İYİ Parti lideri Akşener'den iktidara Biden tepkisi

İYİ Parti lideri Akşener'den iktidara Biden tepkisi

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden'ın NATO Zirvesi'ndeki görüşmesini değerlendiren Akşener, Erdoğan'a eleştirilerde bulundu. Akşener, ABD Başkanı Biden'la görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan'a çağrıda bulunarak, "Orada ne konuşulduğunun TBMM’ye getirilmesinin imkanı ortadan kaldırılmış. Milletimizin ne olup bittiğini bilmeye hakkı var." dedi.

Partisinin grup toplantısında konuşan İYİ Parti lideri Meral Akşene korona virüsü aşısını bulan BioNTech’in kurucuları Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin Nobel’e aday gösterilmesi için teklif vereceklerini açıkladı.

Erdoğan ile Biden görüşmesini de değerlendiren Akşener şunları söyledi: “Muhalefetin dostu Biden” diyorlardı. Hayın Biden diyorlardı, zalım Biden diyorlardı. Sonra ne oldu? Pazartesi oldu ve basın toplantısında, Sayın Erdoğan, Amerikan Başkanı için ne dedi? “Dostum Biden” dedi. Dünün “eyyyy Biden’ı”, bugünün “Dostum Biden’ı” oluverdi.

Akşener sözlerini şu şekilde sürdürdü; "Erdoğan, aynen şöyle diyordu; “NATO Zirvesi’nde Biden’a, 24 Nisan Soykırım iddiasını da soracağım.” Yani arkadaş oraya, had bildirmeye gidiyordu. Yani arkadaş oraya, hesap sormaya gidiyordu. Sorabildi mi? Soramadı. Soramadığı gibi, bir de basın toplantısında, “Hamdolsun, 24 Nisan konusu gündeme gelmedi.” dedi. Şu zayıflığa bakar mısınız? Hesap soramadığı gibi, bir de hamdolsun çeken şu ezikliğe bakar mısınız? Büyük düşman Biden’dan, Dostum Biden’a savrulan şu ruh haline bakar mısınız?"

Akşener’in açıklamaları şu şekilde:

Aziz Milletim, değerli Milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;

Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

COVID süreci, iktidar tarafından maalesef yönetilemedi.

Maddi-manevi çok ağır bedeller ödedik.

Olmaması gereken can kayıpları yaşadık.

Sevdiklerimizi kaybettik.

Aşı tedariği ise, bu sürecin en ağır fiyaskosu oldu.

İktidar, büyük bir beceriksizlik göstererek,

bir türlü, alternatifli bir aşı sepeti oluşturamadı.

Çin aşısını zamanında getirip, insanlarımızı aşılayamadıkları gibi,

en etkili aşı olarak bilinen, Biontech aşısını da,

Uğur Şahin ve Özlem Türeci Hocalarımızın, özel gayretlerine rağmen,

son günlere kadar temin edemediler.

Halbuki Biontech aşısını, zamanında, büyük miktarda ve uygun koşullarda alabilir,

böylece, şu ana kadar, nüfusumuzun en az yüzde yetmişini, aşılamış olabilirdik.

Daha da önemlisi, çok sayıda insanımızın, hayatlarını kurtarmış olabilirdik.

Ama, iktidarın becerikli ellerinde, maalesef bunu başaramadık.

Bugün geldiğimiz noktada ise,

Uğur ve Özlem Hacalarımızın, memleket sevgisiyle aldıkları inisiyatif sayesinde,

nihayet Türk Milleti, aşısızlık sarmalından ve yeni dalgalardan, kurtulma sürecine girdi.

Allah onlardan razı olsun.

Uğur Şahin ve Özlem Türeci Hocalarımız,

COVID’e karşı mRNA aşısını bularak, insanlığa çok büyük bir hizmette bulundular.

Bunun yanında, hocalarımızın, kanser araştırmaları konusunda da,

büyük ilerlemeler kaydettiklerini biliyoruz.

Yani, COVID 19 salgını söz konusu olmasaydı da,

kanser çalışmaları nedeniyle, bilim çevrelerinde, dünya çapında bir prestije sahiplerdi.

İşte o nedenle bugün, İYİ Parti grubu olarak,

Türkiye Büyük Millet Meclisi''nin,

Türklerin gururu olan, bu iki bilim insanımızı,

insanlığa ve bilim dünyasına yaptıkları katkılardan dolayı,

Nobel''e aday göstermesini talep edeceğiz.

