TBMM Genel Kurulu Adalet Akademisi Kanunu görüşmelerinde söz alan İYİ Parti’li Selcan Taşçı; “Genel Başkanımızı tehdit edenler hakkında işlem yapmak için kimseden işaret beklemesin, Yazıcıoğlu yargılamasını kapatanlara benzemesin, bebek katilinin cezaevinden örgüt yönetmesine izin vermesin” dedi.
Taşçı, Türkiye Adalet Akademisi’nin misyonunu hatırlatarak “Hukuka ve insan haklarına bağlı, Tarafsız, bağımsız, hür vicdanıyla karar veren, Meslek etik ilkelerini benimseyen ve uygulayan, Toplumun adalet ihtiyacına cevap verebilecek, nitelikte hâkim ve savcılar yetiştirmek. Bu misyonla çıkılan her yolun açık olmasını dilerim. Dilerim ki; bu akademi, kadrolarını seçerken, mülakatperestlerce çürütülen adalet alanını yeniden umuda dönüştürecek öyle bir liyakat çıtası koysun. Bu akademinin tedrisatından geçen savcılar öyle savcı, hakimler öyle hakim olsun ki; Kimse, Diyojen’in gün ortasında fenerle adam aradığı gibi, elinde fener, yüreğinde kederle “adalet” dilenmek zorunda kalmasın siyaset kapısı önünde!” ifadelerini kullandı.
Taşçının konuşmasının tamamı:
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Öncelikle,
PKK terör örgütü tarafından, 15 Ocak 1997 de, şehit edilen kahraman Jandarma Erimiz Şahin Celal AK’ı Rahmetle anıyor;
Onun nezdinde bütün şehitlerimizi, gazilerimizi ve ekranları başında bizi takip eden bütün şehit ailelerimiz ve yakınlarını, saygıyla selamlıyorum.
Sizleri unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.
"Bir saniyesine bile hükmedemediğimiz bir dünya için; bu kadar fırıldak olmaya gerek yok” demişti…
Ölümüyle sonuçlanan o menfur, zifiri karanlık vakayı aydınlatabilecek davanın düşürülmesiyle,
Ömrünü adadığı devletini yönetenler tarafından, sözlerinin bir kelimesinin bile anlaşılmadığını gördüğümüz merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu da bu vesileyle anıyorum.
Türkiye Adalet Akademisi’nin kendisine biçtiği bir misyon var.
Buna göre, bu kurum çatısı altında yapılacak olan iş;
“Anayasa ve kanunlardan almış oldukları yetki çerçevesinde;
Hukuka ve insan haklarına bağlı,
( Yani, usulsüzlüğü “esasa bakın” pişkinliğiyle normalleştirmeyen, mesaisini hak ve hürriyet gaspına kılıf aramaya harcamayan )
Tarafsız, bağımsız, hür vicdanıyla karar veren,
(Yani hiçbir şart ve koşulda müritleşmeyen, yandaşlaşmayan, talimatla dosya açmayan, kapatmayan… )
Meslek etik ilkelerini benimseyen ve uygulayan,
( Yani hiç kimsenin karşısında iliksiz cübbesinde ilikleyecek düğme arama telaşına kapılmayan)
Toplumun adalet ihtiyacına cevap verebilecek,
( Yani açtıkları ve açmadıkları soruşturmalar, verdikleri ve vermedikleri hükümlerle vicdanları kanatmayan )
nitelikte hâkim ve savcılar yetiştirmek “
Bu misyonla çıkılan her yolun açık olmasını dilerim.
