İYİ Parti Genel İdare Kurulu (GİK) üyesi ve Aydın Milletvekili Aydın Adnan Sezgin, Türkiye'nin dış politika yaklaşımının yetersiz olduğunu söyledi. Suudi gazetici Cemal Kaşıkçı'nınm öldürülmesinin yıpratılan bir Türkiye'de cereyan ettiğini vurgulayan Sezgin, "Olayın faillerinin bunu ülkemizde bu denli fütursuzca gerçekleştirebilmiş olmaları başlı başına faciadır" dedi.
Son dönemde Türkiye'nin içinde ve dışında olan gelişmeler nedeniyle dış politikada art arda çeşitli krizler yaşandı. Rahip Brunson krizi ve Cemal Kaşıkçı meselesi başta olmak üzere son dönemde dış politikamızda yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Genel olarak baktığımızda uluslararası ilişkilerin dokusunda uç veren değişiklikler karşısında Türkiye'nin dış politika yaklaşımının yetersiz kaldığını görüyoruz. Cemal Kaşıkçı ve rahip Brunson olayları bunun yakın zamanda yaşadığımız ve en somut örnekleri olarak kabul edilebilir. İktidarın sözcülerinden bir arkadaşımız geçtiğimiz günlerde Meclis Genel Kurulu'nda Sayın Cumhurbaşkanı'nın dış politikayla ilgili bir konuda 'haykırmasından, haykırışından' söz etti. Bunu, Sayın Cumhurbaşkanı'nın üslubuna uygun olarak 'bağırmak' anlamında kullanmışsa haykırmanın bir dış politika aracı olmadığını hatırlatmak gerekir. Tam tersine bu tavır, hata ve zarara mâl olan bir alışkanlıktır.
Türkiye son yıllarda bu haykırışlardan ve değerlendirme yanılgılarından büyük kayıplara uğramıştır. İmajımız tahrip olmuştur, dış politikamızın saygınlığı aşınmıştır. İktidarın yaklaşımlarına ve uygulamalarına güven zedelenmiştir. Oysa güven ve itibar, dış politikayı onurlandıran ve ulusal çıkara hizmet eden vasıflardır. Ne var ki, dış politikamız ulusal çıkar anlayışından da uzaklaşmıştır. Geçtiğimiz haftalarda Meclis kürsüsünden yaptığım bir konuşmada, iktidarın ve sözcülerinin son haftalarda milli menfaat kavramına daha sıkça atıfta bulunmaya başladıklarını, bundan memnuniyet duyduğumuzu ve bu yaklaşımlarının somut uygulamalara nasıl dönüştürüleceğini takip edeceğimizi ifade etmiştim. Maalesef, kısa bir süre sonra Sayın Cumhurbaşkanı çok net ifadelerle Türkiye ile AK Parti'nin kaderinin özdeş olduğunu belirtti. Bu, hepimizden çok daha büyük ve aşkın olan Türkiye'ye karşı işlenen ağır bir hatadır. Ayrıca ulusal çıkarın iktidar tarafından nasıl tanımlandığını ortaya koymak bakımından da üzücü bir karinedir. Ancak iktidarın dış politikaya yaklaşımı sadece bu zülle malul değildir. Dış politikamız uzun bir süreden beri, transaksiyonel diye tabir edilen, basit bir al-ver mantığının içine hapsedilmiştir.
Dış politikamız kimlik ve aidiyetini yitirdikçe bu anlayış yerleşmiştir."
Son dönemde yaşanan olaylarda, örneğin Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi olayında, izlenen dış politikanın etkisi olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?
"Kaşıkçı'nın malum koşullar altında öldürülmesi, az önce belirttiğim şekilde yıpratılan bir Türkiye'de cereyan etmiştir. Olayın faillerinin bunu ülkemizde bu denli fütursuzca gerçekleştirebilmiş olmaları başlı başına faciadır. Bu cüreti nereden bulmuşlardır? Esas failin bir süre önce iktidarın pek yakın dostu, müstebit ve müptezel Suudi Arabistan rejimi olduğu büyük ölçüde tespit edilmiştir. Riyad, 'Yaparım, sonra da karşılığını verir kurtulurum' mu demiştir? Başka oyunlar mı oynanmıştır? Birçok soru vardır. Sonuçta, Prens Salman'ın öfkesi Türkiye'nin itibarına yeni bir ağır darbe indirmiştir. Bu olayla bağlantılı bazı mahrem alışverişler gerçekleşirse bu ülkemiz için daha da zedeleyici olacaktır. Olayın başından beri tek adam düzeninin yargısı ve memurları, benzer olaylarda uygulanması gereken norm ve kuralların dışında hareket etmişlerdir. Burada, Viyana Konvansiyonu'nun ayrıntılarına ve hatalı tavırların sıralamasına girmeyeceğim. Saray'ın bir danışmanı son makalesinde 'Sayın Cumhurbaşkanı olayı fazla deşelemeden, aksine iyi niyetle adımlar atarak Kral Salman'a yardımcı oluyor' diye yazmıştır. Umarım danışman yanlış bilgilendirilmiştir. Aksi takdirde böyle bir tutum perişanlık demektir, suçluyu açıkça himaye etmektir. Bu, real politik değildir, dik duramamaktır. Trump'ın da benzer bir himaye sağlamaya çalıştığına dair ciddi işaretler mevcuttur. Esasen, sırf Suudi Başkonsolosun elini kolunu sallayarak ülkesine dönebilmiş olması başlı başına bir skandaldır."
