İyi ve kötü günleri birlikte yaşıyoruz

Sayın okurlarım, toplumumuzun son bir hafta içinde geçirdiği üç sosyal olayı sizinle paylaşmak amacı ile bugünkü yazıma başlıyorum.
Türklüğünden gurur duymayan iktidarın zaaflarından istifade ederek, yabancı uygulamalarına tabi olup faaliyetini artıran, bölücü hareketin merkezi haline gelen Diyarbakır ilimizde, 6 Mart Cumartesi günü Atatürk Stadyumu’nda Atatürk’ümüzün yolundan çıkıldı. İstiklal Marşı çalınırken seyirci ayağa kalkmadı ve ıslık çalarak milli marşımızı protesto etti. Diyarbakırspor- Bursaspor lig maçı başladıktan sonra taraftarlar trübünlerin zeminini kırarak elde ettikleri beton parçalarını sahadaki Bursalı sporculara ve hakemlere attılar. Maçı 17 dakika sonra hakem iptal etti.
Türk seyircisine yakışmayan bu çirkinliği yapanlar, Cumhuriyet Türkiyesi’nin temellerini oluşturan büyük Türk düşünürü Diyarbakır’lı Ziya Gökalp’i tanımayan onun yazdığı kitapları ve “Türkçülüğün Esasları”nı okumayan ve Onun, “Sorma bana oymağımı, boyumu. Beşbin yıldır Millet gibi yaşarım. Deme bana Oğuz, Osmanlı, Türk’üm, bu ad her unvandan üstündür” şiirini bilmeyenlerdir.
Fakat Federasyonumuz, bu olayların yalnızca sportif olarak değerlendirilmeyeceğini ve politik faktörlerin etkisi olduğunu ileri sürerek, olaya devletin el koyacağını ifade etmiştir.
Elazığ ilimiz, 8 Mart Pazartesi günü saat 4.32’de 6 büyüklüğündeki depremle sarsıldı. Bir dakika süren depremde 51 ölü ve ellinin üstünde yaralımız oldu. Aslında sabah namazı, can kaybını azalttı. Son yirmi gündür bu coğrafyada oluşan öncü depremler, ana depremin habercisiydi. Deprem daha çok kerpiç yapılarda etkili oldu. Elazığlı köylülerimiz depremden daha çok kerpiç faciasına muhatap oldular ve hasarlı binalara girme tehlikesi ile karşılaştılar. Evler gibi ahşaplar da çöktü, ahır altında kalan çok sayıda hayvan, telef oldu.
Depremin tesirinde kalan köylerde kurtarma çalışmalarına erkenden başlandı ve enkazlardan çıkarılan yaralılar hastanelere kaldırıldılar. Yağışın olmaması, Kızılay ve diğer yardım ekiplerinin köylere ulaşmasını kolaylaştırdı. Bir köyde 19 vatandaşın cenazesi toprağa verildi ve eğitime de bir süre ara verildi. Özetlersek, kerpiç evler köylülerimizin mezarı oldu.
Sayın okurlarım, şimdi de yazımın son bölümüne, Dünya Kadınlar Günü’ne geçiyorum.
1857 yılında Amerika’da ücretlerinin azlığına ve adaletsiz kötü şartlarda çalıştırılmalarına isyan eden kadınlar, yüzbin kişinin katıldığı dini törenle yüzkırk şehidini toprağa verdiler. Yirmi yıl sonra da 1977 de, Birleşmiş Milletlere, Dünya Kadınlar Günü’nü kabul ettirdiler.
Türk kadını güzeldir, üretkendir, zekidir, çalışkandır, dürüsttür, alnı açıktır, güler yüzlüdür. Onu çirkinleştiren görünümler, yabancı kültürlerin geçici hakimiyetindendir. Son yıllarda, güzel nakışlı başörtüsü yemenisini, Arab’ın ve Fars’ın tesiri ile Türban’a çevirince, kılığını kıyafetini de Çanakkale’de denize döktüğü batılı emperyalistlerin çirkinlikleriyle çıplaklaştırınca, beğenisini kaybetmektedir.
Son yıllarda Türk Milliyetçileri, emperyalist güçlerin işbirlikçileriyle beraber milli değerlerimize yaptıkları saldırılarla mücadele mecburiyetinde kalmışlardır. Bu davranışlarımızda kadınlarımızı daha çok yanımızda görmek istiyoruz. Otuz yıldır düştüğümüz israf ekonomisi çukurundan çıkmamıza yardım etmelerini ve yerli malı kullanmamız için önderliklerini bekliyoruz. Bizi, zengin kaynaklarımızın fakir bekçisi yapan “İMF’ye AB’ye hayır”, mitingi yapmalarını istiyoruz.
Dünya Kadınlar Günü dolayısiyle, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un eşinin başkanlığında bir araya gelen general, amiral ve subay eşleri ile bayan memurlardan oluşan yaklaşık ikiyüz hanımdan kurulu heyet, Anıtkabir’i ziyaret etti. Aslanlı yoldan yürüyerek Atatürk’ümüzün mozolesine çelenk bıraktı, saygı duruşunda bulundu. Yalnız bu güzel davranış, Yeniçağ’ımızdan gördüğü alakayı, AKP’nin hizmetine uyarak hareket eden günlük gazetelerden görmedi.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları