Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) 2018 yılında Şam'la ilişkilerini yeniden kuran ilk ülke olmuştu. Suriye ise büyükelçisini Ocak 2024'te göndermişti. BAE'nin bu hamlesi, kitlesel protestoları acımasızca bastırması nedeniyle 2011'den bu yana bölgesel bir parya muamelesi gören bir rejimin rehabilitasyonunu başlattı.
BAE'nin hamlesi, kitlesel protestoları acımasızca bastırması nedeniyle 2011'den bu yana bölgesel bir parya muamelesi gören bir rejimin rehabilitasyonunu başlattı. Ürdün ve Bahreyn gibi diğer bölgesel aktörler de BAE'nin izinden gitti ancak normalleşme ancak Şubat 2023'te Türkiye'nin güneyini ve Suriye'nin kuzeyini vuran yıkıcı depremin ardından gerçek bir ivme kazandı.
Yüzyılın Felaketi’nden sadece birkaç ay sonra Arap Birliği, Suriye'nin üyeliğini yeniden tesis etmek için oylama yaptı ve 2011'e kadar uzanan askıya alma sürecini sona erdirdi. Ek olarak Ürdün, Suudi Arabistan, Irak, Lübnan ve Mısır'ın da aralarında bulunduğu bazı Arap devletleri, Suriye'nin Arap dünyasına geri dönüşünü müzakere etmek ve Suriye'ye potansiyel olarak ihtiyaç duyduğu mali desteği sağlamak amacıyla bir Suriye-Arap İrtibat Komitesi kurdu. O tarihten bu yana Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, yüz binlerce Suriyeli sivilin vahşice katledilmesindeki suç ortaklığı bir yana, İsrail'in Filistinlilere yönelik şiddetini kınadığı Kasım 2023'teki Gazze Acil Zirvesi de dahil olmak üzere bölgesel forumlara katılmaya devam etti.
Suriye'nin komşuları, yıllar süren izolasyon ve cezalandırıcı yaptırımların Esad rejiminin davranışlarında bir değişikliğe yol açmaması ve Suriye'deki ekonomik krizin bölgesel istikrar üzerindeki yayılma etkilerine dair endişelerinin artması üzerine Şam ile ilişkilerini normalleştirmeye başladı. Belki de Esad'a teşvikler sunacak adım adım bir yaklaşım şeklindeki havuçların, sopa ağırlıklı bir politikanın başaramadığını başarabileceğini düşündüler.
Arap devletlerinin gündeminde özellikle üç konu öne çıktı: mültecilerin güvenli bir şekilde geri dönmesini sağlayacak koşulların yaratılması; Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkelerine akın eden uyuşturucu Captagon'un üretiminin ve kaçakçılığının sona erdirilmesi ya da en azından azaltılması; Körfez sermayesiyle birlikte Arap saflarına geri dönüşün İran'ın Suriye'deki etkisini azaltabilmesi.
Peki normalleşme sürecinin başlamasından bir yıl sonra ne oldu? Normalleşme, eli kanlı bir rejime tanınırlık ve meşruiyet kazandırdı ama diğer her açıdan başarısız oldu. Arap rejimleri tek taraflı adımlar atarken Esad'dan hiçbir karşılık gelmedi. Normalleşme, Arap İrtibat Komitesi üyelerinin amaçladığı hedefler doğrultusunda kayda değer bir ilerleme de sağlamadı.
Lübnan'dan Suriye'ye geri dönmeye zorlanan mülteciler gözaltı ve işkenceye maruz kaldı. Büyük çoğunluk gönüllü geri dönüş riskini almaktan vazgeçti. Suriye Devlet Başkanı'nın kardeşi Mahir Esad da dahil olmak üzere rejimin önde gelen isimlerinin doğrudan desteği ve dahliyle Suriye sınırlarından büyük miktarlarda Captagon geçmeye devam ediyor. Rejimin kaçakçılığı engellemek için ciddi bir girişimde bulunmaması üzerine Ürdün, Suriye içindeki üretim tesislerine saldırdı, uyuşturucu taşıyan insansız hava araçlarını düşürdü ve sınırı geçmeye çalışan silahlı kaçakçılık çetelerine karşı orduyu görevlendirdi.
Adım adım ilerleyen bir strateji de İran'ın Şam'daki etkisini azaltmada etkili olmadı. Esad'ın uzlaşmazlığı karşısında geçen yıl hüküm süren ihtiyatlı iyimserlik, yerini normalleşmenin sınırlarının ve Esad rejiminin inadının derinliğinin acımasız bir şekilde kabul edilmesine bıraktı.
7 Mayıs 2024'te, Arap Birliği'nin Suriye'nin üyeliğini yeniden tesis etmesinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra, Suriye konulu Arap İrtibat Komitesi toplantıları askıya alındı. Bağdat'ta yeni bir toplantı yapılacağı duyurulsa da herhangi bir tarih belirlenmedi.
Bütün bu başarısızlıklarına rağmen tüm göstergeler Arap rejimlerinin Esad iktidarı ile ilişkilerini yeniden düşünmeye henüz hazır olmadıklarını gösteriyor. Bunun yerine, normalleşmeyi her zamanki gibi bir “siyaset biçimi olarak” meşrulaştırma yolunu güttüler.
Suudi Arabistan Mayıs sonunda Şam'a diplomatik bir heyet göndermekle kalmadı, aynı zamanda ABD yaptırımlarını hiçe sayarak Suriye'ye ciddi şekilde bozulan sivil uçak filosunu ayakta tutmak için ihtiyaç duyduğu yedek parçaları gönderdi. Şam ile Riyad arasındaki uçuşlar da yeniden başladı.
Toplu müzakereler bocalarken Arap hükümetleri rotayı değiştirdi ve bunun yerine kendi özel çıkarlarını ilerletmek için ikili ilişkilerin geliştirilmesine odaklandı. Suriye'nin Arap Birliği'ne geri dönmesinden önce bile Umman ve Suriye, Umman-Suriye Ortak Komitesi'ni kurdu. Irak Başbakanı Muhammed Şii el-Sudani 2023 yılı ortalarında Şam'ı ziyaret ederek 10 yılı aşkın bir süredir ilk kez bu ziyareti gerçekleştirirken, Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad da yakın zamanda Mısır, Bahreyn ve BAE'den mevkidaşlarıyla ikili bağların güçlendirilmesi konusunda görüşmelerde bulundu.
Suriye, Manama'daki son Arap Birliği toplantısı da dahil olmak üzere bölgesel zirvelere katılmaya devam etse de Esad'ın komşu ülkelerle çok taraflı değil ikili ilişkiler kurmayı tercih ettiğinde şüphe yok. En azından bu yaklaşım Esad'ın diplomatik erişimine öncelik vermesini sağlıyor. Ürdün'ün önceliklerini göreli olarak göz ardı ettiğinin sinyallerini veren Ürdün-Suriye ilişkileri, rejim ile Körfez'deki Arap devletleri arasındaki ilişkilerden daha soğuk. Bunların hiçbiri komşu rejimlerin Esad'a duydukları derin güvensizliği bir kenara bıraktıkları anlamına gelmiyor. Nitekim Körfez rejimleri Suriye'ye yaklaşımlarını normalleşmeden ziyade angajman ya da tecrit etmeme olarak tanımlamayı tercih ediyor. Suriyeli yetkililer ise Körfez rejimlerinin Şam'a önemli miktarda mali destek sağlamayı reddetmesinden sessizce şikayet ediyor.
Esad rejiminin tecrit edilmesini ve yaptırımlara tabi tutulmasını, bilinen 300'den fazla kimyasal silah kullanımını da içeren kitlesel şiddet ve insanlığa karşı suçlardaki belgelenmiş rolü, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün "işkence takımadaları" olarak tanımladığı bir hapishane sisteminde tutulan 125.000'den fazla tutuklunun akıbeti hakkında bilgi vermeyi reddetmeye devam etmesi, zorla yerinden edilenlerin mülklerini sistematik olarak çalması, Captagon ticaretindeki rolüne gerekli bir yanıt olarak görenler için normalleşmenin bir kaybet-kaybet sonucu olduğu ortaya çıkmış durumda.
Arap ve özellikle Körfez ülkelerinin söz konusu tutumları, Esad rejimin suçluluğunu ödüllendiriyor, hesap verebilirlik beklentilerini aşındırıyor ve yaptırımlardan kaçınmayı kolaylaştırıyor. Eğer bu "hiçbir şey için bir şey" stratejisinin arkasında gizlenen uzun bir oyun varsa, bunun son derece zor olduğu artık ayyuka çıkmış durumda. Dahası, normalleşmede ısrar etmenin bölgesel ve uluslararası aktörler için zararlı sonuçları da mevcut.