Peki deneyimli bir emekli diplomat olarak, Türkiye'nin Kaşıkçı olayında nasıl bir tutum sergilemesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
"Hadiseyle ilgili adli sürecin hemen başında Başkonsolos ifade vermeye davet edilmeliydi. Hiç değilse tanık sıfatıyla... Evet, uluslararası hukuk Konsolosluk yetkililerine muafiyetler tanır ama bazı vecibeler de getirir. Bunu yalnız doktrine göre değil bizzat yaşadığım tecrübeye istinaden seslendiriyorum. Paris'teki Başkonsolosluk görevim sırasında, başkonsolosluğumuzun internet sitesinde yayınladığımız bilgilerde, 'Sözde Ermeni soykırımı' iddialarına karşı çıkan ifadeler bulunması nedeniyle Ermeni dernekleri tarafından aleyhime dava açılmıştı. Kural ve geleneklere uygun olarak karşı ifademi verdim, yargı yolunu kabullendik. Dava görüldü, hem ilk mahkemede hem de temyizde davayı kazandık."
Kaşıkçı olayında Suudi Başkonsolosu'nun yurt dışına kaçmasında iktidarın ihmali olduğunu mu söylüyorsunuz?
"Kesinlikle!.. Kaşıkçı olayında açıkça ve çok ağır bir suç söz konusudur ve durum hukuki olarak çok daha emredicidir. İktidarın ihmali veya göz yumması nedeniyle, olayın açıklığa kavuşturulmasını sağlayacak birçok delilin yok edilmesine zaman tanınmıştır ve sorumluluk makamındaki başkonsolos herkesin gözleri önünde ülkeyi terk edebilmiştir. Oysa, olay ortaya çıkar çıkmaz başkonsolos ifade vermeye davet edilmeliydi. Hiç değilse tanık sıfatıyla. Ayrıca bu gibi durumlarda başkonsolosun konut dokunulmazlığının da sınırlı olduğu ve bu açıdan da bir ihmal olduğu çok açıktır. Öte yandan Kaşıkçı olayı, Brunson'ın serbest bırakılmasından sonra yaşanan bazı gelişmeleri de gölgede bırakmıştır. Brunson ile ilgili yargı kararı açıklandıktan sonra iktidar sözcüleri ne derlerse desin, söylediklerini, başta akıl ve vicdan olmak üzere, Trump'ın ifadelerinin gerçek anlamı, yabancı medya organlarında yapılan yorumlar yerle yeksan ediyor. "
"DAHA İTİBARSIZ İSTİKRARSIZ HALE GELİR"
Türk dış politikasının içinde bulunduğu acziyetten çıkarak yeniden itibarlı bir duruma gelmesi mümkün mü sizce?
"İktidarın dış politika tutumu nedeniyle, Türk dış politika geleneğinden geriye koskoca bir 'güven ve saygınlık boşluğu' kalmıştır. Bunun düzeltilmesi için tek bir yol görüyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi, milli iradenin tecelli ettiği makam olarak ulusal çıkarlarımızın ve dış politikamızın da belirlendiği yer haline getirilmelidir. Bunların en münasip şekilde belirleneceği zemin burasıdır. Dış politika konularını Yüce Meclis'e taşımakta bir beis yoktur. Bundan çekinmeden ve milli meseleleri muhalefetten kaçırmaya çalışmadan bu konular Meclis gündemine getirilirse, biz de elimizden geldiğince katkı sağlarız. Ayrıca son bir husus olarak, Dışişleri Bakanlığı'nın daha fazla örselenmemesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Türk devlet geleneğimizin en köklü kurumlarından olan Hariciye'nin geleneklerinin yok edilmesi sonucunda, dış politikamız daha itibarsız ve istikrarsız hale gelecektir."