Katilin cinayet mahalline dönmesi gibi

Sicillerindeki, Türkiye'nin darbeler tarihine "paralel" bütün dönmeler herkesçe malum olmasına rağmen insaniyet namına bir emare aradım şu fotoğrafta;

Bulamadım.

***

1-351.jpg

Cengiz Çandar ve Hasan Cemal, Silivri'de önünde nöbet tuttukları o kapının;

Türkiye'de hukuk ile hukuksuzluğun, adalet ile adaletsizliğin, hak ile haksızlığın, vicdan ile vicdansızlığın, doğru ile yanlışın, gerçek ile yalanın, masum ile suçlunun arasına örülerek, hukuku, adaleti, vicdanı, doğruyu, gerçeği, masumiyeti yıllarca zindana hapseden o kalın duvarın;

Taş üstüne konan her bir taşındaki payları apaçık ortadayken...

Gittiler, sırtlarını o kapıya dayadılar ve "Burada bulunmamız hem mesleki dayanışma hem demokratik dayanışma hem de ülkemize duyduğumuz sevgi ve bağlılığın gereği olan bir vatanseverlik görevidir" dediler.

Mevzu bahis zatlar için gerçerliliği olmadığını anladığım "Hiç utanmadan", "sıkılmadan" gibi kavramlar üzerinden bir ahlaki sınama yahut kınamaya gitmeyeceğim; kalem yormaya değmez.

Ve fakat muhatabı aslen sadece ve sadece toplumsal zekamız olan şu soruları tarihe not düşmeden de geçmeyeceğim.

***

Şimdi "Türkiye için utanç verici" diyerek önünde nöbet tuttukları o "hukuk geçirmez" görünümlü kapının temelini atan gözaltı ve tutuklama dalgalarını "tarihi operasyon" diye nitelerken neredeydi Cengiz Çandar'ın "demokratik dayanışma" duygusu?

Silivri'yi, "Türkiye'nin hukuk devleti olma doğrultusunda, hukukun üstünlüğünü olmazsa olmaz bir rejim ilkesi olarak yerleştirmek yolundaki önemli bir istasyonu", "Hukukun rütbelerden ve sıfatlardan üstün olduğunun sembolü" olarak kutsarken felce mi uğramıştı "dayanışma" sensörleri?

Gazeteciler, rektörler, ordu komutanları tutuklanırken, insanların tedirginlik içinde "İşler nereye varacak?" diye sormasına bile tahammülü yoktu zamanında. "Bırakın da "Hukuk Devleti" yolunda atılmış bu dev adımlar için gereğince sevinelim" diyordu!

"Acaba" diye şüpheye düşmeye kalkan olursa derhal uyarıyordu;

"Sakın ha, bunun sonu askerin kucağına oturmaya varır ki ortada bir süre sonra ne Ergenekon Davası, ne Ak Parti hükümeti, ne bir şey kalır!"

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni "darbe ile korkuturken" neredeydi bu şimdi var olduğunu iddia ettiği vatanseverliği?

Hiç kimseyle dayanışmıyor değildi elbet. Şike operasyonundan sonra uyanıp da "aynı hukuk dışına çıkma Ergenekon ve Balyoz için geçerli değil mi" diye soranlara verdiği şu cevap kafi anlamaya kol kola olduğu tarafı:

"Hayır değil! Ergenekon, Balyoz'un somut deliller üzerinde yürüdü. 'Ümraniye', Eskişehir, Poyrazköy ve Ankara'da ortaya çıkan silahlar, bunların bağlantıları, Danıştay saldırısı ile ilişkileri, Özden Örnek ile Mustafa Balbay'ın birbirini tutan 'günlükleri', 'ıslak imza', Gölcük'te karargâhın altından çıkan sayısız belge, TSK'daki 'andıçlar', tüm bunlar teknik raporlarla gerçekliği saptanmış bulgular..."

