İYİ Parti lideri Müsavat Dervişoğlu'ndan Erdoğan'ın "İsrail" çıkışına tepki

İYİ Parti lideri Müsavat Dervişoğlu'ndan Erdoğan'ın "İsrail" çıkışına tepki

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM grup toplantısında konuştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "İsrail'in bir sonraki hedefi Türkiye" çıkışı için "Devlet ciddiyetine yakışmadı" diyen Dervişoğlu, "Türkiye, basit ajitasyonlarla, hamasetle yönlendirilecek bir ülke değildir" dedi.

"Türkiye, Orta Doğu’da krizleri abartan bir ülke değil, çözüm üreten, tarihsel misyonuna uygun biçimde barışı savunan güçlü bir aktör olmalıdır" diyen Dervişoğlu, merkezde buluşma çağrısına da açıklık getirdi.

aa-20241002-35796410-35796407-iyi-party-group-meeting.jpg

“BU MİLLETİN HÜRRİYETİNE VE BAĞIMSIZLIĞINA KARŞI ÇIKANLARA BEN DE GENÇ TEĞMENLER GİBİ KILICIMI KALDIRIYORUM!”

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, yeni yasama yılının ilk grup toplantısında konuştu.

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, güzel ve umut dolu bir konuda konuşma yapmak istediğini ancak coğrafyamızın yangı yeri olduğunu belirterek Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere değinerek konuşmasına başladı.

“BU SESSİZLİK, ZULMÜ ONAYLAYAN, ADETA İSRAİL'İN İŞLEDİĞİ SAVAŞ SUÇLARINA ORTAK OLAN BİR TAVIRDIR!”

İsrail’in Filistin’de on yıllardır süren kanlı işgal ve sistematik zulmünün bölge sınırlarını aşarak Lübnan’a kadar yayıldığını belirten Dervişoğlu, bu işgalci devletin saldırıları, uluslararası hukukun zerrece umursanmadığı, pervasız bir tutumla yürütülmekte; sivil yerleşim alanları bilerek hedef alınmakta, çocuklar, kadınlar, masum siviller acımasızca katledilmektedir. İsrail, Filistin'de gerçekleştirdiği insanlık dışı politikalara ilaveten, Lübnan'da şehirleri yerle bir etmekte, masum insanları yerlerinden, yurtlarından koparıp göçe zorlamaktadır. Bu vahşi saldırılar, sadece bölgenin istikrarını değil, tüm Orta Doğu'yu bir ateş çemberine sürüklemekte ve büyük bir yayılmacı stratejinin tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki, Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplum, bu insanlık dışı olaylar karşısında ne yazık ki utanç verici bir sessizliği tercih etmektedir. Bu sessizlik, zulmü onaylayan, adeta İsrail'in işlediği savaş suçlarına ortak olan bir tavırdır! Birleşmiş Milletler'in acizliği ve etkisizliği, adaletin köküne kibrit suyu dökmekte, insanlık vicdanında derin yaralar açmaktadır. Eğer BM ve dünya toplumu, gerçekten barıştan yana bir duruş sergiliyor olsaydı, İsrail'in bu pervasız saldırganlığı karşısında cesur ve kararlı adımlar atarlardı.” ifadelerini kullandı.

aa-20241002-35796410-35796408-iyi-party-group-meeting.jpg

“TÜRKİYE'NİN BÖLGESEL GÜCÜ ELLERİ KOLLARI BAĞLANMIŞ ŞEKİLDE HAREKETSİZ BIRAKILMIŞTIR!”

Dervişoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu konuda devlet ciddiyetine yakışmayan açıklamalar kullandığını vurguladı; “Türkiye, basit ajitasyonlarla, hamasetle yönlendirilecek bir ülke değildir. Bölgemizde böylesine önemli meseleler söz konusu olduğunda, popülist korku siyasetiyle halkı kandırmaya çalışmak, ülkemizin uluslararası itibarını yerle bir etmekte ve diplomatik alanda bizi ciddiyetsiz bir aktör olarak göstermektedir. İsrail’in insanlık dışı politikalarına karşı durmak zaruridir; ancak Türkiye gibi kadim bir devletin, bu meselede akılcı ve stratejik bir diplomasi yürütmesi gerekirken, hamasi söylemlerle dış politika oluşturmaya çalışması kabul edilemez. Türkiye, Orta Doğu’da krizleri abartan bir ülke değil, çözüm üreten, tarihsel misyonuna uygun biçimde barışı savunan güçlü bir aktör olmalıdır.

Türkiye, bu coğrafyanın kadim bekçisi olarak tarihsel sorumluluklarını asla unutmamalıdır. Türkiye, hem coğrafi konumu, hem ekonomik gücü, hem de tarihsel bağları ile bölgesinin en önemli ekonomik güçlerinden biridir. Türkiye'nin bölgesel gücü elleri kolları bağlanmış şekilde hareketsiz bırakılmıştır! İktidarın akıl almaz yönetim hataları, Türkiye'yi hem mazlum halkların yanında durma şansını yitirmiş hem de küresel siyasette ağırlığını kaybetmiş bir ülke konumuna sürüklemiştir.”

“İKTİDARA ÇAĞRIMIZ SORUNUN İNSANİ BOYUTUNU ÖNE ÇIKARACAK ÇABALARA ÖNCELİK VERMELERİ, TBMM VE SİYASİ PARTİLERİ DE GEREKTİĞİ VEÇHİLE BİLGİLENDİRMELERİ YÖNÜNDEDİR”

Yaşanan gelişmelere ilişkin iktidarın tutumuna değinerek çağrıda bulunan İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, “Böyle bir ortamda ve özellikle Hakan Fidan kamuya yaptığı açıklamalarda bir III. Dünya Savaşı riskinden söz ederken Dışişleri Komisyonu’na ve de TBMM Genel Kurulu’na bilgi verilmiyor oluşu kaygı vericidir. Buna bir de Sayın Cumhurbaşkanı’nın “İsrail’in müteakip hedefinin Türkiye olduğu” yolundaki beyanları eklenince “iktidar milli güvenliğimiz için ne yapıyor” sorusunu sormak durumundayız. Hiçbir şey yapmıyor gözüktükleri için de, beyanları onlar açısından maalesef inandırıcılığını yitirmektedir. Arap ülkelerinin lakayt davranışı ve mezhepsel yaklaşımlar nedeniyle bu yaranın öngörülebilir bir gelecekte kapanması zor görülmektedir. Birleşmiş Milletleri Güvenlik Konseyi’nin ise veto yetkisine sahip ülkelerin tavrı nedeniyle kendisinden beklenen etkinliği gösteremeyeceği anlaşılmaktadır. Ülkemizin ise sorunların aşılması yolunda, meseleye taraf olmaktan dolayı bir arabuluculuk işlevini yerine getirmesi de imkânsız hale gelmiş bulunmaktadır. İYİ Parti olarak iktidara çağrımız sorunun insani boyutunu öne çıkaracak çabalara öncelik vermeleri, TBMM ve siyasi Partileri de gerektiği veçhile bilgilendirmeleri yönündedir. Çatışmaların bir yansıması olarak yeni sığınmacı dalgaları olasılığının da göz ardı edilmemesi gerektiğine inanıyoruz. Ülkemizin, tarihsel misyonuna ve bölgesel gücüne yakışır şekilde hareket etmesi ancak sağlam, tutarlı ve cesur bir dış politika ile mümkündür. Cumhuriyetimizin son çeyreği gerçekleşememiş, güce dönememiş bir potansiyelin tarihidir. 22 yıldır ülkeyi yöneten AK Parti dış politikada olduğu gibi iç politikada; sanayide, ticarette, tarımda; her politika alanında bu potansiyeli zayi etmekten öteye geçememiştir.

