Karanlık ve aydınlık
Bindiğimiz araç ses hızını çoktan aştı. Tekerlekler yerle temasını kaybetti. Dümen bizi istediğimiz yere götürmüyor artık. Sağa sola çarpa çarpa sür’atle ilerliyoruz. Bazı duraklar tanıdık, bazı duraklar yabancı. İşte bir ada var orada. Pos bıyıklar kaplamış her yanını. Pos bıyıklar ve pos bıyıklılar. Onların çevrelerinde yüzleri belirsiz, gözleri fersiz yaratıklar. Ellerini ovuşturuyorlar. Pos bıyıklara secde ediyorlar.
Birileri uyuşturucu ile çalışan silah icat etti. Çoğaldı silahlar ve silahlılar. Caddeler ve sokaklar... Silaha teslim oldu. Kasabalar ve kentler diz çöktü silahların önünde.
Gözleri fersiz, yüzleri belirsiz yaratıklar teslim oldular pos bıyıklı silahlılara. Böbürlene kibirlene teslim oldular. Belirsiz yüzlerindeki belirsiz bıyıklarına badem yağı sürdüler; silaha ve uyuşturucuya secde ettiler.
Aracımız sarp dağların doruklarına çarpa çarpa yol alıyor. Çarpıyor, fakat hızı kesilmiyor. Genç dostlarımız birer birer dökülüyor araçtan. Ovaları, yaylaları kutsamak için, toprağı kutsamak için. Kanları, canları, bedenleri toprağa karışıyor. Al renkli ruhlar uçuşuyor semalarda. Heyhat!..
Uyuşturucu ve silah pos bıyıklara asılmış. Badem yağı sürülmüş bıyıklar kutsalların üzerinde tepiniyor. Kutsal eziliyor, kutsal çiğneniyor; badem yağına hacı yağları karışıyor. Havada bir ufunet... Gözleri fersiz, yüzleri belirsiz yaratıklar pos bıyıkları yalıyorlar.
Simdi bir kara delikteyiz. Dört yanımızdan gök taşları yağıyor. Dipsiz bir kuyuya doğru çekiliyoruz. Yedi başlı, yedi kollu bir canavarın içine doğru. Öyle değil aslında. Canavar dümene geçmiş. Alçaklar yüksek olmuş, çukurlar tümsek olmuş. Bıyıklar badem yağına bulanmış. Kollar her yere uzanmış ve kollar birbirine dolanmış. Belirsiz yüzler nice düzgünle bezenmiş ve fersiz gözler rastığa belenmiş. Kıpır kıpır kirpikler, ruhlarımızı ve beyinlerimizi didikler. Canavar dümende, bıyıklar fora, kapıldık gidiyoruz bir anafora.
Aracı düzeltmek isteyenler var. Hızı kesmek isteyenler, çarpmalara, sapmalara engel olmak isteyenler var. Sesleri duyulmuyor. Homurtuların, höpürtülerin içinde kayboluyor sesleri. Siz de bıyıklarınızı badem yağı ile parlatın diyorlar. Biraz da içine hacı yağı katın. Bakın bu yağları Kahire’nin arka sokaklarından, Bingazi’nin kana bulanmış çarşılarından getirdik. Katın, karıştırın; biraz da kırıştırın ve siz de pos bıyıklara asılmış silahlara teslim olun. Silaha ve uyuşturucuya secde etmenin huzurunu yaşayın.
Hapishane çeşmesi yandan akıyor yandan. Hapishanenin dört yanı duvar... Ve demir parmaklıkları var. Sesler kısılmış orada, ruhlar kısılmış. Omuzlar sökülmüş orada, yıldızlar dökülmüş. Sadece onurlu başlar dik, şerefler ayakta. Silaha ve uyuşturucuya teslim olmak yok. Belirsiz yüzlere katılmak yok. Çanakkale içinde vurdular beni, gençliğim eyvah!
Çanakkale, Gelibolu... İnönü, Sakarya... 9 Eylül var ya!.. Denize dökülmüştü palikarya. İşte o günler... O günler herhangi bir zaman değil. O günler bir ruh... Ve ruhlar ölmez. Ebediyyen yaşar. Bedenlerimizden ve zihinlerimizden taşar... Aşar hapishane duvarlarını, aşar demir parmaklıkları, aşar ufukları. Omuzlar doğrulur yeniden. Yıldızlar ve ay gökte yerlerini alır. Böbürlenmeden ve kibirlenmeden. Homurtusuz ve höpürtüsüz. Aydınlık yüzlerle ve parıltılı gözlerle. Ruhlar ufukları aşar.
Dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar. Göklerden gelen ses ataların sesi. Ne diyor, dinle!
İyice işit, iyice anla!
Dağ başını duman almış, haberin yok mu? Kanla, irfanla oluşturup büyüttüğümüz erdem toplumu bunalmış, haberin yok mu?
Nice şehit, nice gazi... İşte ataların izi!.. Evet, canavar yedi kollu, yedi elli. Fakat yol açık dostum, yürüyeceğin iz belli.
Güneş ufuktan şimdi doğar... Yürüyelim arkadaşlar!.. Fıtrat, yine bizden destan istiyor. Damardaki kan, yine bizden tufan istiyor. Omuzlar doğrulmalı yeniden.
Yıldızlar parlamalı. Pos bıyıklar ve badem yağlı bıyıklar ufkumuzu kirletmemeli artık. Gözleri fersiz, yüzleri belirsiz yaratıklar dümende olmamalı. Göklerden gelen sesi duyuyor musun arkadaş?
Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!