Kaybeden korucu mu, devlet mi?
Mayıs 1997... Siyasî görev dolayısıyla bulunduğum Van’dan yola çıkmış Gevaş üzerinden Tatvan’a doğru ilerliyordum... Balaban’ı geçtikten sonra silahlı üç kişinin otostop yaptığını gördüm... Köy korucularıydı... 2234 rakımlı Kuzgunkıran geçidindeki nöbet yerlerine gidiyorlardı... Onları arabaya aldım ve tanıştık... Nöbet yerlerinde de biraz mola verdim, sohbet ettik...
İrtibatımız devam etti, ne zaman Ankara’ya işleri veya yolları düşse beni aradılar... Daha sonra ikisi PKK’yla çatışmada şehit düştü... Önceki gün o şehit korucu çocuklarından birisi beni aradı... Zaten zor olan hayat, açılımdan sonra onlar için daha da dayanılmaz bir hâl almıştı... PKK açısından korucular, asker ve polisten daha büyük düşmandı!.. Çünkü onlar, satılmış, işbirlikçi ve haindi!.. Beni arayan şehit çocuğu da artık okullara gidemediklerini, aşağılandıklarını, devletten yana oldukları için hakarete ve şiddete maruz kaldıklarını, artık bölge bürokrasisinin de yeni sürece uygun biçimde renk değiştirdiğini ve iyice yalnızlaştıklarını ifade ediyordu...
Yaklaşık yetmişbin korucu var... Şimdiye kadar ikibine yakın şehit verdi... Katledilen çocukları ve diğer aile fertleri bu sayıya dahil değildi... Asker ve polis için tayin vardı ama onlar için yoktu... Hepsi devletlerini ve ailelerini korumak için adı ‘geçici’ olsa bile hayat boyu savaşmak zorundaydı...
Koruculuk sisteminin lağvedilmesi için PKK eksenli propagandaların uzun süre mağduru oldular... Sanki diğer meslek gruplarında oran sıfırmış gibi münferit suçları abartılarak kamuoyuna sunuldu, ‘kriminal’ imaj pekiştirilmek istendi... Şivan Perver’in bir şarkısında “Satılmıştır, vatan hainidir, aslını inkâr edendir, kalleştir, kardeşini öldürendir” diye aşağıladığı korucu hep hedefe oturtuldu...
Zaman içinde devlet yönetenlerin yalpalamalarından iyi yararlanan PKK, korucu direnişini kırmak için ‘genel af’ bile ilan etti... Özellikle Apo’un yakalanmasından sonra sanki terör bitiyormuşçasına ortaya çıkan ‘resmî gevşeklik’, hem Özel Harekât’ı, hem de korucuları olumsuz yönde etkilemişti... Bazı bölgelerde dağıtılan silahlar geri alınmış, korucubaşları çok zor durumda bırakılmıştı... Örgüt de bunu fırsata çevirerek “TC böyledir, kullanır ve atar” propagandasını başlatmıştı...
Açılım sürecinin ilk somut sonucu ‘dil’ de yaşandı... Şimdiye kadar Kürt ve PKK’yı ayrı tutan baskın dil, yerini ‘PKK Kürtlerin temsilcisidir’e bırakmaya başladı... İktidarın ikircikli uygulamaları, gazeteci,yazar, aydın ve sanatçı takımının bu dile heveslenmesi ‘Kürtlerle PKK’yı eşitleme’ projesine hizmet etti...
Planlı biçimde yayılan bu kötü hava, devlete sadık unsurların hayat alanlarını iyice daraltıyor artık... Korucular ve çocukları bunun en büyük örnekleri... Çarşıdan alışveriş yapamıyorlar, merkezlerde sokaklarda dolaşamıyorlar, okullarına gidemiyorlar, gittiklerinde aşağılanıyorlar... Devletin otoritesi büzüştükçe etkinliği artan ‘yeni’ otorite, bu ‘işgalcilerin paralı milisleri’ni her yerde ezmeye kalkıyor... Bu alanda yazılmış en iyi kitaplardan birisi olan ‘PKK ve Korucular’ın yazarı Ali Rıza Özdemir’in “Onlar bu milletin öz evlatlarıdır, canları canımız, kanları kanımızdır” diye tanımladığı korucular, bu kahredici süreci büyük bir endişeyle izliyorlar...
Özetle, ‘kurucu’ ve ‘korucu’ zayıfladıkça ‘kırıcı’ kazanıyor... Bakalım devlet, kendi ayağına sıkmaya daha ne kadar devam edecek?