aa-20241002-35796410-35796404-iyi-party-group-meeting.jpg

“BENİM MERKEZ ÇAĞRIM SİYASİ PARTİLERE DEĞİL, BÜYÜK TÜRK MİLLETİNE YAPILMIŞ BİR ÇAĞRIDIR”

Daha önce yapmış olduğu merkezde buluşma çağrısında değinen Dervişoğlu; Bu çağrım, ülkemizin kurtuluşu ve geleceği için oldukça önemli olduğuna inandığım bir adımı beraber atmaya ve hatta yolu beraber yürümeye açık davetti. Ancak, bu çağrının yanlış anlaşıldığına şahit oldum. Bazı çevreler, bu çağrıyı yalnızca siyasi partilere yapılan bir davet olarak algıladı. Buradan açıkça belirtmek istiyorum ki, benim merkez çağrım siyasi partilere değil, büyük Türk milletine yapılmış bir çağrıdır. Bu yanlış algıyı düzeltmek ve neyi kastettiğimi net bir şekilde anlatmak için bugün sizlerle bu önemli konuyu detaylandırmak istiyorum. Öncelikle, “merkez” dediğimiz kavramın ne anlama geldiğini tanımlamak gerek. Merkez, aslında makul olan demektir. Siyasi tarihimize baktığımızda, merkez sağ, sağ merkez ya da milliyetçi sağ dediğimiz anlayış, Türkiye’de uzun yıllar boyunca toplumun geniş kesimlerini bir arada tutan, uzlaşıyı esas alan bir gelenekti. Bu siyasi anlayışın temsilcileri, milletimizin ortak değerleri etrafında buluşarak ülkemizi yönettiler. Bu gelenek, farklı görüşlerden insanları aynı masa etrafında toplayan, toplumsal barışı ve istikrarı önceleyen bir siyaset anlayışıdır.”

“BİZİM ÇAĞRIMIZ, AKP’NİN YOK ETTİĞİ SAĞDUYUYA, AKLISELİME VE TOPLUMSAL BARIŞA GERİ DÖNME ÇAĞRISIDIR”

AKP iktidarıyla birlikte merkezin siyasetin dışına itildiğini belirten Dervişoğlu; “AKP, merkezdeki ortak aklı ve toplumsal dengeyi bozarak, siyaseti uç noktalara kaydırdı. Merkezde birleştiren değil, toplumu parçalayan ve farklılıkları bir zenginlik yerine bir ayrışma unsuru olarak gören bir anlayış hâkim kılındı 22 yıldır. Merkez siyaseti devre dışı bırakarak kendi iktidarlarını, kutuplaşma üzerine kurmak hep ana stratejileri oldu. Bugün geldiğimiz noktada, iktidarın izlediği bu politika, Türkiye'yi bir arada tutan o güçlü merkez yapıyı yok etti. Sürekli olarak toplumu kutuplaştırarak, biz ve onlar söylemini yaygınlaştırdılar. İktidarlarını korumak için toplumu bölerek, halkı kamplara ayıran bir siyaset yürüttüler. Oysa merkez, tam da bu kutuplaşmalara karşı toplumun geniş kesimlerini birleştiren, ortak akıl ve sağduyunun temsil edildiği yerdir. Merkezin boşaltılması, toplumu birbirine yabancılaştırdı ve siyasetin aşırılıklara savrulmasına neden oldu. Bu durum, yalnızca siyasetimizi değil, toplumumuzu da zehirleyen bir süreç haline geldi. Biz, bu çağrıyı tam da bu nedenle yapıyoruz. Merkezde buluşmak, aşırılıkların karşısında durmak, toplumsal barışı yeniden inşa etmek demektir. Merkezin yok edilmesiyle kaybolan o ortak zemini yeniden inşa etmek zorundayız. Bizim çağrımız, AKP’nin yok ettiği sağduyuya, aklıselime ve toplumsal barışa geri dönme çağrısıdır. Bu yüzden merkezde buluşmak, ülkemiz için bir zorunluluktur. Bizim amacımız, birkaç cambazın üzerinde dengesizce yürüyebileceği ince ipleri değil, toplumun tüm katmanlarını bir araya getiren sağlam bir köprüyü inşa etmektir.” dedi.

aa-20241002-35796410-35796405-iyi-party-group-meeting.jpg

“KURU BİR TOPRAKTA FİLİZLENEN HER TOHUM GİBİ, BU BİRLİK ÇAĞRISI DA TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNİ YEŞERTECEKTİR”

Geçmişte merkez siyasetin temsil ettiği değerlerin milletin birlik ve beraberlik içinde ilerlemesine katkı sağladığını söyleyen İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu; “Bizim görevimiz, o köprüyü yeniden kurmak ve milletin ele ele, kol kola, omuz omuza, gönül gönüle geçebileceği sağlam bir zemini oluşturmaktır. Merkezin yeniden inşası, makul olanın yeniden makbul hale gelmesiyle mümkündür. Çünkü makul olan, yani toplumun ortak çıkarlarını gözeten anlayış, ülkemizin geleceği için rotamızı belirleyen pusuladır. Benim çağrım, hep birlikte hareket ederek daha güçlü, daha müreffeh bir Türkiye'yi inşa etme davetidir. Kuru bir toprakta filizlenen her tohum gibi, bu birlik çağrısı da Türkiye'nin geleceğini yeşertecektir.” şeklinde konuştu.

“BİZ TARAFTAR DEĞİLİZ, TÜRK MİLLETİNDEN TARAFIZ!”

Kutuplaştırıcı siyasetin, toplumu parçalara ayıran yaklaşımların artık son bulması gerektiğinin altını çizen Dervişoğlu; “Bu milletin damarına basanlar, halkımızı birbirine düşman edenler, bir ateşin üzerine benzin döker gibi bu ülkeyi kutuplaştıranlar, dikkatle dinleyin! Yeter artık! İnsanları ayrıştırarak, kin ve nefret tohumları ekerek bu ülkenin geleceğini karartmaya çalışıyorsunuz. Bu ülkenin geleceğini size teslim etmeyeceğiz! Toplumumuzun içinde birliği bozanlara, huzurumuzu kaçıranlara karşı sabrımız kalmadı. Çatışmalarla, kavgalara yol açarak iktidarlarını korumaya çalışanlar bilsin ki, Türkiye’nin sarsılmaz birliği karşısında duramayacaksınız! Bugün burada, Türk milletine yapılan bu çağrı, kardeşliğimizi parçalayanlara karşı yükselmiş bir ses, bir isyandır. Biz, bu ülkeyi parçalara ayırmak isteyenlerin değil, birleştirmek isteyenlerin safında olacağız. Biz taraftar değiliz, Türk milletinden tarafız! Türkiye’nin başına örülen bu kutuplaştırıcı tuzakları bozacağız! Herkes bilsin ki, merkezde buluşma çağrısı, aşırılıkların değil, makul olanın zaferini getirecektir. Bu sağduyu ve aklıselim yolunda, bir araya gelip Türkiye’nin geleceği için en doğru adımları atacağız.”