Dilerim ki; bu akademi, kadrolarını seçerken, mülakatperestlerce çürütülen adalet alanını yeniden umuda dönüştürecek öyle bir liyakat çıtası koysun…
Bu akademinin tedrisatından geçen savcılar öyle savcı, hakimler öyle hakim olsun ki;
Kimse, Diyojen’in gün ortasında fenerle adam aradığı gibi, elinde fener, yüreğinde kederle “adalet” dilenmek zorunda kalmasın siyaset kapısı önünde
Öyle savcılar, öyle hakimler yetişsin ki buradan;
Biri bile, az önce andığım, görüntüsü kaza ama vicdanlardaki karşılığı bir siyasi suikast olan,
Aydınlatılabilse, çorap söküğü gibi, kim bilir daha ne çok kirden arınmayı sağlayacak Muhsin Yazıcıoğlu yargılamasını “zaman”ı alet edip aşındıranlara benzemesin!
Öyle savcılar, hakimler yetişsin ki buradan;
Kimse tehdidi, hakareti kendine “hak” göremesin;
Bu ülkede kimsenin kimseyi tehdit özgürlüğüne sahip olmadığı, kimsenin hiçbir suçu azmettirme özgürlüğü bulunmadığı gerçeği kağıt üzerinde kalmasın!
Bütün bu ilkeler ayrıca hiçbir sıfat gerektirmeksizin, her bir vatandaşımız için de geçerli ama…
Cüretin, hukuk tanımazlığın, fecaatin boyutlarını ortaya koyması açısından manidar;
Eğer;
Yasalarla birlikte, bir de devletin koruma polisleri tarafından da korunan, can güvenliği, bu yönüyle, İçişleri Bakanlığı’nın özel olarak da sorumluluğunda olan, ironik bir metafor olarak “dokunulmazlığı” bulunan, hak ve hürriyetlerinin korunması yasalarla birlikte TBMM’nin de uhdesinde bulunan bir milletvekili, bir siyasi parti genel başkanı, aleni bir şekilde hakarete uğradığında, tehdide uğradığında,
Bu hakaret ve tehditler hele bir de, yanında yöresinde kim varsa, evvelce, başkentin göbeğinde, gün ortasında işlenmiş bir başka suikasta da bulaşmışlarca yapılıyorsa;
Hukuk devletinin kendilerini donattığı yetkileri kullanmak, üzerlerine yüklediği vazifeyi yerine getirmek için kimseden işaret beklemek aczine düşmesin!
Öyle savcılar, hakimler yetişsin ki;
“PKK terör örgütünün 25 yıldır ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü olan ele başından” hele de terör örgütüne “talimat taşımanın” suç olduğunu bildirebilsin muhataplarına!
25 yıldır tutuklu olan güya tecrit altındaki bir terörist, terör örgütüne söz geçirme kabiliyetini koruyorsa eğer, bunun ancak bu süre boyunca cezaevinden terör örgütüyle irtibatını sürdürmesiyle mümkün olabileceği gerçeğinden hareketle;
“abdullah öcalan, infazı devam eden suçlarının cezası hükme bağlandıktan sonra da aynı suçları işlemeye devam etmiştir.
Bu suçlar için yeniden, yeniden ve yeniden yargılanması lazım gelen birine siz hangi umut hakkından söz ediyorsunuz” diyebilsin!
Ve…
Yarın 16 Ocak…
Teğmenlerimiz, olmayan bir suçun savunmasını yapmak durumunda kalacak…
Hak bilen, hukuk bilen biri çıksın ve bu utanç dosyasını öyle bir kapatsın ki;
En anlamak istemeyenin bile kafasına kazınsın;
Türkiye Cumhuriyeti’nde Mustafa Kemal’in askerleri olmak da,
O askerlerin, ülkesine, ülkesinin kurucu değerlerine bağlılık andı içmesi de suç değildir!
Suç olan, bunlara kast edilmesidir!
Daha büyük suç olan ise, bunlara kast etmenin neredeyse “marifet” mertebesine yükseltilmesi, himaye edilmesidir!
Bu suçları işleyenleri devlet aklının timsali sayıp da, Mustafa Kemal’in askerlerinin üniformalarını çıkartmaya çalışmak bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir.