Suudi Arabistan, başta Körfez İş Birliği Konseyi üyelerinden olan Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn olmak üzere Mısır, Libya ve Yemen dahil Katar'ı siyasi ve ekonomik yaptırımlarla kuşattı.
Kuşatmanın gerekçeleri özetlendiğinde; Katar, Müslüman Kardeşler (İhvan) ve Hamas gibi radikal terör örgütlerini desteklemek ve İran'a yakın durmakla suçlanmaktadır.
Katar krizi yapay değilse kendi aralarında bir güç kavgasıdır. Hatta ileri sürülen gerekçelerin geçerliliği gerek uluslararası hukuk, gerek insan hakları evrensel beyannamesi yönünden tartışılırken krizi yaratan farklı nedenlerin mevcudiyetinin göz ardı edilmesinin yanı sıra Türkiye - Katar - Suudi Arabistan ilişkilerini de gündeme getirmiştir.
Krizin daha uzun bir süre devam etmesi halinde işin ucunun Türkiye'ye de derin bir şekilde dokunacağı ihtimali vardır.
Nitekim krizin patlak verdiği ilk günden beri Ankara'nın sergilediği tutum nedeniyle bazı Suudiler, sosyal medyada yayınladıkları mesajlarla Türkiye'ye gitmemeleri ve Türk mallarını boykot etmeleri yönünde algı operasyonu yaratmaktadırlar. Hatta bazı seyahat acentelerinde rezervasyon iptalleri olmuştur. ABD de gitmeyin demeye başladı!
Suçlamalara gelince DEAŞ dışındaki terör örgütleriyle ilgili dünyada bir çifte standart ve kavram kargaşası yaşanmaktadır. ABD'nin PKK uzantısı PYD'yi desteklemesi gibi. Bunun detayına girmeden benzer tutum hem Suudi Arabistan hem de Katar için geçerli olduğu Ankara'ya ithaf olunur. Suudilerin Hamas ve Müslüman Kardeşlerle sorunu var mıdır?
İran'a yakınlık yalnız Katar'da değil hatırı sayılır Şii nüfusun bulunduğu Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Kuveyt için de mevcuttur. Ancak İran'ın bölgede bir nüfuz alanı yaratmaya çalıştığı da bir gerçektir.
Krizin zamanlaması dikkat çekicidir. Bundan birkaç ay önce ABD'de yayınlanan haberlere göre 11 Eylül mağdurlarının tazminat talebinde bulunmak amacıyla Suudi Arabistan yönetimine dava açacakları yer almıştır. Daha sonra ses seda kesildi. Belki de bir bedel karşılığı kapatıldı.
Malum kılıç dansı ile yaklaşık 500 milyar tutarında anlaşmalar imzalandı. Trump'ın araştırdığı gerek finans organizasyonu gerek terörle ilgili tüm sorulara Katar işaret edildi. Daha sonra Trump bu bilgilere göre açıklamalarda bulundu. Ancak ABD Dışişleri ve Pentagon'un Katar konusunda Trump'tan farklı ve dengeleyici açıklamaları dikkat çekicidir. Neticede Pentagonun 12 milyar karşılığında 36 adet F15 savaş uçağı satması ve Amerikan savaş gemilerinin Katar'la ortaklaşa tatbikat yapmasını terör ihraç eden bir ülkeyle ne kadar bağdaşır?
ABD, Ortadoğu'da iki ana hedefini açıkça ilan etmektedir. İlki bölgenin sahip olduğu enerji rezervlerinin denetimi ve diğeri İsrail'in güvenliğidir.
Katar yıllık 180 milyar metreküp üretimle dünyanın üçüncü doğalgaz üreticisi ve ihracatçısı olup 80 milyon tonla da sıvılaştırılmış gazla dünya birincisidir.
Amerika Katar'da dünyanın en büyük hava üssüne sahiptir. Nitekim ABD ve İngiltere'nin yalnız Katar'da değil Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Oman gibi körfez ülkelerinde askeri üsleri bulunmaktadır. Irak, Suriye ve Afganistan, Katar'daki üslerden vurulmuştur.
Şimdi de sosyal medyada özellikle Suudiler arasında Türkiye'nin Katar'da kurduğu üsse karşı çıkmaktadırlar. Batı'nın üs kurmasına ses çıkarmayanların Türkiye'yi suçlamaları düşündürücüdür.
Katar'ın Rusya, Çin ve Japonya'yla olan ekonomik ilişkileri de ABD'yi ve EL Cezeri TV ile Arap Baharındaki gelişmeleri desteklemesi özellikle Suudi Arabistan'ı rahatsız etmiştir.
Türkiye'nin Körfez ülkeleri başta olmak üzere tüm Arap dünyasıyla sırtını batıya çevirmeden iyi ilişkiler içinde bulunması elzemdir. Bu strateji kapsamında hepsiyle aynı mesafede ve aralarındaki kavgada tarafsız bir tutum benimsenmelidir.
Katar krizi kendi aralarında bir güç rekabeti olmasına rağmen bir tiyatro ve yapay olduğu kanaatindeyim. Umarım ki 2002 ve 2014 yıllarında olduğu gibi barışırlar.