Karalama hastalığı; dün neydik, şimdi neredeyiz?
Bir hastalığımız var. Kendimizi ve dönemimizi ibra ettirmek için, hep geçmişi karalarız. Yaptıklarımızı göklere çıkarıp, hatasızlık mertebesine çıkarız. En samimi uyarılara, hiddetle karşı çıkarız. Zaaflara başarı deyip, gerçek başarıları değersizleştiririz.
Toplumu geren, bölen, öfke biriktiren bu zihniyetten bir türlü kurtulamıyoruz. Bu tespitimize bölücü terörle mücadeleden bazı örnekler verelim.
Dün: Türkiye Saddam, Barzani ve Talabani ile anlaşmış; Irak’a istediği gibi giriyor, istediği kadar kalıyor, PKK’ya darbe üzerine darbe vuruyordu. Sonunda 1999-2000 yıllarında, PKK şehirlerden ve dağlardan kovulmuş, ülke gerçek anlamda normalleşmeye başlamıştı.
Bugün: Irak’a giremiyoruz. İşgalci, “stratejik ortağımız” (!) Amerika izin vermiyor. Uluslararası hukuktan doğan sıcak takip hakkımızı kullanamıyoruz. Sadece, ABD’nin verdiği istihbarata göre ve koordinasyon şartına bağlı olarak, havadan bombardıman yapabiliyoruz. ABD-Barzani eşkıyaları 2003’te, Irak’ın kuzeyindeki özel kuvvetlerimizin, başına “çuval” geçirip 3 gün işkence yapınca, hepsini geri çektik. Haysiyetimize ve şerefimize yapılan bu saldırıyı, hafife alarak sessizce hazmettik. ABD, “ortak düşmanımız, PKK terör örgütüdür, birlikte mücadele edeceğiz” dedi ama bizi yine Irak’a sokmadı. “Düşman” dediği PKK’ya üs verdi, himayesine aldı. Eğitiyor, silahlandırıyor. Ülkemize sızıp cinayetler işlemesine izin veriyor.
Dün: 1998’de Türkiye, teröristbaşı Öcalan’ı “ya bize ver, ya da çıkar” ihtarında bulunmuş, Suriye de gereğini hemen yapmıştı. Sınır dışı edilen Apo, gidecek ülke bulamamış, takip sonunda Yunanistan’ın Nayrobi Büyük Elçiliğinde yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmişti. Yargılanıp idama çarptırılan bebek katili mahkemede; “Türkiye’yi bölüp, devlet kuracağımızı düşünmüştük, ama bunun mümkün olmadığını gördük. TSK çok güçlüymüş, yenildik” itirafında bulunmuş, bölücü terörün belinin kırıldığı tescil edilmişti. Sıra bölücülüğün zihinlere ve duygulara sıçramış virüslerinin temizlenmesine gelmişti.
Bugün: Virüslerin temizlenmesi bir yana, tam tersi yapıldı. 2002’den itibaren teröristbaşının “demokratik cumhuriyet projesi” ve AB uyum paketleri çerçevesinde çözüm süreci başlatıldı. Bölücülüğün terör yönü tekrar dirildi. Şehit cenazeleri, yurdun dört bir yanına taşınıyor. Bebek katili hücresinden terörü alenen yönetmeye başladı, devletle pazarlığa oturdu. İstekleri kabul gördü. (Protokoller böyle diyor.) “Yeni” anayasadan Türk Milleti kavramının çıkarılması, etnik ortaklığa açık, (iki kimlikli, iki dilli, özerk bölgeli) bir devletin kurulmasına gelindi.
Dün: PKK’nın Meclisteki partisi kapatılmış, dokunulmazlığı kaldırılan Leyla Zana ve arkadaşları mahkemeye sevk edilmiş ve ağır cezalara çarptırılmıştı.
Bugün: Cezasını çekmekte olan bu PKK’lılar, önce DGM’ler kapatılarak, sonra yerine kurulan “özel yetkili ağır ceza mahkemeleri” eliyle serbest bırakıldı. Leyla Zana cezaevinden çıkar çıkmaz, dönemin Dışişleri Bakanı ve TBMM Başkanı tarafından davet edilerek görüşüldü, övücü sözlerle taltif edildi. 2004’te terör mahkumu Zana’ya, Avrupa Parlamentosu Sakharov İnsan hakları ödülünü verdi. Zana orada terörist başının 10 maddelik şartını okudu. Arkasından “Kürt Konferansları” sökün etti. PKK Avrupa’yı mekan tuttu. Her türlü lojistik yardımı sağlanır oldu. PKK uluslararasılaştı. Kanun kaçaklarının iadesi sağlanamadı. Hiçbir devlete sözümüz geçmez oldu. Avrupa’da Türkiye aleyhtarlığı hızla yayılıyor.
Dün: Komşularımızla; İran, Irak, Suriye, İsrail’le iyi ilişkiler kurulmuştu. Bölücü terörle mücadelede, Ermenistan hariç bütün komşuların her türlü desteği sağlanmıştı.
Bugün: “Stratejik ortağımız” yüzünden komşularla aramız açılıyor. Kıbrıs, Ege, Patrikhane, Ermenistan, İran, Irak, Kandil-PKK, Suriye, Filistin, İsrail gibi meselelerde karşımıza tek “dostumuz” (!) ABD’de çıkıyor.
Sonuç: Bölücü terör; 1984-1992 arası 8 yılda zirve yapmış, karalanan 1992-99 arası 7 yılda yenilmiş, 2002-2011 arası 9 yılda tekrar zirveye çıkmış, siyasallaşmış, taban tutmuş, kanser gibi ülkeyi sarmış, pazarlık masası kurulmuş, bin yıllık egemenliğimizin paylaşılması konuşuluyor.
Bu tablo dış siyaset için de geçerli. Zaten ayrı da olamaz.
Gerçeğe evet, balon siyasetine hayır.