aa-20241002-35796410-35796402-iyi-party-group-meeting.jpg

“BÜYÜK TÜRK MİLLETİ BUNU YAPARSA YAPARSA, ANCAK İYİ’LER YAPAR DİYOR”

“Bizler, bu ülkeyi güvenli bir geleceğe taşımaya kararlıyız. Milletimiz bizden büyük bir tarihi misyonu yerine getirmemizi bekliyor. Ayrışmak değil, birleşmek istiyor. Kutuplaşmak değil, kucaklaşmak istiyor. Çatışmak değil, barışmak istiyor. Sürünmek değil, şahlanmak istiyor büyük Türk milleti. Ve bunu yaparsa yaparsa, ancak İYİ’ler yapar diyor. Bu tarihi sorumluluktan kaçamayız. Başarmak zorundayız. Allah da, millet de, tarih de şahit olsun ki; Başaracağız, başaracağız, başaracağız!..”

“BU MİLLETİN HÜRRİYETİNE VE BAĞIMSIZLIĞINA KARŞI ÇIKANLARA BEN DE GENÇ TEĞMENLER GİBİ KILICIMI KALDIRIYORUM!”

Konuşması esnasında grup salonunda “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganlarının atılması üzerine İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’nun; “Bu milletin hürriyetine ve bağımsızlığına karşı çıkanlara ben de genç teğmenler gibi kılıcımı kaldırıyorum!” ifadelerini kullanması salonda coşkuyla karşılandı.

“FINDIK YOK, ÜRÜN KAYBI ÇOK!”

Müsavat Dervişoğlu konuşmasına fındık üreticilerinin yaşadığı sorunlara değinerek şu sözlerle devam etti: “Karadeniz dertli! Adına kokarca denen bir zararlı musallat oldu onlara miras kalana, gelirlerine ve çocuklarının geleceğine. Tekrar altını çizmek istiyorum. Mesele sadece bir tarım ürününden ibaret değil. Konuştuğumuz sorun, Karadeniz’de kök salmış ve fındık üreticisinin hayallerini, geçim kaynaklarını kemiren bir bela. Bu sorunu basit bir böcek sorunu olarak görüp geçmek, Karadeniz’de yaşayan milyonları anlamamak demektir. Bu sorun, adeta Karadeniz'in ikinci pandemisidir. Zira kahverengi kokarca hangi renkten olursa olsun sadece fındık bahçesini değil, o bahçeden geçinen yüz binlerin yaşamını adeta istila etmiş durumda. Ülkenin doğusundan batısına kadar her fındık bahçesinde aynı çığlık yükseliyor: “Fındık yok, ürün kaybı çok!”

“TARIM SEKTÖRÜNÜN ASIL PANDEMİSİ 2002 YILINDAN BERİ ADALET VE KALKINMA PARTİSİ’DİR”

“Sorunun kök nedeni, sadece iklim değişikliği ya da böceğin istilacı yapısı değil. Bu sorunun kökeni, tarımsal planlamadaki uzun vadeli vizyonsuzluktur. Kokarca için Karadeniz’in ikinci pandemisi diyoruz ama tarım sektörünün asıl pandemisi 2002 yılından beri Adalet ve Kalkınma Partisi’dir. Bunlar göreve başladıklarından beri tarım sektörünü adım adım çökerttiler. Bilimsel çalışmalardan uzaklaşıldı, tarımsal araştırma ve geliştirme projelerine gereken bütçe ayrılmadı. Yerel çözümler yerine ithalata dayalı kısa vadeli politikalarla günü kurtarma anlayışı benimsendi. Bunun sonucunda bugün yalnızca kokarca ile değil, tarımın her alanındaki yapısal sorunlarla boğuşuyoruz.”

aa-20241002-35796410-35796403-iyi-party-group-meeting.jpg

“ÇİFTÇİYE MERKEZİ YÖNETİMİN SADECE 2023’TEN KALMA 202 MİLYAR BORCU VAR”

“Bu sorunları çözmek gibi bir niyetleri de yok bu beylerin. Bakın, gayri safi yurt içi hasılanın yüzde biri tarımsal desteklemeye ayrılacak diye kanun var. Geçen sene gayri safi yurt içi hasıla ne kadardı? 26,5 trilyon lira. Bunun yüzde biri 265 milyar yapar. Ne kadar tarımsal destekleme çıkmış peki merkezi yönetimden? 63 milyar. Yani çiftçiye merkezi yönetimin sadece 2023’ten kalma 202 milyar borcu var. Gelin bir de devletin çiftçiye son beş yılda biriken borcuna bakalım. Takdir edersiniz ki İTO enflasyonunu dikkate almak gerek. Ve haydi bu sene sonunda enflasyon diyelim ki yüzde 50 olacak. Eldeki sayılarla hesabı yapınca hükümetin 2019’dan beri çiftçiye hakkı olmasına rağmen ödemediği desteklemenin birikmiş tutarı bu sene sonunun fiyatlarıyla tam 1 trilyon 236 milyar lira yapıyor.”

“ORTA GELİRLİNİN ÜMÜĞÜNE DAHA FAZLA BASMAKTAN FAZLASINI YAPAMAYAN VERGİMATİK MEHMET…”

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “vergilendirilmemiş alan bırakmayacağız” sözlerine de değinen Dervişoğlu; Vergilendirilmemiş alan bırakmayacağız diyerek çıktığı yolda düşük ve orta gelirlinin ümüğüne daha fazla basmaktan fazlasını yapamayan Vergimatik Mehmet de yapsın bu hesabı. Gıda enflasyonunun sebebini arayan Merkez Bankası da yapsın bu hesabı. Market, depo basarak her fiyat indirebileceğini sanan Ticaret Zabıtası da yapsın bu hesabı. Çiftçinin biriken borcu nedeniyle malına, toprağına göz dikmiş bankalar ve finans kuruluşları yapsın bu hesabı. Yoksulluğu çözmeye değil yönetmeye and içmiş Cumhurbaşkanı da yapsın bu hesabı. Ancak daha doğru ürün fiyatı belirlemekten bile aciz tarım bakanı bu hesabı yapmasa da olur.”

“BU DURUM YALNIZCA BİR EKONOMİK ÇÖKÜŞ DEĞİL, TOPLUMSAL BİR TAHRİBATTIR”

“Tarım Bakanlığının kırsalı, kır sosyolojisini anlaması lazım hesap yapmaya geçmeden önce. Ben onlara sizlerle birlikte yardımcı olmaya çalışayım. Bir an düşünün, Karadeniz’de sadece fındıkla geçimini sağlayan kaç hane var? Ben size söyleyeyim: On binlerce. Sadece fındık geliriyle evine ekmek götüren, çocuklarını okutan, geleceğini inşa eden insanlar... Dört çocuğu sadece fındıktan elde ettiği gelirle okutan, üniversiteden mezun eden üreticileri hatırlıyorum. Bugün, aynı topraklarda, %60’a varan ürün kayıplarıyla karşı karşıya olan bu insanlar, çocuklarının eğitim masraflarını karşılayamıyor. Çocuklarını okula gönderebilsinler diye kırtasiye kampanyaları düzenlemek zorunda kalınıyor. Bu durum yalnızca bir ekonomik çöküş değil, toplumsal bir tahribattır.”

