İzmir mi zinanın merkezi, söyleyenin kafasının içi mi? / Prof. Dr. Yümni SEZEN

İzmir mi zinanın merkezi, söyleyenin kafasının içi mi? / Prof. Dr. Yümni SEZEN

Yer altında şunlar şunlar oluşursa deprem olur. Güneş filan gün ve saatte, yörüngesinin şurasında olur da ay da aynı yere gelirse, güneş tutulur.

Yeryüzündeki su ihtiva eden yerler, deniz ve ırmaklar, güneş ısısıyla bir miktar buharlaşır, yukarı çıkar buhar yığınları (bulutlar) oluşur, soğuk tabakaya rastlarsa tekrar yoğunlaşır, su olur ve aşağı düşer. Yani yağmur olur. Güneş-dünya itim-çekimleri dengede olduğu için birbirine yaklaşmaz döner, hareket eder dururlar. Atomundan elektronomuna, molekülünden hücresine, galaksisinden kara deliklerine kadar, sayısız olay vuku bulmakta, bunlara ilim dilinde tabiat kanunları, din dilinde Allah''ın sünneti (adeti) denmektedir.

Bir de insanın, insanların irade ile yaptıkları vardır. Hepsi sebepler zincirine, fiziki, kimyevî, psikolojik kanunlara tâbi olarak kendi mecralarında akıp giderler. Hepsinin arkasında elbette Allah''ın iradesi vardır, yaratması vardır, görüp işitmesi, haberdar olması vardır. Buna inanmayanlar için, sözünü ettiğimiz kanunların ve maddi alemin, içinde, dışında, ötesinde berisinde başka birşey yoktur. Bu ayrı bir konudur; inanan inanır, inanmayan inanmaz. Bizim söyleyeceklerimiz inanan/inandığını söyleyenler içindir.

Tabiat olayları, yine kendi kanunları gereği, bazan aşırı sınırlara varır (bize göre). Sel, deprem, çeşitli afetler gibi. Afet kelimesi de bizim zarar görmemize izafetendir. Tabiatın kendisinde "afet" yoktur. Kendi kanunlarına göre doğal seyirdir. Bu afetlerle bizim düşünce ve amellerimiz arasında bir illiyet (sebepler ilişkisi) var mıdır?

Bazı dindarların kafasında olan soru budur. Normal gidişte bu ilişki yoktur. Hz. Peygamber''in vefat eden iki yaşındaki oğlu defnedilirken, güneş tutulmasına denk gelmiştir. Müslümanlar bir ilişki kurmaya kalktıklarında, Hz. Peygamber bunu reddetmiş, ilgisi yoktur demiştir.

Normal gidiştir derken, olayların akışı içinde, yaptıklarımız içinde iyi olanlar da kötü olanlar da vardır, diyeceğiz. Eğer her inançsızlığa veya kötülüğe, Allah tabiat olayları (afetler) ile karşılık verseydi, dünyada kimse kalmazdı. Bunu biz değil, Kutsal Kitabımız söylüyor:

"Eğer yaptıkları yüzünden insanları hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah onları, belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince olur. Şüphesiz Allah kullarını görmektedir." (Fâtır-45).

Burada canlı yaratıkla insan kastedilmektedir.

Yapıp ettiklerimizin tabiatla ilgisi ve ilişkisi var mıdır?

Olmaz olur mu?

Toprağı eker biçersek ürün alırız. Meyve ağacına bakarsak meyve alırız. Havayı çok kirletirsek küresel ısınma olur, zarar görürüz. Yapmamız gerekenleri yapmaz veya tersini yaparsak, aç kalırız veya ölürüz.

Peki bu olup bitenlerin Allah ile ilgisi yok mudur?

Allahla ilgisi olmayan birşey olur mu?

Allah herşeyi kendi içinde sebeplere bağlamış, biz onları yapar ve yaşarız. Uyarız, uymayız, vazgeçeriz, pişman oluruz veya zalimlik ederiz, çok kötü şeyler yapabiliriz. Bunların karşılığını, doğal veya sosyal çevremizde, sorumluluğumuz ölçüsünde, görürüz veya görmeyiz. Evet, tekrar edelim ki görmeyebiliriz. Fakat inanç sistemimizde bunlar kaybolmaz. Eğer her yaptığımız şeyin karşılığını, kanunların, vicdanın, tabiatın karşısında olanın dışında da hemen görseydik, ahirete ne lüzum vardı. Yahut ahiret yurdu, sadece cennetten ibaret olurdu.

"İnsanların yaptıklarının afetlerle cezalandırılması yok da, Lut kavminin, Semûd kavminin başına gelenler nedir?"

İşte, inandığını söyleyenlerin, anlamadıkları için, sık sık istismar ettikleri can alıcı nokta burasıdır. Allah zaman zaman Peygamberler vasıtasıyla mucizeler göstermiştir. Peygamberini desteklemek, müminlere gönül rahatlığı veya zalimlere ceza olsun diye. Kendi yarattığı kanunlarla oluşan doğal afetlerin insanların yaptıklarıyla ilişkilendirilmesi mucize olmuştur. Dikkat edilmeli, afetin kendisi değil, ders olsun diye "ilişki" mucizedir. Bu her zaman olmamıştır. Hatta her peygamber zamanında da olmamıştır. İnkârda öyle ileri gidilmiştir ki, her türlü zulmü yapmışlardır. Lut kavmi zamanında, peygambere gelen ve genç erkek kılığına girmiş olan meleklere tecavüze kalkmışlardır. Allah da mucize olarak, bu dünyada onları helak etmiştir. Üstelik biz bunları Kitabında söylediği için biliyoruz. Yoksa, diğer olaylar gibi olup bitenler der, geçerdik. Şu halde bu dünyada geçmişte olan büyük cezaların değerlendirilmesi için birkaç şart vardır:

1. Bir Peygamber zamanında olacak.

2. Büyük zalimlikler ve karşı çıkışlar bulunacak.

3. Cezaları bir mucize diye bakılacak. Bir taraf için ceza, diğer taraf için mükâfat da olabilir. Firavun''un ve kavminin kızıldenizde helaki, Musa ve kavminin kurtuluşu gibi.

Dünyada her kötülük için bu örnekleri kullanmak, cahillikle kalmaz, imana zarar verir. Bu insanlar ne söylediklerini bilmiyorlar. Siyasî, ideolojik kanaatleri din yerine koyan, sevdiklerini ilahlaştıran, kişisel ve grupsal menfaatlara tapan bu insanlar, yalnız bize değil, Allaha bile din öğretmeye kalkan tiplerdir. "De ki: Dininizi Allaha mı öğretiyorsunuz?.." (Hucurat-16).

Bu kafaları kim bu hale getirdi?

Bunlar nasıl yetişti?

İslam dünyasına bugünkü, kısmen dünkü halini anlamak, bu sorunun cevabına bağlıdır.