Kadercilik: İslâm dışı yaklaşım ve despotizm

Kaderi ortaya koyarak hüküm vermek İslâm dışı bir yaklaşımdır. Kur’ân kaderi ortaya koyarak hüküm veren müşrik mantığını eleştirir. Çünkü müşrikler şöyle derler: “Eğer Allah dileseydi ne biz ne atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye ibadet etmezdik...” (Nahl: 16: 35) Allah’a ibadet etmiyoruz: Çünkü Allah ibadet etmemizi dilememiştir. Dolayısıyla ibadet etmemek, bizim kaderimizdir. İslâm bu yaklaşımı, insanı aşağılayan bir sapkınlık olarak görür ve reddeder.
Kur’ân, kaderi ortaya koyarak hüküm çıkarmanın ne kadar sathi ve çarpık bir anlayış olduğunu müşriklerin kaderci mazeretine atıf yaparak somut bir şekilde ortaya koyar: “Allah’ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?” (Yasin 36: 47) Bu söz, “Allah’ın size verdiği rızıktan fakirlere verin” çağrısına müşriklerin verdiği cevaptır. Onlara göre Allah fakiri doyurmayı dilememiştir. Onların kaderi aç kalmaktır. Açları doyurmak bize düşmez. Kur’ân, kadere atıf yaparak böyle bir hüküm çıkarmayı bütün insani ve ahlâki değerleri yok saymak olarak görür ve eleştirir.
Fay hattının üzerine kumdan binalar diken, insan-eşya ilişkisini dikkate almadan hevesin ve çıkarın ürünü olan yapılaşmanın önünü açan kişilerin ‘deprem sonucunda yaşanan ağır kaybı’ madem Allah bunu diledi, bu bir kaderdir, şeklinde hüküm çıkarmaları Allah’a iftiradır. Kendi kusurunu, ihmalini, hırsızlığını ve ahlâksızlığını Allah’a isnat etmektir. İnsana düşen görev eşya ile doğru ve ahlâklı bir ilişki kurmaktır.
Kur’ân dilinde kaderin anlamı kısaca şöyledir: Yüce Allah mutlak ve sonsuz olduğu halde, diğer bütün mahlûkat yaratılmışlık damgasını / ölçülme özelliğini taşır. Allah bir şeyi yarattığında o şeyin kabiliyetlerini ve davranış kanunlarını mahiyeti içerisine yerleştirir. Yaratılan her varlık bir takdirin ve bir ölçünün eseridir. Evrendeki her şey, mahiyeti içine dercedilmiş kanunlar çerçevesinde hareket eder. Bu evrensel kanunun tek istisnası insandır.
İslâm dünyasında kaderciliğin yaygınlaşması ve yaşanan bütün kötülükleri Allah’a isnat etme eğilimi Kur’ân’ın değil, Emevi despotizminin eseridir. Emevi hükümdarları Kerbela’da reva gördükleri zulüm ve katliamı örtbas etmek için ’kaderi ortaya koyarak hüküm çıkarma’peşine düşmüşlerdir. Allah dilemeseydi sultan öldürmezdi /haksızlık ve ahlâksızlık yapmazdı gibi iktidarın eylemlerini meşrulaştırmaya yönelik anlayış yaygınlaşınca Mabed el-Cüheni, büyük mütefekkir Hasan el-Basri’ye gider ve der ki: Ey imam, bu sultanlar Müslümanları öldürüyor ve caniyane hareketlerini Allah’ın emrini yerine getirmek için yaptıklarını söylüyorlar. Bu doğru mudur? Büyük mütefekkir şu cevabı verir: Bu Allah’ın düşmanları yalancıdırlar.
İktidarın kendi ihmalinin, bilgisizliğinin ve çıkarının ürünü olan haksızlıkları Allah’a isnat etmesi bir siyasi meşrulaştırma biçimi ve kusurunu örtme tekniğidir. İslâm bilgini İbn Mürteza şöyle bir olay nakleder: Abdu’l Melik b. Mervan, hadis bilgini Amr b. Said’i öldürdüğü zaman, iktidarın sözcülüğünü yapan bir fakih, insanların huzuruna çıkıp şöyle der: Emiru’l Müminin arkadaşınızı Allah’ın önceden yazılmış ve değişmez emriyle öldürmüştür. Fakihin söylemek istediği şudur: Arkadaşınızın ölümünü sorgulamanız Allah’ın takdirine karşı gelmektir. Çünkü arkadaşınızın ölümü ilahi takdirin sonucudur. Böyle bir gerekçeye dayalı hüküm: İslâm dışıdır. Allah’a iftiradır.
Siyasi gücün İslâm’ı kendi arzularına uydurma eğilimi kaderciliği üretmiştir. Çarpık inanç imal etme tekniği iktidarın yaptığı haksızlıkların üzerini örtmeye yöneliktir. Nitekim söz konusu anlayışa karşı çıkanların bazısının kolunu ve ayağını keserek ’T cetveline’dönüştürmüştür. Bazısını ise baskı altında tutmuştur. Kadercilik ile despotizm arasında sıkı bir ilişki vardır. Biri olmadan diğeri olmaz...

Yazarın Diğer Yazıları