“SADECE BİR ÜRÜN DEĞİL, BİR YAŞAM BİÇİMİDİR”

“Tarımsal üretim, toplumu bir arada tutan sosyal dokunun bir parçasıdır. Karadeniz’de fındık, Aydın’da incir ve pamuk, Malatya’da kayısı, Şanlıurfa’da Gaziantep’te fıstık, Çukurovada narenciye sadece bir ürün değil, bir yaşam biçimidir. İnsanlar sadece para kazanmaz ama nesiller boyu süregelen bir kültürü yaşatırlar. Bugün tarımdaki sorunlar sadece ürünleri değil, bu kültürü ve toplumsal dokuyu da tehdit ediyor. Politika hataları yüzünden geçim kaynaklarını kaybeden üreticiler, göç etmeye, tarlalarını, bahçelerini terk etmeye zorlanıyor. Bu göç dalgası, sadece Anadolu’nun kırsalında değil, şehirlerde de sosyal sorunlara yol açacak.”

“SADECE ÜRETİMİ DEĞİL, TOPLUMSAL DAYANIŞMAYI DA ÇÖKERTİR”

Tarımdaki bu yıkımın ardında yatan derin sosyolojik sorunların da göz ardı edilemeyeceğinin altını çizen İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu; “ Bu sosyal tahribat, yalnızca tarımsal üreticilerin değil, hepimizin sorunudur. Çiftçinin zayıflatıldığı, emeğinin karşılığını alamadığı bir tarım politikası sadece üretimi değil, toplumsal dayanışmayı da çökertir. Şehirdeki vatandaşlarımız bu sorunu anlamalı çünkü yarın mutfağımızdan temel ürünler eksildiğinde ve fiyatlar fırladığında bu sorunun sadece çiftçiye ya da kırsala ait olmadığını göreceğiz” dedi.

aa-20241002-35796410-35796403-iyi-party-group-meeting-001.jpg

“BENZETMEMİ MAZUR GÖRÜN, TARIM BAKANLIĞI KARADENİZ YANARKEN SAÇINI TARAMAKLA MEŞGUL”

Dünya fındık üretiminin ana merkezinin Türkiye olduğunu belirten Dervişoğlu; Dünya fındık üretiminin yüzde 64’ü ülkemizde gerçekleşiyor. Yani bahsettiğim kokarca sorunu aslında sadece kendi vatandaşlarımızın gelirlerinin azalması riski değil, fındık temelli küresel gıda üretimi zincirlerinin de riske girmesi anlamına geliyor. Yani ortada hızla büyüyen bir yangın var ama benzetmemi mazur görün, tarım bakanlığı Karadeniz yanarken saçını taramakla meşgul. Sessizliklerini koruyarak, kozmetik düzenlemelerle günü kurtarmaya çalışma çabalarını sürdürerek tarımı, fındığı kurtaracaklarını sanıyorlar galiba. Bir kendinize gelin artık! Size sesleniyorum: Siz de bu kafa olduğu müddetçe tarımı düzeltemezsiniz! Tarımı düzeltme niyetiniz varsa önce kendinizi düzelteceksiniz. Düzeltemiyorsanız da arkadaş biz bu işi yapamadık demeyi, doldurmaktan haz aldığınız koltukları boşaltmayı bileceksiniz.” ifadelerini kullandı.

“SAHAYA GİDİN SAHAYA! HALKIN HALİYLE HEMHAL, DERDİYLE HEMDERT OLUN!”

Tarım sektörünün geldiği hâle şaşırmadıklarını belirten İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu; Tarım sektörü 22 yıldır, yanlış politikalarla adım adım zayıflatıldı. Tarım sektörü, devletin planlama ve strateji yapma yeteneğini kaybetmesiyle çöktü. Tarımın içinde bulunduğu durumun müsebbipleri, iki yıl çalıştık, yeni bir destekleme modeli çıkardık diye hava atıyor bugünlerde. Allah aşkına bunca çalışıp çıkardığınız bu destekleme modeli sihirli değnek mi? Kökten bir reform olmadan, birkaç küçük müdahaleyle tarımdaki devasa sorunları çözemezsiniz. Size bir örnek vereyim. Yeşil ve kahverengi kokarca ile mücadelede yavaş kalınıyor ya, yarın bu iki böcekten daha dirençli zararlıların türemesi riski var. Şimdi biz daha eldekilerle baş edemezken bunlardan daha dirençli, mücadele etmesi daha zor yeni zararlılar ortaya çıkacak. İşte politikanın, stratejinin doğru zamanda, doğru şekilde tasarlanması gerekliliği de bu nedenledir. Öne çıkan bir sorunu siz çözmekte yavaş kaldığınızda, bir yerden yeni bir sorun patlak verir. Sonra bu sorunlar birleşir, daha kompleks sorunlar ortaya çıkar. Bakanlıkların, genel müdürlüklerin, icracı tüm kurumların yönetici koltukları, misafirlerinizle çay, kahve ikram edin, Mercedeslerinizle, helikopterlerinizle, uçaklarınızla gezin diye size verilmedi. Bu milletin imkanlarını çarçur etmeyin. Sahaya gidin sahaya; halkın haliyle hemhal, derdiyle hemdert olun” şeklinde konuştu.

“TARIM MİLLÎ GÜVENLİKTİR KARDEŞLERİM!”

Tarımda yeni bir yol politikası çizilmesi gerektiğini söyleyen İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu; “Tarımın köprüden önceki son çıkışını çoktan kaçırdınız efendiler. Artık basit müdahalelerle tarımı düzeltmek mümkün değil. Tarım, baştan, sıfırdan planlanmalıdır. Üreticiyi merkeze koyan, bilimsel araştırma ve yeniliklerle desteklenen bir tarım politikası oluşturmalıyız. Yani, tarımda yeni bir yol haritası çizmek zorundayız. Bu yol haritasına hazırlamaya ilk adımdan, tarımın ne anlama geldiğinden başlamak gerek. Örneğin, beka kavramını popülist siyasetlerine malzeme edenler elbette bekanın anahtarlarından birinin tarım olduğunu bilmezler. Beka tarımdadır kıymetli kardeşlerim. Kendi toprağında kendine yetemeyenin ne bugünü, ne yarını rahattır. Tarım milli güvenliktir kardeşlerim. Her çiftçi ektiği vatan toprağının bekçisidir. Bu toprak bir dönüm de olsa, üzerinde on ağaç da olsa onu eken, onunla rızıklanan bir çiftçi varsa yalnız değildir. Toprağı sadece rant alanı olarak görenler, çiftçiyi üç beş kuruş sadakayla teselli edebileceklerini zannedenler bu gerçeği göremezler” dedi.

