazetesine saldırılmıştı. Gazetenin içinde onlarca kameradan ve çevredeki onlarca kameradan alınan görüntüler değerlendirilmedi ve saldırganlar ellerini kollarını sallaya sallaya çıktılar.
Emniyet güçleri, savcılar, yargıçlar ne yaptı?
Bir şey yapsalar, şimdi Ahmet Hakan'a saldırıya cesaret edebilirler miydi?
Netice itibariyle, demokratik bir ülkede her muhalif sesin dayak yeme hürriyeti vardır."