Kafamda deli sorular
Balyoz, millî orduya, dolayısıyla millî ordu eliyle korunması beklenen millî devlet ve dahi millete karşı kurulmuş bir "FETÖ" yan, "terör örgütü kumpası" mı değil mi?
Eğer "FETÖ kumpası" ise, bu kumpasın -geçenlerde bir yazımda daha tanımladığım gibi- "kalem kırıcısı" Ömer Diken, neden hâlâ bu kumpastaki rolünden dolayı yargılanmıyor, yargılanamıyor?
Talimat aldığı tek yer Pensilvanya değil miydi yoksa? Yoksa, ona "hadi, hadi, hadi" diyen başkaları da mı vardı o günlerde!
Aynı şekilde, "Silivri ihaneti"nin sembol ismi Zekeriya Öz -tıpkı Adil Öksüz gibi- "göz göre göre" nasıl "kaçırıldı" ve neden hiç anılmıyor, adeta unutturulmaya çalışılıyor? Öz'ü unutmazsak, hafızamızın hediye edeceği "bonus"lardan mı korkuluyor; zırhlı Mercedesler, anıtını dikmeye kalkmalar filan!
Bu arada seçim arifesinde köpürtülen "Adil Öksüz'ün peşinde sıcak takip" haberlerine ne oldu; AA'nın benim diyen dedektife taş çıkartan muhabirleri sıcak denizlere mi indi!
***
Bir grup gencin, Gezi Parkı'nın -en azından bizim anladığımız lisanda- konuşamayan, haykıramayan, feryat edemeyen ama yaşayan canlıları yerine başlattığı bir hak ve hukuk mücadelesinden ibaret iken ve belki de Türkiye'nin gelmiş geçmiş en özgün direnişlerinden biri olabilecekken, o gençlerin kaldığı çadırların yakılması, o gençlerin canlarına kast edilmesiyle çehresi değiştirilen "Gezi olayları"nda, o gün "destan" diye tanımlanan orantısız şiddet, yer yer vahşet, "FETÖ'cü polisler"in iç karışıklık, darbe zemini oluşturmak üzere başvurduğu bir provokasyon muydu, değil miydi?
Eğer "FETÖ provokasyonu" idi ise, neden Berkin'in katilleri hâlâ bulunmuyor yahut korunuyor?
Neden o provokasyoncu polisler değil de Berkin'ler, Atatürk'ün yolundaki Ali İsmail'ler tarihe terörist yaftasıyla kazınmaya çalışılıyor hâlâ?
***
Kayyum atandıktan sonra kapatılan Zaman gazetesi, STV, Bugün gazetesi ve televizyonu, Kanaltürk vs.; "FETÖ'nün medya ayağı" mıydı, değil miydi?
Bu basın-yayın organları bir terör örgütünün kitle iletişim, manipülasyon toplum mühendisliği aracı idiyseler, "basın özgürlüğü" maskesiyle bunları koruyup-kollamak için ortalığı ayağa kaldıran siyasilere neden dokunulmuyor? Neden bu kişiler mensubu oldukları partilerde üst düzey görevlerle, milletvekillikleriyle ödüllendiriliyor?
Aynı şekilde;
Fetullah Gülen, Türk devleti tarafından nihayetinde bir terör örgütü başı sayılıyorsa, bu terör örgütü başıyla enseye şaplak samimiyetinde pozları bulunanlar, Pensilvanya'daki terör kampını tavaf edenler(!) -gazetecisinden siyasisine- neden suçu ve suçluyu övmek, teröre yardım yataklık gibi yığınla suçtan yargı önüne çıkarılmıyor? Nasıl oluyor da bu insanlardan hesap sorulmadığı gibi onlara bizim gibi FETÖ'nün zulmüne diklenmiş gazetecilerden hesap sorabilme cesareti verilebiliyor?
***
Bunlar gibi belki on, belki yüzlerce soru, kuyrukları birbirlerine değmeden dolanıp dururken kafamın içinde;
Ve tabii eğer bilmem kaç sayılı kararnameye göre kabahat sayılmayacaksa, at iziyle it izi ayrılmış rahatlığında yaşanan bu "coşku"ya ortak olmayı beceremiyorum!
***
Ha bir de...
"FETÖ"nün nasıl bir bela olduğunu 15 Temmuz gecesi anlamadığımız için zahir; "gerçek yüzleri 15 Temmuz'da ortaya çıktı" içerikli hiçbir nutuk sarıp sarmalamıyor benim yüreğimi;
Gerçek yüzleri 15 Temmuz'dan çok önce de belliydi ve birileri göz yummakta ısrar etmeseydi 15 Temmuz hiç yaşanmayabilir, ne kadar kaçsak da her birimizin üzerinde travmatik bir etki bıraktığı illa bir gün su yüzüne çıkacak o ihanet gecesine maruz kalmayabilirdik.
***
Valiye bırakmayın direkt vizeye başvuralım!
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi şapkasından çıkan Başkanlık modelinin yürütmesine yarayacak ilk kararnamelerden biri "Valilere şehre giriş-çıkış izni verme/vermeme"yi de içeriyordu.
"Vali" deyince; vali var, vali var, insan merak ediyor:
Mülki amirliğine atandıkları şehri aldıkları "ilahi mesajlara göre" yönettiklerini söyleyen valiler de dahil mi bu şekilde yetkilendirileceklere; hayır yarın bir gün "Rüyama aksakallı bir dede girdi 'Shakira'nın şeytani yüzünü gösterdi' filan deyip" kadıncağızı havaalanından gerisin geri göndermeye kalkar, diplomatik kriz bile çıkar durduk yere başımıza!
İşin latife kaldırır yanı yok tabii, biz devam edelim merak listemizi sıralamaya:
"AKP'ye oy yoksa hizmet de yok" diyen valiler de dahil mi bu yetkilendirmeye?
2015'te, Kars'ta MHP'nin yaşadığı gibi, "seçim aracını yasaklayan" valiler?
AKP'nin seçim afişlerini İl Özel İdare depolarında saklayan valiler?
Vatandaşa "gavat" diyen valiler?
Seçmene, seçim arifesi siyasi parti yöneticisi gibi "beyaz eşya" dağıtan valiler?
Makama, bir tarikatın tekbirli töreniyle oturtulan valiler?
İYİ Parti Genel Merkezine koruma polisi vermeyen valiler?
***
Hayır öyleyse şehirden şehre geçmek için vize başvurusunda bulunalım daha kolay da o bakımdan soruyorum!
***
Hani "canınız pahasına"ydı
"FETÖ kumpası" mağduru CHP İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi, seçimlerde oyların çalınmasına karşı mücadele kararı almış ve 24 Haziran'dan aylar önce ortada daha seçim kararı dahi yokken "sandık gücü" diye bir hareket başlatmıştı.
Dün sabah katıldığı televizyon programında, Şanlıurfa'daki sandıklarda neler olup bittiğine dair soruya "Bazı sandıklarda, can güvenliği nedeniyle görevli arkadaşlarımızı geri çekmek zorunda kaldık" dedi Çelebi.
Hiçbirimiz, hiç kimseye oturduğumuz yerden "gerekirse öl" diye ahkam kesemeyiz ama -sırf Çelebi'ye değil sandığa sahip çıkmak konusunda sınıfta kalan bütün muhalefete- şu kadarını söylemek de hakkımız bence;
Madem "can güvenliği"ni tehdit eden hallerde sandıkları terk edecektiniz -ki insani bir durum- haftalarca seçmene oylarını "canınız pahasına" koruyacağınızı söyleyip umut vermeseydiniz keşke!