“ÇİFTÇİYİ KARŞISINDA BULUNAN ADALET VE KALKINMA PARTİSİ BELASINDAN KURTARMAK İÇİN ANADOLU YOLLARINA DÜŞECEĞİZ!”

İYİ Parti olarak, tarımda adil, eşit ve özgür bir Türkiye için çalışacağız diyen Dervişoğlu; ”Bu yolda, çiftçilerimizle omuz omuza mücadele edeceğiz. Millet bu niyetimizi takdir edip, mevcutların nasıl kullanmaları gerektiğini bilmedikleri yasama ve yürütme gücünü bize teslim edene kadar da, mevcut güç sahiplerine doğruyu göstermeye devam edeceğiz. Çıktığımız hiçbir yolda bezmedik, yılmadık, yorulmadık. Çiftçiyi karşısında bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi belasından kurtarmak için Anadolu yollarına düşeceğiz! Bu kapsam içerisinde Aydın’da çiftçilerimizle, Söke’de pamuk tarlalarında buluşacağız!” dedi.

“ADALET, EŞİTLİK VE HÜRRİYET KAVRAMLARI YALNIZCA SİYASİ SÖYLEMLERDEN İBARET DEĞİLDİR”

Adalet, eşitlik ve hürriyet kavramları üzerinden konuşmasına devam eden İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu şu ifadeleri kullandı: Son konuşmalarımda bu üç kavramı sıkça duydunuz. Bu üç kavramla buluşup kucaklaşıncaya kadar daha da duyacaksınız. Hem de sıkça duyacaksınız. Adalet, eşitlik ve hürriyet kavramları yalnızca siyasi söylemlerden ibaret değildir. Bunlar, Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu, en çok özlemini çektiği ve her geçen gün daha fazla eksikliğini hissettiği değerlerdir. Bu kavramlar, güçlü bir gelecek inşa etmenin yegâne yoludur ve bizler, bu üç temel değeri siyasetimizin merkezine koyarak Türkiye’yi hak ettiği refaha ve huzura kavuşturacağız.

“ÜLKEMİZ GELİR EŞİTSİZLİĞİNDE AVRUPA BİRİNCİSİDİR”

“Eşitlik, toplumun her bir bireyinin, hangi koşullardan geldiğine, kim olduğuna bakılmaksızın, aynı haklara ve fırsatlara sahip olması demektir” diyen Dervişoğlu konuşmasına şu sözlerle devam etti: “Eşitlik, ülkemizin en büyük sorunlarından biri olan fırsat eşitsizliğinin panzehiridir. Bugün eğitimde, sağlıkta, iş gücünde ve toplumsal hayatta ne yazık ki herkes aynı imkanlara sahip değil. Adeta doğduğun yer, kaderindir anlayışıyla karşı karşıyayız. Eşitlik yoksa, bir ülkede refah olmaz. Çünkü toplumu ileri taşıyan, fırsatların herkes için erişilebilir olmasıdır; zenginleşme sadece belli bir kesimin tekelinde kaldığında, ülkenin bütünü gelişemez. Geldiğimiz noktada ülkemiz gelir eşitsizliğinde Avrupa birincisidir. Dünya Bankası’nın 2021 yılına dair veri sunduğu 71 ülke arasında ise gelir eşitsizliği açısından beşinci sırada yer almaktadır. TÜİK bile diyor ki ülkemizin bir yerlerinde 1 milyon 300 bin hane var, bunların 2022’deki hane geliri ortalama 816 bin lira. Yani bu hanelerdeki fertler ortalama bir Fransızdan, İtalyan’dan iyi yaşıyorlar. Ancak yine aynı ülkenin bir yerlerinde öyle bir 1 milyon 300 bin hane daha var ki bunların ortalama yıllık geliri sadece 26 bin 700 lira. Bu hanelerdeki vatandaşlarımız ise Gine’nin, Zambiya’nın ortalamasından kötü yaşıyorlar.”

“EŞİTLİK YOKSA, UMUT YOKTUR!”

“Eşitlik yoksa, bir ülkede demokrasi olmaz. Çünkü demokrasi, herkesin eşit haklara sahip olduğu bir düzenin varlığı ile mümkündür. Demokrasi, ancak her bireyin aynı oranda katılım ve temsil hakkına sahip olduğu bir ortamda yaşatılabilir. Oysa ülkemiz The Economist’in verilerine göre 2017’den beri hibrit rejim kategorisinde. Demokrasiden çok otokrasi ile yönetiliyor noktasına daha yakın. 167 ülke arasında da 2023 itibarıyla 102. Sıradayız bu utanılacak bir durumdur. Ama bu bizim değil 22 yıldır bu ülkeyi yönetenlerin utanacağı bir durumdur. V-DEM adında başka bir çalışma daha var. Demokrasinin daha geniş bir tanımı üzerinden hesaplama yapıyor. Bu çalışmanın kullandığı eşiğe göre ise otokratik bir ülke konumundayız. Yani doğrudan otokrasi ile yönetiliyor. Ancak bu verinin ima ettiği daha vahim bir durum, 2005’ten 2023’e kadarki 19 yılın 16’sında demokratik açıdan gerileme yaşadığımızı söylemesi. Eşitlik yoksa, umut yoktur! Sonuçta pek tabiidir ki böyle olacaktır. Çünkü insanlar, gelecekte daha iyi bir hayat kurma şansına sahip olduklarını hissetmediklerinde, toplumsal gelişim de durur.”

aa-20241002-35796410-35796401-iyi-party-group-meeting.jpg

“TEK BAŞINA EV KİRAMALASINA YETECEK GELİRİ BİLE OLMAYACAKSA BU GENÇ NEDEN ÜLKESİNDE DURMAK İSTESİN?”

Geleceğine inanmayan bir nesil, geleceğini başka ülkelerde aramaya başlar. Sadece hekimi, mühendisi, yetişmiş insan kaynağımız değil, tüm gençlerimizin en az yarısı fırsatı olsa yurt dışında yaşamak istediğini belirtiyor. İş yoksa, var olan işe girişte; eşit yarış yoksa, işe girdiğinde alacağı ücrette eşitlik ilkesi çalışmıyorsa bu genç neden Türkiye’de dursun? En iyi üniversiteyi bitirip iki ve hatta bir asgari ücret teklifiyle karşılaşacaksa, tek başına ev kiralamasına yetecek geliri bile olmayacaksa bu genç neden ülkesinde durmak istesin?”

“CUMHURİYETİNE BAĞLI TÜRK GENÇLERİ DEĞİL, PARYA İSTİYORLAR!”

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın açıklamalarına değinen Dervişoğlu şu ifadeleri kullandı: “Ülkemizin düzenli göçe ihtiyacı varmış. Çünkü bu beyefendiye göre “Gençlerimiz iş beğenmiyorlarmış.” Yanlış yok söylediklerimde, aynen böyle söylüyor. Yahu Sayın Cevdet Yılmaz, o iş beğenmediklerini söylediğin gençlerimiz yurtdışı vizesi kuyruklarındadır. Çünkü onlara hayat hakkı vizesi, mutlu olma vizesi, hayatı tecrübe etme, Dünya’yı tanıma vizesi vermiyorsunuz. Veremiyorsunuz değil, vermiyorsunuz! Bu çocuklar onun için vize kuyruklarında! Çünkü Cumhuriyetine bağlı Türk gençleri değil, parya istiyorlar. Bunlar kul istiyorlar. Ekmeğe muhtaç çaresiz kalabalıklar istiyorlar. İşte o pırıl pırıl gençler de tam da bu yüzden; Halk ekmek büfelerinde ekmek kuyruğu, Şehir hastanesi kapılarında muayene kuyruğu, iş ararken mülakat kuyruğu beklemek yerine, elçilik kapılarında vize kuyruğuna giriyorlar.

“SİYASETİN DEĞİL, ANCAK VE ANCAK VATANA İHANET KANUNUNUN KONUSU OLABİLİR”

Peki, neresi bu yurt dışı? Hiç fark etmiyor ki! Gençlerimize burası olmasın da neresi olursa olsun dedirten bir düzen içinde yaşadığımız düzen. Lanet olsun bu düzene ve bu düzeni inşa edenlere! Sadece şu son 5 yılda pırıl pırıl bir milyon gencimizi ülkelerinden göç etmek zorunda bırakarak, Onların yerine mahpushane kaçkını 10 milyon kişiyi almak ve bir de bu durumla övünmek bir siyasetin değil, ancak ve ancak vatana ihanet kanununun konusu olabilir.

“UYUDUĞUMUZ UYKU; BANA DA, SİZE DE, BU ÜLKEYİ YÖNETENLERE DE HARAMDIR”

TÜİK verilerine göre yoksul çocuk sayısının 7 milyondan fazla olmasına değinen İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu; Bu durum gerçekten böyleyse, gerçekten bu ülkede yatağa aç giren, aç uyanan 7 milyon çocuk varsa uyuduğumuz uyku; bana da, size de, bu ülkeyi yönetenlere de haramdır. Onca emek edip üniversite kazanan; anasını, babasını mutlu eden, geleceğe dair ufak da olsa umutlanan gençlerden yüz binlercesi parası olmadığı için üniversiteye kayıt yaptıramıyorsa şayet ve biz rahat yataklarımızda uyuyor isek hem vallahi hem billahi uyuduğumuz uyku bize haramdır. Bugün, bu ülkede falancanın oğlu, filancanın kızı, bilmem hangi tarikatın, derneğin mensubu olmak kamuda ve özel sektörde iş kapılarını başkasının hakkını çalarak açıyorsa uyku bize haramdır.

“EN BÜYÜK MEZİYET TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLIĞIDIR”

Devleti adeta bir federatif yapı haline getirdiler. Bu federatif yapının bir bileşenine mensup olmayanların da ülkedeki güçten, gelirden pay alması mümkün olmuyor işte. Bu yapıdan, bu düzenden eşitlik çıkmaz değerli dava arkadaşlarım. Ancak bu düzeni böyle kılanlara hep beraber hatırlatmamız gereken bir şey var: En büyük meziyet Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır, en büyük referans bir vatandaşımızın kendi başarısıdır. Benim adım Müsavat. Eşitlik demektir. Eşitsizlikten müzdarip gençlerin, anaların, babaların canhıraş feryadını duymuyorsak, duyup da bütün enerjimizle bu problemi çözmek için çalışmıyorsak, bana da hepimize de yazıklar olsun!”

“ADALET YALNIZCA ZENGİNLERİN, GÜÇLÜLERİN Mİ HAKKI?”

“Bugün Türkiye’de adalet, hepimiz biliyoruz ki parçalandı, parçalanmaya da devam ediyor.” diyerek konuşmasına devam eden İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, konuşmasına şu sözlerle devam etti:

“Adalet bir ülkenin temel direğidir. Adalet, bir milletin vicdanıdır. Adalet, bir toplumun nefesidir. Adalet, bir devletin meşruiyetinin en büyük kaynağıdır. Ancak, bugün Türkiye’de adalet, hepimiz biliyoruz ki parçalandı, parçalanmaya da devam ediyor. Adaletin terazisi eğildi, vicdanı karardı. Adalet dediğimiz şey, yalnızca mahkeme duvarlarında yazan bir kelime değildir. Adalet, hepimizin hayatında karşılık bulması gereken, doğuştan sahip olduğumuz bir haktır. Ancak bugün adalet, parası olanın cebine, gücü olanın arkasına saklanıyor. Adaletin terazisi bozuk, terazisi! Artık insanlar, hakkını aramaya korkuyor. Hakkını arayanlar susturuluyor. Bir haksızlık karşısında, mahkemeye başvurmak bile bir cesaret işi haline geldi. İşte bu noktada sormak zorundayız: Bu ülkenin adaleti, kimlere hizmet ediyor? Adalet yalnızca zenginlerin, güçlülerin mi hakkı?”

“BİZİM CUMHURBAŞKANLIĞI SARAYIMIZ VAR, İÇİNDE DEMOKRASİ YOK. BİZİM ADALET SARAYIMIZ VAR İÇİNDE ADALET YOK. BİZİM KÜLTÜR SARAYIMIZ VAR AMA İÇİNDE KÜLTÜRDEN, TARİHTEN ESER YOK”

“Bakın adaletiyle öne çıkan ülkelere. Buralarda adalet tarihi binalarda tesis edilir. Gidin köklü devletlere, demokrasilerden nasibini almış ülkelerde mahkeme salonlarına bir bakın hepsi tarihi binalardır. Çünkü adalet içinde bir milli vicdanı da barındırı. Biz ise yeni yeni, en büyük, en cafcaflı ama içinde adalet olmayan adalet saraylarında teselli arıyoruz. Bizim cumhurbaşkanlığı sarayımız var, içinde demokrasi yok. Bizim adalet sarayımız var içinde adalet yok. Bizim kültür sarayımız var ama içinde kültürden, tarihten eser yok.

"MAALESEF, GÜCE BOYUN EĞEN BİR ADALET ANLAYIŞIYLA KARŞI KARŞIYAYIZ"

“Adalet bir kalkan değil, adalet bir kalkan olmamalı ama silah da olmamalı. Ama bugün, gücü eline alanlar, onu bir silah gibi kullanıyor. Adaletin yerini bulması gereken yerde baskı var. İftiralar, tehditler, karalamalar sıradan bir hale geldi. Gerçek adalet peşinde koşanlar ise ya mahkemelerde süründürülüyor ya da susturuluyor. Bu kabul edilemez! Adaletin olmadığı yerde, ne güven vardır, ne de huzur. İnsanlar devletin gücüne değil, adaletin gücüne inanmalıydı. Ancak bugün, maalesef, güce boyun eğen bir adalet anlayışıyla karşı karşıyayız. Adaletin rengi olmamalı, adaletin partisi olmamalı, adaletin efendisi hiç olmamalı! Adalet, herkes için aynı olmalı, aynı! Aynı olursa adaletsizlik olmaz, adalet hakim olur”

“ÜLKEDE ARTIK HAKLI OLMAK YETMİYOR”

“Bir an durup düşünün: Eğer adalet sizin başvurabileceğiniz bir mekanizma olmaktan çıkmışsa, nerede duracaksınız? Biz nereye başvuracağız? Adaletin olmadığı yerde peki tabiidir ki kaos başlar. Herkes kendi adaletini kendi temin ve tesis etmeye çalışır. İnsanın içindeki güveni kemirir, çürütür adaletsizlik duygusu. Bugün Türkiye’de insanlar yargıya güvenmiyor, adalete inanmıyor. TÜİK verilerine göre yasaların herkese adil ve tarafsız olduğu konusunda sorun var mı sorusuna fikir beyan edenlerin yüzde 61,7’si sorun olduğunu beyan etmiş. OECD verilerine göre ülkemizde yargı sistemine güven duyanların oranı 2017’de yüzde 67 iken 2022’de yüzde 33’e gerilemiş. Bu alanda verisi bulunan 43 ülke arasında sondan altıncı sıradayız ama güvenin gerilemesinde açık ara farkla lider durumdayız. Neden durum böyle? Çünkü biliyoruz ki, ülkede artık haklı olmak yetmiyor.”