Aynı şekilde Odatv Davası'na yaklaşımı;

"Bu ülkede kırk yıllık siyasi tecrübesi olan, nice askeri darbe ve müdahale deneyiminden geçmiş, en önemlisi bir 'demokratik duruş' edinebilmiş ve daha da önemlisi psikolojik harekâta hedef olmuş kim varsa ve bir nebze sezgi sahibiyse Odatv'nin ne olup olmadığını anlayabilirdi..."

Çandar'a bakılırsa "Savcı Zekeriya Öz, onların sezgilerinin 'maddi delilleri'ni" elde etmişti!

***

Keza Hasan Cemal hakkında benzer örnekleri tekrara çok da gerek olmamakla birlikte, "Ergenekon Davası, bu ülke için bir demokrasi ve hukuk sınavı" diyebilmiş birinin "demokratik anlayışı"nın ne menem bir şey olabileceğini...

Tıpkı Çandar gibi "Ergenekon'un tek amacı vardı; "Türkiye'de AK Parti iktidarına son vermek ve AK Parti'nin tasfiyesini ön gören bir darbesel sürecin başlatılması... Bu süreç aslında devam ediyor... Ergenekon konusunda büyük küçük olsun, bunun arkasına gerekli siyasal iradeyi koyamazsa o zaman bütün bu darbe süreçleri bir süre sonra AKP'nin de defterini dürer. Başbakan Erdoğan gereken siyasal iradeyi gösteremezse kendi defteri de dürülür" diye dönemin hükümetini darbeyle tehdide varan satırlar kaleme almanın ne menem bir "vatanseverliğin", hangi vatanı severliğin gereği olduğunu takdirinize sevkte fayda var!

***

Gelelim meselenin en trajikomik boyutuna;

"Mesleki dayanışma"ya!

"28 Şubat'ın arkalarını askerlere yaslamış olan ve 'postmodern darbe'nin 'özel kuvvetleri' olarak o dönemde çok önemli ve büyük rol oynamış olanlar -itibarlarını bilemem- ama sıfatlarını ve etkinliklerini koruyorlar" diyerek, "Gazete genel yönetmenleri, başyazarlar, televizyon anchor'ları yerli yerinde; onlar, şu sıra 'Ergenekon'u karartma ve sulandırma' ile meşguller" diyerek isim isim meslektaşları hakkında ihbarnameler yayınlayanlar mümkünse "mesleki dayanışma"sınlar!

Hele ki Can Dündar'la...

Yahu bu Cengiz Çandar değil miydi; İlhan Selçuk'tan sonra Mustafa Balbay da ilk gözaltına alındığında "Heryerekon" diye Ümraniye ile başlayan operasyon sürecini sorgulamaya/eleştirmeye kalkışan Dündar'ın üzerine çullanan!

Bu Cengiz Çandar değil miydi Can Dündar, "mesleki dayanışma" duygusuyla "Ergenekon" adlı soruşturma için "safsata" diye yazdığında onu aynen şu şekilde lince kalkışan:

"Darbe Günlükleri"ni ve Ergenekon soruşturmasını, "safsata" ve "şehir efsanesi" diye damgalayarak demokrat olunmaz. Yakın tarihimizin en ciddi gelişmesi olan "Ergenekon soruşturması"nı küçültmeye kalkıp "Heryerekon" gibisinden zevzek başlıklarla salya-sümük yazılar kaleme alarak, demokrasi mücadelesi verilmez!"

Bu Hasan Cemal değil miydi dalgalar gazetecilere de sıçradığında;

"Ben 12 Mart'tan sonra değiştim, demokrat bir çizgiyi benimsedim. İlhan Abi hiç değişmedi..." diye 80 yaşında, sabaha karşı gözaltına alınmış, saatlerce abuk sabuk sorularla muhatap olmuş meslektaşını, Silivri hâkimlerine bırakmadan yargısız infaz eden!

***

Bu fotoğrafın tek "olur"u var;

O gün kendileri vermedikleri gibi, başka meslektaşlarının da vermesini engelledikleri o demokrasi mücadelesinin meşruiyetini kaybetmesinin sonuçlarını görmek için, her katilin cinayet mahalline geri dönmesi gibi garip bir tatmin hissine ermek için ise o zaman "anlaşılabilir" işte!

Yazarın Diğer Yazıları