Kaçaklar yurdu! Delilli ispatlı!
Türkiye'nin asıl derdi hâline gelen "kaçaklar/göçmenler" meselesinde birebir şahit olunan inanılmaz bir hâdiseyi anlatacağım.
Bir arkadaş, bir günlüğüne Edirne'ye gidiyor. Sabah otobüsle gidiyor, akşam minibüsle dönüyor.
Selimiye'de namazını kılıyor. Gelmişken, Edirne'nin meşhur ciğer kebabının tadına bakmak istiyor. Selimiye Camisi'nin aşağı tarafında, çarşıda bir sokakta yan yana dizilmiş ciğercilerden birine giriyor. Akşam üzeri dönecek. Edirne otogarında indiğinde dönüş için İstanbul'a şehir içine giren minibüslerin olduğunu öğreniyor. Bilet satıcısı hanım, arkadaşı, şehir içinden alıp İstanbul'da metrobüsün başlangıç durağına bırakabileceklerini söylüyor.
Arkadaş verilecek hizmetten memnun. Akşam sözleşilen yere 10 dakika gecikmeyle minibüs geliyor. Konforlu sayılabilecek, 8-9 kişilik bir minibüs. Beş yolcu daha gelecekmiş. İleride duruyor. 20 dakika bekliyorlar ama yolcular gelmiyor. Şoför söylene söylene, dört yolcuyla İstanbul'a yöneliyor. Araba kullandığı hâlde, bir elinde telefon, tam yarım saat, yazıhane görevlisiyle tartışıyor.
Hikâye bundan sonra. Yol Çorlu'dan geçiyor. Çorlu'ya girişte içeri sapıyorlar. Bir minibüs bekliyormuş. Üç genç ellerinde yolcu çantalarıyla iniyor. Arkadaşın bindiği arabanın en arkasındaki üç kişilik yere sıralanıyor. Arkadaş, şoförün hemen arkasında. Konuşkan bir şoför. "Burası Çorlu'nun en kenarı. Her türlü 'şey' var." diyor. O "şey" içine gayrimeşru her şeyi koyabilirsiniz!
Şoför kendi hikâyesini de anlatıyor. Meğer denetimli serbestlikle hapisten çıkmış. Haftada iki gün imza vermesi gerekiyormuş. Çıkış sebebi de hani Cemaat darbeye kalkıştı ya, onları tıkıyorlar. Hapishaneler tıka basa dolunca belli süreleri kalan mahpuslar karakola gidip imza verme şartıyla serbest bırakılmışlardı. Şoför onlardan. Önce dört gün gidiyormuş, sonra ikiye inmiş. Hapse girme sebebi şaşırtıcı. Tabiî anlattığına göre... Önce kamyon sürüyormuş. Deposuna bidonla benzin doldururken yakalanmış. "Ne var bunda?" diyeceksiniz? "Bidon" kaçakçılığın anahtar kelimesiymiş. Polis, benzini nereden aldığını sormuş. O da "Kaçakçı tankerinden!" deyince mahkemeye vermişler. Sekiz yıl hapis cezası almış. Üç buçuk yılını yatmış.
Asıl hikâye şimdi başlıyor. İstanbul girişinde polis durduruyor. Kimlikler isteniyor. Önceki dört yolcu veriyor ama sonradan binen üç kişide kimlik yok! Aşağı indiriyorlar. Çantaları da yanlarında karakola çekiyorlar. Meğer o çocuklar Afganlı kaçaklarmış. Güzel Türkçe konuşuyorlardı. Şoför, arkadaşa,"Çantalarında kaçak bir şey yoksa, uyuşturucu madde yoksa serbest bırakılırlar" demiş. Afganlılar dönüp gelmişler. O sıra şoförü, bir polis şefi çağırmış. "Bir daha kaçak yakalarsam, seni kaçakçılıktan içeri alırım." demiş.
Arkadaş bir türlü akıl erdiremiyor... Kaçak oldukları biline biline, kendilerini tanıtacak hiçbir kimlikleri olmadığı hâlde, o üç Afganlı nasıl serbest bırakılır?
Nereli olursa olsun nihayet insan. Asla suçlamam. Ama herkese kimlik sorulurken ülkeye kaçak girmiş, belli ki kaçak çalışmış, yeri yurdu bilinmeyen, potansiyel suç makinesi olmaya hazır bu insanların serseri mayın gibi dolaşmalarına nasıl izin verilebilir?
Bana yalan söylüyorsun derlerse, "Yukarı"dan arasınlar. Arkadaşla konuşturacağım. Her şeyi ispat edeceğim!
(Hikâyedeki o "arkadaş" bendim ve biz üç kişiydik.)