Uğur Şahin ve Özlem Türeci, bizler için unutulması imkansız,

Türk Milleti’nin, ebediyen gururla anacağı, vefalı evlatlarıdır.

Bu önemli talebimize, meclisteki tüm partilerin desteğini bekliyoruz.

Dava arkadaşlarım;

Bugün 16 Haziran Kamu Çalışanları Günü.

Kutlu olsun.

Devletimizin her kademesindeki kamu emekçilerimiz,

3600 ek göstergeden, enflasyona ezdirilen maaşlarına ve özlük haklarına kadar,

büyük kayıplar yaşıyorlar.

O nedenle, yılda bir gün hatırlanmak yerine,

haklarının teslim edilmesini beklediklerini de biliyorum.

Buradan kamuda çalışan kardeşlerime seslenmek istiyorum;

İYİ Parti iktidarında, bu sorunların hepsini çözeceğiz.

Gasp edilen haklarınızı teslim edeceğiz.

Onların tutmadığı sözleri, biz tutacağız.

Sözümüz söz.

İçiniz rahat olsun.

Değerli milletvekilleri,

İktidarın memleketin her kritik meselesinde yaşadığı savrulmalardan artık bıktık.

Biz bıktık, ama onlar savrulmaktan bıkmadı.

Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, geçtiğimiz Pazartesi NATO Zirvesi’ne katıldı.

Daha düne kadar, verip veriştiği NATO, bir anda değerli oluverdi.

Daha Pazar akşamına kadar, bakanlarından tutun da, atanmış bürokratına kadar,

bu arkadaşların tamamı, “Muhalefetin dostu Biden” diyorlardı.

Hayın Biden diyorlardı, zalım Biden diyorlardı.

Sonra ne oldu?

Pazartesi oldu ve basın toplantısında, Sayın Erdoğan, Amerikan Başkanı için ne dedi?

“Dostum Biden” dedi.

Dünün “eyyyy Biden’ı”, bugünün “Dostum Biden’ı” oluverdi.

İşte size, Sayın Erdoğan’ın bipolar dış politika anlayışının son örneği…

İşte size, kanka diplomasisinin Türkiye’yi getirdiği son nokta…

Allah sonumuzu hayretsin.

14 Haziran günü iktidarın besleme medyası bir başlık atmıştı.

Buna göre Sayın Erdoğan, aynen şöyle diyordu;

“NATO Zirvesi’nde Biden’a, 24 Nisan Soykırım iddiasını da soracağım.”

Yani arkadaş oraya, had bildirmeye gidiyordu.

Yani arkadaş oraya, hesap sormaya gidiyordu.

Sorabildi mi?

Soramadı.

Soramadığı gibi, bir de basın toplantısında,

“Hamdolsun, 24 Nisan konusu gündeme gelmedi.” dedi.

Şu zayıflığa bakar mısınız?

Hesap soramadığı gibi, bir de hamdolsun çeken şu ezikliğe bakar mısınız?

Büyük düşman Biden’dan, Dostum Biden’a savrulan şu ruh haline bakar mısınız?

Arkadaş, böyle bir yüzsüzlük olabilir mi?

Böyle bir ciddiyetsizlik olabilir mi?

Böyle devlet insanlığı olabilir mi?

Yazıklar olsun!

Değerli dava arkadaşlarım;

Biz, ilişkimiz olan tüm ülkelerle,

müşterek çıkarların öne çıkartıldığı, ticaretin öncelendiği,

kurumsal bir çerçevede sürdürülen, onurlu ilişkileri destekleriz.

İsteriz ki, bölgemizdeki ülkelerle, Avrupa Birliği’yle, Amerika’yla olan ilişkilerimiz de,

bu ciddiyetle, bu tutarlılıkla sürdürülsün.

Sürdürülsün ki, böylece Türkiye,

ekonomik coğrafyasının potansiyelinden, en üst seviyede faydalanabilsin.

Bizim dış politika ve diplomasi anlayışımız, işte budur.

O nedenle;

bu arkadaşların garip zihniyetleri doğrultusunda,

iç politikada siyasi rant devşirmek için, ilişkileri gerim gerim gerip,

sonra da, sözde soykırım yalanı açıklamasını, yutma pahasına yaptıkları,

bu fantastik geri vitesin sonucunda, olacakları gerçekten merak ediyorum.