“AYNI HAMAM, AYNI TAS!”

Türkiye’deki adaletsizlik kavramı üzerinden Narin Güran cinayetine de değinen İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu şu sözlerle devam etti:
“İlk derece mahkemelerin aldığı kararların yüzde 67’si istinaf ya da yargıtayda bozuluyor. İşte makul diye dayatmaya çalıştıkları bu düzen yüzdendir ki, küçücük bir kız çocuğunun merhum bedeni üzerinde insanımız bu kadar ihtimamla durmuştur. Ve 1 aydan fazla bir süre boyunca, “Bu sefer de mi suçlu bulunamayacak?”, “Bu sefer de mi suçlular aklanacak?”, “Bu sefer de mi birileri bir şeylerin, birilerinin arkasına sığınacak ve kurtulacak acaba?” demiştir. Peki netice nedir? Aynı hamam, aynı tas!

"TAŞLARI BAĞLAMIŞLAR; İTLER SERBEST, EŞKIYA DÜZE İNMİŞ, YİĞİTLER DERDEST"

Sorarsanız da diyorlar ki cezaevlerinde yer yok! Çünkü cezaevleri 7’den 77’ye “Cumhurbaşkanına hakaretle tutuklanan” muhaliflerle doludur. O yüzden cezaevlerinde katile, sapığa, caniye, çetelere yer yoktur. Yani,"taşları bağlamışlar, itler serbest, eşkıya düze inmiş, yiğitler derdest" Ve Diyorlar ya her seferinde, cinayetler, “siyasetin malzemesi yapılmasın! ” İşte bu Narin’in narin ve kırılmış bedenini de, şehit Polisimiz Şeyma Yılmaz’ı da, rahmetli Sinan Ateş’i de siyasetin tam da odağına taşımaktadır.

“NARİN’İN KATİLLERİNİN BULUNMASINI, SILA BEBEKLERİN KORUNMASINI, ŞEHİT ŞEYDA YILMAZ’I ÖLDÜRME CESARETİNİ BULAN CANİLERİN İÇERİDE TUTULMASINI VE SİNAN ATEŞ’İ ÖLDÜREN KİRALIK KATİLLERİN YAKALANMASINI SAĞLAYACAK GERÇEK ADALET SİSTEMİNİ KURMAKTIR”

“Adaletin tecelli etmemesi, bir türlü etmemesi, hiç etmemesi, bu sefer dahi etmemesi; Saray ve AKP İktidarının ahtapot misali Türk milletini 8 koldan boğan kollarınca adeta bir amaç haline getirildiği içindir ki, bu mesele “hakiki siyasetin” yegane amacıdır. Bir avuç iktidar seçkini ve iktidar sahibinin fütursuzca zenginleşmesinin diyeti olarak tüm kutsallar çöküyor, çökertiliyorken siyasetin tek amacı vardır: Hakkı, hakikati ve adaleti tecelli ettirmek. Narin’in katillerinin bulunmasını, Sıla bebeklerin korunmasını, Şehit Şeyda Yılmaz’ı öldürme cesaretini bulan canilerin içeride tutulmasını ve Sinan Ateş’i güpegündüz öldüren kiralık katillerin yakalanmasını sağlayacak gerçek adalet sistemini kurmaktır. Siyasetin asıl görevi budur!”

“YA ADALET, YA KIYAMET DİYE HAYKIRMAYA DEVAM EDECEĞİZ!”

“Biliyoruz ki, doğruyu söylemek yetmiyor artık. Biliyoruz ki, güç kimdeyse, adalet de ona hizmet ediyor artık. Ancak buna göz yummanın, bir toplumu çöküşe götürdüğünü çok iyi biliyoruz! Onun için kararlı bir yolculuk başlatıyoruz. Bu oyunu bozacak, bu tekere mutlaka çomak sokacağız. Ya adalet, ya kıyamet diye haykırmaya da devam edeceğiz.”

"SADECE BEN DEĞİL 3 KUŞAK BİRDEN BAŞARACAKTIR"

“Ben Müsavat Dervişoğlu olarak bir başıma ben değilim. Ben 3 kuşağı temsil ediyorum. Bir veri yetiştirenler var. 2 benim kuşağım var. 3 benim yetişmesine katkı sağlamaya çalıştığım ve emek verdiğim bir kuşak var. Ben bu 3 kuşağı temsil ediyorum. Ve eğer el birliğiyle gönül birliği ve emeğimizle başarırsak, sadece ben değil 3 kuşak birden başaracaktır. O 3 kuşak “bunlardan bir şey olmaz diyenlerin” temsil ettiği kuşaktır. Onların büyük bir gelecek olduğunu dünyaya göstermek andım olsun, yeminim olsun.”

“ADALETİ SADECE GÜÇLÜLER İÇİN DEĞİL, HERKES İÇİN TALEP ETMELİYİZ”

Müsavat Dervişoğlu, Dünya Bankası verilerine göre 2002’den 2022’ye verisi bulunan 200 ülke arasında Türkiye’nin 2022 itibarıyla hukukun üstünlüğü sıralamasında 125. sırada yer almasının altını çizerek şu şekilde konuştu:
“Bu da bize uykuyu haram kılan bir durumdur. Başı Suriye, Libya ve Yemen’in çektiği, hukukun üstünlüğünün en çok azaldığı ülkeler listesinde 13. sırada bulunuyoruz. Bu da bize uykuyu haram kılan bir durumdur. Eğer ülkemizde bazı insanlar adalete rahatça ulaşırken, diğerleri süründürülüyorsa, bu da bize yine uykuyu haram kılan bir durumdur. Hak sahibi bir vatandaşımız, bakanın önünde hakkını ararken, ama efendim ben AKP’ye oy verdim demek zorunda kalıyorsa, bize uyku haramdır. Eğer suçlu olanlar ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor, masum olanlar yargılandıkça yargılanıyorsa, uyku bize yine haramdır. Adaleti yeniden inşa etmek zorundayız. Adalet, bir toplumun köküdür; o kök kesilirse, bütün ağaç devrilir. Bugün, o ağacı devrilmekten kurtarmak zorundayız. Adalet yalnızca bir kişi için değil, herkes için var olmalıdır. Adaleti sadece güçlüler için değil, herkes için talep etmeliyiz. Ve bunu yaparken sesimiz yükselmeli, mücadelemiz kararlı olmalı.