Yasadışı uyuşturucu akışını azaltmaya çalışan komşu hükümetler, Esad rejiminin uyuşturucu ticaretini engellemeyi reddetmesi nedeniyle zor durumda kalacaktır. Benzer şekilde, normalleşme karşılığında sunulan teşviklerin Esad rejimini rotasını değiştirmeye ve mültecilerin gönüllü geri dönüşüne elverişli koşullar yaratmaya ikna edeceğine inanmak için hiçbir neden yok. Her iki açıdan da Arap hükümetleri, Esad rejimine karşı son derece müsamahakar davranan bir normalleşme sürecine girmenin bedelini ağır ödeyeceğe benziyorlar.
Suriye'nin komşularının ötesinde, normalleşme söylemi Avrupa'daki sağcı liderlere Suriyeli mültecilerin geri dönmesi için baskı yapma ve Suriyelilerin sığınma taleplerini reddetme ruhsatı da vermiş durumda.
Haziran ayı başlarında Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Kıbrıs, Yunanistan, İtalya, Malta ve Polonya’dan oluşan 7 Avrupa ülkesinin yetkilileri, ülkedeki koşulların Suriyeli mültecilerin statüsünü yeniden gözden geçirmeye yetecek kadar "geliştiğini" ileri sürdü. Daha yakın bir zamanda bir Alman mahkemesi Suriye'nin mültecilerin geri dönüşü için “artık güvenli olduğuna” hükmetti.
Esad rejimine cömert faydalar sağlarken karşılığında hiçbir şey elde etmeyen bir stratejinin panzehiri buna son verebilir mi? Bölgesel hükümetlerin normalleşmenin faydasızlığını kabul etmelerinin ve rotalarını değiştirmelerinin zamanı gelmişe benziyor. ABD ve Avrupalı ortaklarıyla birlikte Suriye'nin komşularının da Esad rejiminin mülteciler, Captagon ya da BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararına uygun olarak çatışmadan çıkış yolu gibi daha geniş bir konuda angaje olmayı reddetmeye devam etmesinin bedelini doğrudan kendisinin ödeyeceğini teyit etmeleri gerekiyor. Esad rejimi normal değil.
ABD'nin normalleşmeyi tersine çevirmek ve Esad rejiminin parya statüsünü teyit etmek için daha iddialı çabalar göstermesi kendi yararına olacaktır. ABD yönetimi, Ocak ayındaki geçiş sürecinden önce, elindeki tüm diplomatik araçları -üçüncü taraf yaptırımları yoluyla daha güçlü ekonomik diplomasi de dahil olmak üzere- kullanmak üzere harekete geçmeli ve son derece kusurlu bir normalleşme sürecinin dişlilerine kum atma niyetini daha kesin bir şekilde ortaya koymalıdır.
Washington bugüne kadar bunun yerine Kongre'nin Suriye Sivil Koruma Yasası aracılığıyla kendisine verdiği sınırlı kozu bile büyük ölçüde iade etti. Kongre normalleşme konusunda şüpheci olduğunu ifade etmekten başka bir şey yapmazken, buna karşı çıkmak için hiçbir şey yapmayacağını da açıkça ortaya koydu.
Mart 2023'te Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Barbara Leaf, yönetimin takip ettiği stratejiyi "Esad rejimiyle ilişki kuracaksanız, bunun karşılığında bari bir şey alın" diye eleştirdi.
Normalleşmenin başarısızlığının kanıtlanmasıyla birlikte, ABD yönetiminin kenara çekilmesinin, toplayabildiği her türlü kozu geri almasının, Esad Rejimi’nin Normalleşmesini Önleme Yasası'nın Senato tarafından engellenmesine karşı çıkmasının ve Donald Trump'ın üçüncü tarafları Esad rejimiyle ilişki kurmaktan caydırmak için Sezar Yasası aracılığıyla imzaladığı yaptırımları çok daha geniş bir şekilde kullanmasının zamanı geldi de geçiyor. Bunun alternatifi ise Esad rejiminin itibarının yavaş yavaş iade edilmeye devam edilmesi, Captagon'un Suriye'den çıkışının devam etmesini ve sıradan Suriyelilerin acı çekmeye devam etmesini sağlarken, ülkelerine zorla geri gönderilen mültecilerin rejimin şiddetine maruz kalmasıdır.