Kalemini satmayan bir gazeteci mi bıraktınız?
Hatırlayan çıkar mı, bilmeyiz.
Turgut Özal’ın ‘iki buçuk parti’ ve ‘iki buçuk gazete’ sevdası vardı. Ömrü vefa etmedi görmeye. Herhalde bugünleri görseydi, ‘Helâl olsun, bize nasip olmadı ama izimizden gidenler bunu başardı’ derdi.
İşin partilere ilişkin bölümü belki -istikrar vs. bahanesiyle- mazur görülebilir de, ‘iki buçuk’ gazete kalmasını bir siyasetçi niçin ister düşündünüz mü?
Hele hele ‘ileri demokrasi’ palavrası ile sabah akşam ahkâm kasen kişilerin böylesi bir talepte bulunmaları doğal karşılanabilir mi?
‘Çok seslilikten’, ‘mozaikte’, ‘farklı renklerin zenginliğinden’ dem vuranların ‘iki buçuk’ gazete hülyası nasıl bir marazi ruh halinin yansımasıdır?
Herhalde bu türden siyasetçiler ‘iktidar’ olmayı, ‘yürütme’ erkinin çok ötesinde bir mekanizma olarak algılıyor.
İktidar dedin mi adam ‘yasamaya’ da, ‘yargıya’ da, ‘basına’ da hâkim olmalı!
- “Ben iktidara iktidar demem, basına diş geçiremeyince!”
Anlayış böyle olunca, herkesin ‘bîat etmesini’ beklemeleri kendilerince bir ‘hak’ gibi görülüyor.
- “Değil mi ki iktidar biziz, ülkenin her karış toprağında; her kurumunda bizim borumuz ötecek.”
***
Son 10 yıllık döneme şöyle bir bakın.
Kamu kaynaklarından beslenen bir takım ‘yandaşların’ basında kök salmaları rastgele bir operasyon mudur?
‘Muhalif’ seslerin işlerinden attırılmaları, patronların “O yazarın maaşını sen veriyorsun, yazdırma kardeşim” diye tehdit edilmeleri boşuna mıdır?
Tehditler yetersiz kalınca, bu kez ‘mali operasyonlar’ ile patronlara baskı yapılmış, kendilerinden ‘üç maymunu’ oynamaları istenmiştir.
Ama ‘piyasayı tokatlayan’ yandaş gazete sahiplerinin ise kılına dokunulmamış, yasalar karşısında hesap vermelerinin bile önüne geçilmiştir.
Dün öğreniyoruz ki, durum bir hayli
farklıymış.
Meğer, bu ülkede zor zamanlarda ‘kalemini’ satmayan, ‘yanlışın karşısında’ dik duran, ‘hakkı’, ‘hukuku’ ve ‘demokrasiyi’ savunan gazeteciler de varmış (!)
Kimsenin baskı ve tehdit hissetmediği bir atmosfer inşa ettiklerini belirten hükümetin başı şöyle diyor:
- “Hiç kimsenin fikirlerinden, ifadelerinden, yazılarından dolayı hapis yatmasına razı olamam.”
***
‘Kara mizah’ lâfı bile yetersiz kalıyor şu tabloyu izah etmek için.
Hayır öyle uzun uzadıya makaleler, dipnotlu yazılar okumaya, danışmanlardan fikir almaya falan hacet yok.
Hele hele iktidara muhalif yayın kuruluşlarına göz atmaya hiç mi hiç gerek yok. Hazret şöyle ‘yandaş’ medyada olup bitene bir nazar etse ‘demokrasinin’ de, ‘düşünce özgürlüğünün’ de ne büyük palavralar olduğunu görecek.
Yahu insan biraz hayâ eder. Utanma hissinden uzaksa, yüzünü bir gölgenin ‘koruyucu kanatları’ altına gizler.
Daha düne kadar “Ağabey” diye hitap ettikleri gazeteciden tutun, etraflarında pervane olan mahdumlara kadar bir yığın kalem erbabı bugün diken üstünde.
Üstelik ‘iktidar muhibbidir’ bu kalem erbapları. Hazrete ‘döktükleri dilin’, ‘yaktıkları yağın’ haddi hesabı yoktur.
Elbirliğiyle memleketin başına örmeye çalıştıkları çorapların yekûnu hayli kabarıktır. Tarih onlar için bir hüküm verecektir.
Meselenin o tarafı apayrı bir şey.
***
Ama el insaf yahu.
Hadi size her karşı olanları bir kulp takıp ya ‘işinden’ ya ‘özgürlüğünden’ ediyorsunuz onu anladık.
Peki kalemlerini ‘ortak’ davanız için oynatanlara yönelik operasyonlara ne demeli?
“Manşetlerle savaştık” beyanını, azıcık kafayı kaldıranların kalemlerinin birer birer kırılmasını yan yana koyun, sonra da hükümetin başına inanın.
Sahi sizce de Türkiye ‘ileri demokrasiye’ doğru mu gidiyor?