Mesela;

Geçtiğimiz hafta,

ABD’yi, Türkiye’nin en büyük milli güvenlik sorunu olarak ilan eden, havuz medyası,

bu yakınlaşmayı nasıl yorumlayacak, merak ediyorum.

Mesela;

S-400’lerin, bir şekilde kullanım dışı bırakılması durumunda,

yıllardır, adeta Rusların amigoluğunu yapan siyasetçi ve gazetecilerin,

nasıl tepki vereceğini merak ediyorum.

Mesela;

Rus donanmasının, Doğu Akdeniz’e girişini savunanların,

veya Çin’le Türkiye’yi, stratejik ortak haline getirmek isteyenlerin akıbetini, merak ediyorum.

Mesela;

“15 Temmuz’un arkasında Amerika var.” diyen,

ve son günlerde nedense pek ortalıkta gözükmeyen,

İçişleri Bakanı’nın tutumu ne olacak, merak ediyorum.

Küçük ortak, siyasi kıvraklıkta, Sayın Erdoğan’a uyum sağlamış görünüyor.

Kendisinin, daha önce sineye çektiklerini göz önünde bulundurunca,

sözde soykırım yalanını da, sineye çekmesini yadırgamıyoruz.

Ama mesela, minik ortak bu işlere ne diyecek, gerçekten merak ediyorum.

Amerikan Başkanı ile yapılan görüşmenin sonuçlarını,

zaman içinde daha iyi analiz edebileceğiz.

Edebileceğiz diyorum,

çünkü bu arkadaşlar, devlet geleneğimizi alt üst ettikleri için,

Milletin Evi, Gazi Meclisimizi bilgilendirmek akıllarından bile geçmiyor.

O görüşme, eğer ülkemiz için kritik bir görüşmeyse,

milletimizin de, meclisi aracılığıyla, ne olup bittiğini bilmeye hakkı var.

O nedenle, buradan iktidara çağrıda bulunmak istiyorum:

Buyurun gereğini yapın.

Hem devlet ahlakı,

hem de milletimizin size verdiği görevin sorumluluğu, bunu gerektirir.

Aziz Milletim;

Bu son olayda bir kez daha gördük ki,

Türkiye, her geçen gün derinleşen bir yönetim kriziyle karşı karşıya.

Bunu dış politikadan, ekonomiye kadar her alanda, tüm gerçekliğiyle yaşıyoruz.

Oysa asıl acı olan ne, biliyor musunuz?

Türkiye kaynakları olan,

çok büyük potansiyeli olan bir ülke.

Aslında, güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye için,

ihtiyacımız olan her şeye sahibiz.

Yaşadığımız ekonomik sorunlara, yokluğa, fakirliğe bakmayın.

Dış politikadaki savrulmalara bakmayın.

Pandemi yönetimindeki beceriksizliklere bakmayın.

Vesayet altındaki bürokrasiye,

tatile çıkmış adalete,

mahkum edildiğimiz huzursuzluğa bakmayın.

Türkiye, gerçekten büyük bir ülke.

Türkiye’nin kaynakları, her bir vatandaşını refah içinde, huzur içinde yaşatmaya yeter.

Bütün mesele,

Memleketi yönetenlerin, bu zenginliği kimin için kullandığı.

Milleti için mi, yoksa o 5 müteahhit için mi kullandığı?

Gençleri için mi, yoksa beş maaşlı kifayetsiz danışmanları için mi kullandığı?

Esnafı, çiftçisi, emekçisi için mi, yoksa eşi dostu akrabası için mi kullandığı?

Yani aslında bütün mesele, bir tercih meselesi.

İktidar milletin çıkarlarını mı tercih ediyor,

yoksa kendi koltuklarını mı tercih ediyor meselesi.

Bu kadar basit.

Bu iktidarın tercihleri gösteriyor ki,

Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının, artık milletimize verecek bir şeyi kalmamıştır.

Nitekim dün, “Kimsesizlerin kimsesiyiz” diyerek iktidara gelenler,

bugün, milletin yaşadığı zorluklarla dalga geçecek,

açlığıyla kafa bulacak noktaya geldi.

Gerçekten ibretlik.

Biliyorsunuz, sözde milletin adamı, geçen hafta grup toplantısında;

Bizi kastederek, “Aç olanları da, buyurun siz doyuruverin.” dedi.