“EŞİTLİK, ADALET VE HÜRRİYET, TIPKI BİR ÜLKENİN RUHUNU BESLEYEN ÜÇ ANA DAMAR GİBİDİR"

“Eşitlik, bir toplumun kalbinde akan kan gibidir; tüm bireylerin özgürce nefes almasını, adil bir şekilde fırsatlara erişmesini sağlar. Adalet, bir toplumun omurgasıdır; dik durmamızı, birbirimize güvenle yaslanmamızı sağlar. Ve hürriyet, gökyüzünde süzülen bir kuş gibidir; Her vatandaşın, kurumun kendi sınırlarını aşmasına, potansiyelini gerçekleştirmesine imkân tanır. Hürriyet dediğimiz şey, gökyüzüne açılan bir pencere gibidir. Eğer o pencereyi kapatırsanız, bir milletin ruhunu karanlık bir odaya hapsetmiş olursunuz. O karanlık oda, bir milletin umutlarını, yaratıcı enerjisini, eleştirel düşüncesini yavaş yavaş tüketir.”

“TÜRKİYE’DE HÜRRİYET, ZAMAN ZAMAN SUSTURULMAK İSTENEN BİR SES, KANATLARI KESİLMEK İSTENEN BİR KUŞ HALİNE GETİRİLDİ”

“Bugün bu ülkede, o pencereyi kapatmaya çalışanlar var. Farklı düşünenleri, eleştirenleri, hakikati arayanları susturmak istiyorlar. Özgürce konuşanlara, fikir üretenlere, sesini yükseltenlere korku salmak istiyorlar. Çünkü kendilerini hakikat sanıyorlar. Halbuki hakikat tektir ve bu onların kendilerinde olduğunu sandıkları da değildir. Halbuki hakikat tek ama hakikate giden yol tek değildir. Ve bunların tuttuğu yol da yol değildir. Ama bunlar barika-i hakikatin müsademe-i efkardan çıkacağının şuurunda değildirler. Hürriyet, bir milletin özgürce fikirlerini ifade etme, kim olduğunu korkmadan söyleme hakkıdır. Ancak Türkiye’de hürriyet, zaman zaman susturulmak istenen bir ses, kanatları kesilmek istenen bir kuş haline getirildi.

“BİR TOPLUMUN RUHUNA VURULMUŞ ZİNCİRDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR!”

“Özgürlüğün olmadığı bir toplumda, bireyler kendilerini ifade etmekten korkar hale gelir. Hürriyet, bir toplumun nefesidir. Nefes alamayan bir toplum ise çürümeye mahkumdur. Bugün Türkiye’de insanlar, neyi söyleyip neyi söyleyemeyeceklerini iki kez düşünmek zorunda kalıyorlar. Bir Tweet atmadan önce, bir yazı yazmadan önce, hatta bir dost sohbetinde bile acaba söylediklerim beni tehlikeye sokar mı diye düşünür hale geldiler. Bu, bir toplumun ruhuna vurulmuş zincirden başka bir şey değildir! Hürriyet, korku duvarları arasında yaşayamaz. Hürriyet, bir çiçek gibidir; ona nefes alan bir ortam sağlarsanız büyür, açar, yayılır ve çoğalır. Ancak bugün Türkiye’de o çiçeği soluksuz bırakıyorlar.”

“BUNUN ADI İSTİBADTIR!”

“Gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar, yazarlar; özgür düşüncenin temsilcileri baskı altına alınıyor. Fikirlerini özgürce ifade etmek isteyen herkes ya tehdit ediliyor, ya susturuluyor, ya da cezaevlerine tıkılıyor. Bunun adı baskıdır, bunun adı istibdattır, bunun adı özgürlük gaspıdır! “

“BU LABİRENTTEN ÇIKMAK ZORUNDAYIZ!”

“Bir ülkede hürriyetin olmadığı yerde, yalnızca bir tür sessizlik olur; bu sessizlik, huzurun değil, korkunun sessizliğidir. Korku ise bir toplumu içten içe kemiren bir virüs gibidir. Hürriyet yoksa, toplumun sesi kısılır. Bu yalnızca bir bireyin değil, tüm milletin susması demektir. Sessizliğe boğulan bir toplum, geleceğini kaybeder! Hürriyetin olmadığı bir ülkede, yaratıcılık yok olur. Hürriyetin olmadığı bir ülkede, bilim gelişemez, sanat yeşeremez, ekonomi büyüyemez. Çünkü özgür olmayan insanlar, yenilik üretemezler. Yenilik üretmeyen toplumlar ise geriye gider. Bugün Türkiye, hürriyetin olmadığı bir labirentin içinde sıkışmış durumda. İnsanlar, özgürce düşünmenin, eleştirmenin, sorgulamanın önündeki engellerle boğuşuyorlar. Bu labirentten çıkmak zorundayız!”

“EĞER BİR SES SUSTURULUYORSA, ASLINDA HEPİMİZİN SESİ KISILIYOR DEMEKTİR”

İktidarın sadece ekonomiyi değil, insanların hürriyet anlayışını da vasatlık tuzağına hapsettiğini söyleyen İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu;
“Vasatlıktan yükselen sefaleti yönetmenin tadını alanlar, elbette vasatlığı beslemeye devam etmek isteyecektir. Hürriyet, sadece sözle değil, eylemle korunur. Hürriyeti savunmak demek, ona sahip çıkmak demektir. Bu yalnızca bir grubun, bir kesimin mücadelesi değil; hepimizin mücadelesidir. Eğer bir kişinin hürriyeti tehdit altındaysa, hepimizin hürriyeti tehdit altındadır. Eğer bir ses susturuluyorsa, aslında hepimizin sesi kısılıyor demektir. Eğer bir birey özgürce düşünemiyorsa, aslında hepimiz düşünemez hale geliyoruz demektir. Ama şunu çok açık söylemeliyim: Hürriyet, susturulamaz. Hürriyet, tutsak edilemez! Hürriyet, bastırılamaz. Hürriyet, yok edilemez. Çünkü hürriyet, bir insanın ruhunda, bir toplumun kalbinde yaşayan bir ateştir. Ne kadar üzerini örtmeye çalışsalar da, o ateş bir gün yeniden alev alır. Yüz yaşını geride bırakan cumhuriyetimiz, hürriyetin, hürriyet arzusunun en büyük örneğidir. Ne güzel diyor Akif, İstiklal Marşı’nda: “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım”.

“YAŞASIN HÜRRİYET, YAŞASIN ADALET, YAŞASIN EŞİTLİK!”

İYİ Parti Genel Başkanı konuşmasının sonunda “hürriyet, adalet ve eşitlik” kavramlarına vurgu yaparak;
“Bir milletin en güçlü silahı, hürriyete olan inancıdır. Biz işte bu yüzden çok güçlüyüz. Hürriyetin olmadığı yerde, yalnızca bir karanlığın var olacağının da farkındayız. Ve biz o karanlığa dün boyun eğmediğimiz gibi bugün de eğmeyeceğiz! “Yaşasın hürriyet, yaşasın adalet, yaşasın eşitlik!” diye haykırmaya devam edeceğiz” dedi.