Dava arkadaşlarım;

Bu, tarihe geçecek nitelikteki sözler;

Kibrin,

Milletine yabancılaşmanın,

Gerçeklerle bağını koparmanın,

Kendisine güvenip, oy veren, aziz milletimize yapılan apaçık bir ihanetin, ibretlik resmidir.

Bilge Kağan der ki;

“Açları doyurdum, çıplakları giydirdim.

Yoksul milleti zengin kıldım.

Az milleti çoğalttım.

Artık kötülük yok.”

Türk’ün o kutlu hakanının devlet anlayışından,

bugün geldiğimiz noktaya bakar mısınız?

“5000 yıllık devlet geleneğimiz var.” dediğimizde, bize gülenlerin,

“O açları da siz doyuruverin” diyebilen, utanmazlığına bakar mısınız?…

Zihniyetiniz batsın!

Yazıklar olsun!

Sayın Erdoğan;

Ağzından çıkanı kulağın duysun.

Sen bu ülkede, iktidarın başısın.

Vatandaşın dertlerini inkar edemezsin.

Milletimizin zor durumuyla dalga geçemezsin.

Türkiye’de, tek bir vatandaşımız bile, geçim sıkıntısından geceleri uyuyamıyorsa,

sen de uyumayacaksın.

Türkiye’de, tek bir insanımız bile, yatağına aç giriyorsa,

sen de tok yatmayacaksın.

Türkiye’de tek bir gencimiz bile işsizse,

ona iş bulacaksın.

Emeklimiz, çiftçimiz, memurumuz, çalışanlarımız zor durumdaysa,

gerekeni yapacaksın.

Sen işini yapmıyorsan,

milletten aldığın yetkiyi, sarayda sefa sürmeye kullanıyorsan,

milletimizin derdinin vebali de, utancı da sana aittir.

Senin iktidarına,

senin bu milletin başına bela ettiğin, bu ucube sisteme aittir.

Bu kadar basit.

Dava arkadaşlarım;

Bu gaflet dolu sözler, aslında bir itiraftır.

Sayın Erdoğan aslında, “Benden bir yol olmaz.” diyor.

“Ben sefaya öyle bir alıştım ki,

artık benden fakire, fukaraya, işsize, bir fayda dokunmaz.” diyor.

“Beni salın, bana dokunmayın.” diyor.

Dokunacağız arkadaş!

Hiç kusura bakma.

Dokunacağız ve o doymak bilmeyen, milletimizi hakir gören,

çarpık zihniyetinden kurtulacağız.

Türkiye’yi;

Saraylarda, 5 maaşlı danışmanlar ve torpilli atanmışlarla değil,

milletin evinde, milletiyle birlikte yöneten bir iktidarla buluşturacağız.

Madem işini yapmıyorsun,

Madem açı doyuramıyorsun,

Madem yönetmeyi beceremiyorsun,

O zaman çare de, yol da belli.

Sen sandığı getireceksin, millet yetkiyi verecek, biz de gereğini yapacağız.

Sen gölge etmeyeceksin, biz de memleketi düze çıkartacağız.

Biz hazırız.

3 buçuk yıldır bunun için çalışıyoruz.

Biz senin gibi,

Beş maaşlı danışmanları,

Damatları, gelinleri, yeğenleri değil,

milletimizi düşünüyoruz.

5 müteahhidi değil, bu büyük milleti zengin etmek için çalışıyoruz.

İşte onun için, koltuk döşemelerini değil,

ayakkabılarımızı eskitiyoruz.

Sandığı getirdiğinde göreceksin ki;

Umutsuz bıraktığın gençlerimiz, en iyisini bilir!

Çileye terkettiğin EYT’li kardeşlerim, en iyisini bilir!

3600 ek gösterge mağduru polisimiz, sağlık çalışanlarımız ve öğretmenlerimiz, en iyisini bilir!

Enflasyona ezdirdiğin, işçilerimiz, memurlarımız, emeklilerimiz, en iyisini bilir!

Borç batağına sapladığın esnaf kardeşlerim, çiftçi kardeşlerim, en iyisini bilir!

Açlığını, yokluğunu, yoksulluğunu, alay konusu yaptığın bu büyük millet,

emin ol, en iyisini bilir!

Sen yeter ki sandığı getir, milletimiz ne yapacağını çok İYİ bilir.

Buyur, hodri meydan!

Değerli milletvekilleri;

Pandemi döneminde, vatandaşına sırtını dönmüş bir iktidarın,

milletini nasıl yüz üstü bıraktığına hep birlikte şahit olduk.

O nedenle en başından beri ısrarla dedik ki;

“Milleti borçlandırmayı bırakın, hibe destekleri verin.

Türkiye’nin bu gücü var.”

Oralı olmadılar.

Kredi verip milletimizi borçlandırmayı, devletin alacaklarını ertelemeyi,

pandemi desteği diye pazarladılar.

Sonunda OECD raporunda da, aynı gerçekle karşılaştık.

Raporda deniyor ki;

“Türkiye pandemi döneminde sadece borç verdi, ya da borçları erteledi.

Doğrudan destek verilmeli.

Yoksa Türkiye Ekonomisi büyük bir yıkım yaşayacak.”

Bugün geldiğimiz noktada, çalışanlarımız ve işverenlerimiz zor durumda.

Nitekim, kısa çalışma ödeneği de, ay sonunda bitiyor.

Bu ödenekten, 1 milyon 300 bin çalışanımız faydalanıyor.

Kısa çalışma ödeneği sonlandırılınca,

işten çıkarma yasağı da son bulacak.

Yani bugünün şartlarında,

bu insanlarımızın önemli bir bölümü, işsiz kalma riskiyle karşı karşıya.

Ne işverenler, ne de çalışanlarımız henüz buna hazır değil.

Bir buçuk yıldır, işleri sekteye uğramış işveren ne yapsın?

Bir buçuk yıldır, kısa çalışma ödeneğiyle ayakta kalmaya çalışan,

eşe dosta borçlanan çalışanlarımız ne yapsın?

Buradan iktidara seslenmek istiyorum:

Mevcut şartlarda, devleti yönetenlerin yapması gereken çok açık.

Yardımları da, kısa çalışma ödeneğinin süresini de, bir an önce uzatın.

Bu hem çalışanlar için, hem de piyasalar için çok önemli.

Atacağınız adımları açıklamayı da,

alışkanlık haline getirdiğiniz üzere, son dakikaya bırakmayın,

insanlarımızın sırtına, bir de bunun stresini yüklemeyin.

Ayıptır.

Dava arkadaşlarım;

İktidarın ülkenin gerçekleriyle bir an önce yüzleşmesi gerekiyor.

Yaz aylarında havaların ısınması, ve aşılamanın artmasıyla birlikte,

hayatın normale dönmesi bekleniyor.

Ancak hayatın normale dönmesi,

borca batmış olan işletmelerin de, normale döneceği anlamına, maalesef gelmiyor.

Biriken kira borçlarını ödemek zorundalar.

Biriken vergi ve sigorta borçlarını ödemek zorundalar.

Biriken kredi borçlarını ödemek zorundalar.

Bugün vaka sayısı sıfıra inse bile,

bu işletmelerin normale dönmesi, en az bir yıl alacak.

Pandeminin etkisiyle sıkışan tüm işletmelerin,

kapsamlı bir “Rehabilitasyon Programı’na” ihtiyacı var.

Bu Rehabilitasyon Programı kapsamında mutlaka;

Kredi borçları yapılandırılmalı, bir yıl ödemesiz olmak üzere, 5 yıla yayılmalıdır.

Vergi borçları yapılandırılmalı, bir yıl ödemesiz olmak üzere, 5 yıla yayılmalıdır.

Toplu işten çıkarmaları engellemek için, bir yıl süreyle, vergi ve sigorta teşviği sağlanmalıdır.

Yani tüm işletmelere bir yıllık, toparlanma ve nefes alma süresi verilmelidir.

Ayrıca 2021 yılı için, sene başında dile getirdiğimiz,

asgari ücret teklifimizi yeniden hatırlatmak istiyorum.

Biliyorsunuz biz, asgari ücretin net 3000 liraya çıkarılmasını,

işverenin üzerindeki vergi ve sigorta yükünü de, devletin üstlenmesini önermiştik.

Bu vesileyle, bu önerimizi, altını çize çize, bir kez daha tekrarlamak istiyorum.

Çünkü önerimiz yürürlüğe girerse, düşük ücretli nefes alır.

Bu sayede istihdam artar, işsizlik azalır.

İstihdamın artması, tüketimi arttırır ve ekonominin çarkları daha hızlı döner.

Özellikle işgücü maliyetlerinden kaynaklanan enflasyon düşer.

Enflasyonun düşmesi, ülkenin faiz yükünü azaltır.

Enflasyonun düşmesi, kurlar üzerindeki baskıyı azaltır.

Oluşan bu sinerjiden, çalışan da, işveren de, devletimiz de kârlı çıkar.

Sayın Erdoğan;

Enflasyonun azalması, ve döviz kurunun 15 kuruş düşmesi bile,

bu önerimiz için gereken kaynağı karşılıyor.

Buyur sana, anahtar teslim çözüm önerisi.

Gel bizi dinle, ve bir yıllık “Rehabilitasyon Programı” önerimizi devreye al.

Bir kereliğine de olsa, zor durumdaki insanlarımız için iyi bir şey yap.

Varsın sevabı sana yazılsın, ben razıyım.

Yeter ki insanlarımız nefes alsın.

Aziz Milletim;

Milletinin derdini inkar edenler,

Milletinin zor durumuyla dalga geçenler,

Maalesef şehitlerimize de sahip çıkmıyor.

Oysa, vatanın her karışı bize şehitlerimizin emanetidir.

Dünya bilir ki, biz çadırımızı sırtlanların yolu üzerine kurmuşuz.

Bu coğrafyanın bedeli yüksektir.

Bu coğrafyanın kıymeti de yüksektir.

Yanlış anlaşılmasın,

bunu, Sayın Erdoğan’ın vatanı kupon arazi gören zihniyetiyle söylemiyorum.

Bizim için kıymetli olan, vatanımız için can veren şehitlerimizin aziz hatıralarıdır.

Memleketin dağını, taşını, ağacını, ırmağını koruyup kollamak,

uğruna can veren şehitlerimize namus borcumuzdur.

Hem o aziz hatıraya, hem de bize bıraktıkları emanetlere sahip çıkmak,

en kutsal görevimizdir.

Vatana sahip çıkacağız ki, şehitlerimizin ruhu şad olsun.

Onların emanetlerine,

analarına, babalarına, kardeşlerine, eşlerine, çocuklarına sahip çıkacağız ki,

borcumuzun küçücük bir kısmını ödemiş olalım.

İşte bu yüzden bu hafta Milletin Kürsüsü’nde sözü,

vatanın gerçek sahibi şehitlerimizin, ailelerine bırakıyoruz.

Onlar konuşacak, Türkiye dinleyecek.

Zonguldak Şehit Aileleri Derneği, Başkan Yardımcısı, Cihan Köktürk Bey aramızda.

Yalnız, sözü kendisine bırakmadan önce,

Büyük Türk Milleti’nin huzurunda, bir uyarıda bulunmak istiyorum.

TRT ve Meclis Televizyonu’nun,

sıra Milletin Kürsüsü’ne geldiğinde, yayından çıkmasına artık alıştık.

Ama bari bu sefer yapmayın.

Vatanın gerçek sahibi şehidimizin babası konuşurken, bu vefasızlığı yapmayın.

Canlarımıza kıyan teröristin bile, çıkıp konuşabildiği ekranınızı,

şehitlerimizden esirgemeyin.

Orada görevli olan kardeşlerime sesleniyorum;

Size yukarılardan talimat gelmiş olabilir.

Bu defalığına o talimata uymayın.

Bu, sizin ülkenize ve aziz şehitlerimize olan borcunuzdur.

Buyurun Cihan Bey;

Söz de kürsüde sizindir.

Söz de kürsü de, şehit ailelerimizindir.

Dilaver Cebeci üstadımız, Edirnekapı Şehitliği’nde diyor ki;

“Kimisi fidandır, kimisi çınar,

Yaraları hâlâ sızılar kanar.

Mermere dokunsan ellerin yanar.

Sarıldım, bağrımı yaktım ağladım.

***

Yazık olsun, ‘uygar’ denen bu çağa,

Nice yiğidimi, kardı toprağa,

Mehmed’ime kurşun atan alçağa,

Yumruğumu, sıktım sıktım ağladım.”

Bizim geleneklerimizde, en üst rütbe Generallik değil, şehitliktir.

Ve şehidimiz gibi,

Şehidimizin anasını da, babasını da kutsal sayarız.

Kardeşini de, eşini de, çocuğunu da kutsal sayarız.

Benim devlet anlayışımda,

şehit ailesinin tek derdi, şehidine duyduğu hasret olmalıdır.

Bir şehit ailesinin başka derdi olmaz, olamaz.

Olmamalıdır.

Bu yüzden, devleti yönetenler adına, baş tacımız şehit ailelerimizden özür diliyorum.

Onlara reva görülen onca dert için, tüm kalbimle özür diliyorum.

Dava arkadaşlarım;

Oysa çözüm basit.

Önce kuralları koyarsın, sonra da gereğini yaparsın.

Nedir bu kurallar?

Şehit ailesinin, geçim derdi olamaz.

Şehit ailesinin, barınma sorunu olamaz.

Şehit ailesinin, ulaşım sorunu olamaz.

Şehit çocuğunun, eğitim derdi olamaz.

Şehit ailesinin, gelecek derdi olamaz.

Bu kuralları belirlersin, gereğini yapın dersin, yapılır.

Buna bütün milletimiz de razı olur.

Bedelini, kaynağını konuşmayı bile hakaret sayarım.

Bedeli ne olursa olsun, bunu yaparsın.

Aynı şartlar gazilerimiz için de geçerli.

Onlar için de kuralları belirlersin.

Gereğini yapın dersin, yapılır.

Gazilerimizin geçim derdi olamaz.

Gazilerimizin ulaşım derdi olamaz.

Gazilerimizin barınma sorunu olamaz.

Gerekirse ev alınır, gerekirse ömür boyu lojman verilir.

Gazi çocuğunun eğitim derdi olamaz.

Başarısı oranında, tüm eğitimi Devlet tarafından karşılanır.

Gazilerimizin sağlık hizmeti derdi olamaz.

İster Devlet Hastanesi, ister Özel Hastaneden sağlık hizmetini alır,

ne derdi varsa, ne masrafı varsa, tamamı karşılanır.

Hem şehitlik en üst mertebe diyeceksin,

hem de onlara 150 liralık yardımı layık göreceksin.

Şehitlik en üst mertebeyse, Gazilerimiz kıymetlimizse,

hak dağıtırken, şehitleri de gazileri de en üst mertebeye koyacaksın.

Bu kadar net.

Buradan şehit ailelerimize, gazilerimize ve onların ailelerine seslenmek istiyorum.

Türk Devleti’nin sizi refah içinde yaşatacak imkanları var.

İYİ Parti iktidarında sizi ortada bırakmayacağız.

Bu, milletçe size olan vefa borcumuzdur.

İçiniz rahat olsun.

Aziz milletim;

İktidar, sanki yemin etmiş gibi, devletimizin, milletimizin kaynaklarını heba ediyor.

Nereye baksak israf, nereye baksak yolsuzluk, nereye baksak ihya olan bir yandaş.

Timur’un filleri gibiler.

Hiçbir şey tanımıyorlar.

Ancak, ne hikmetse, iş vatandaşına gelince,

Sayın Erdoğan’ın cebinde akrep var.

O yüzden, içinde bulunduğu bu zor günlerde,

milletimiz kendini çaresiz hissediyor, sahipsiz hissediyor.

Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta Zonguldak’taydım.

Bu hafta başı da Adanalı vatandaşlarımla buluştum.

Oralarda da dert bini aşmış.

Zonguldak’taki bir esnaf kardeşim diyor ki;

6 kişi çalışıyordu, şu an iki kişi çalışıyor.

İşler çok kötü.

Bu şartlarda, masrafları, kirayı, maaşları daha ne kadar karşılayabilirim bilmiyorum.

Umudum da yok.

Ama birkaç kişi de olsak, tencere kaynasın diye mücadele ediyoruz.”

Gökçebey’deki esnaf kardeşim diyor ki;

“4 kişilik bir aileyiz.

Bu dükkandan kazandığımızı, borcu çevirmekte kullanıyoruz.

Kredilerle ayaktayız.

Böyle giderse kapatacağım.”

Çiftçi kardeşlerimiz Adana’da da yolumuzu kesti.

Karpuz üreticisi isyan ediyor, diyor ki;

“Vallahi de billahi de karpuz para etmiyor.

Masrafını çıkaramıyoruz.

Duysunlar sesimizi.

Artık dermanımız kalmadı.” diyor.

Sayın Erdoğan;

Bu sesi duymak zorundasın.

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dediği gibi;

“Halay çekilen toprak, bu toprak değil.”

Madem bize inanmıyorsun,

madem yalan söylediğimizi düşünüyorsun,

o zaman bir zahmet, o sarayından çık,

git esnafın dükkanına, dertlerine kulak ver.

Beş maaşlı danışmanlarının önüne koyduğu Türkiye fotoğrafı sahte.

Gerçekleri görmek zorundasın.

Sana o makamı layık gören, bu aziz milletin halini görmek zorundasın.

“Aç yok.” diye inkar ederek,

derdini dinlediğimiz esnafımıza, rol yapıyor diyerek,

gerçeklerden kaçamazsın.

Unutma;

Gerçeklerin, elbet bir gün ortaya çıkmak gibi, enteresan bir huyu vardır.

Bugün inkar ettiğin o gerçekler, gün gelir, döner dolaşır sandıkta yakana yapışır.

Bunu böyle bilesin.

Değerli milletvekilleri;

Çiftçilerimizin hali böyleyken,

hayvancılıkla geçinen kardeşlerimizin durumu farklı mı?

Elbette değil.

Yakın bir zamana kadar eğitim müfredatımızda yer alan,

“Türkiye kendi kendini besleyebilen, ender ülkelerden biridir.” sözü,

Ak Parti’nin beceriksiz ve sorumsuz politikalarıyla tarihe karışıyor.

1925 yılında, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eşsiz öngörüsüyle,

tarımı teknolojiyle buluşturup, Türkiye’nin en önemli kalkınma projelerinden birini hayata geçirdiği,

Atatürk Orman Çiftliği’nin ruhuna ihanet ediliyor.

Milliyetçi, demokrat ve kalkınmacı bir parti olarak,

bu ihanete sessiz kalamayız, kalmıyoruz, kalmayacağız.

İşte o nedenle çözümler üretiyoruz, öneriler getiriyoruz.

Bunları da açık açık iktidarla paylaşıyoruz.

Çünkü biz onlara benzemeyiz.

Biz, “İktidardakiler gitsin de, milletimize ne olursa olsun.” demeyiz.

Bizim siyaset anlayışımız budur.

Bu anlayışla,

İktidar, önerilerimizi, yarım yamalak da olsa, hayata geçirdiğinde memnun oluyoruz.

Kendimiz için değil, ülkemiz ve milletimiz için memnun oluyoruz.

Mesela;

fiyatı dolarla, altınla yarışan gübre fiyatları için, destek verilmesini istedik.

Gübre desteklerini, dekar başına 8 lira olsa da artırdılar.

Gerçi, 2020’de ödemeleri gereken desteği, bu sene ödeyecekler ama,

iktidarın genel performansına bakınca, buna da şükür.

Mesela;

patates üreticimizin dertlerini dile getirdik.

Geç de olsa, patateslerin bir bölümünü satın aldılar.

Mesela;

kuraklık primi olarak, buğdaya, arpaya, kırmızı mercimeğe,

ayrı ayrı destek verin dedik.

100 lira da olsa, bir prim verdiler.

Mesela;

TARSİM poliçelerindeki katılım oranını, yüzde 30’den yüzde 10’a çekin,

ve bu yılın poliçelerine uygulayın dedik.

Gelecek yıl için, yüzde 20’ye çekme kararı aldılar.

Mesela;

2019, 2020 ve 2021 desteklerini,

hiç olmazsa, kuraklıktan zarar görenler için, Eylül sonuna kadar ödeyin dedik.

2020 desteklerinin bir kısmını, birkaç güne ödeyeceklerini duyurdular.

Yani, ehven-i şer de olsa, bizi duydular.

Bundan milletimiz fayda gördü, tarım fayda gördü.

İşte o nedenle, bugün de, hayvancılıkla ilgili bazı acil adımlara dikkat çekmek,

bu sektördeki on binlerce vatandaşımızın, dertlerinden bahsetmek istiyorum.

Dava arkadaşlarım;

Kuraklığı ve tahıl piyasalarını doğru dürüst yönetmezseniz,

çiğ sütü, 5-6 liraya,

kırmızı eti ve karkası da, 50 liraya almak zorunda kalırsınız.

Durum maalesef, hızla buraya doğru gidiyor.

Yüzde 60-70 oranında bakım ve besleme gideri olan hayvancılıkta,

her hafta yem fiyatlarına, çuval başına 5 lira zam geliyor.

Süt yeminin çuvalı, yani 50 kilosu, 160 liraya,

besi yeminin çuvalıysa, 150 liraya dayandı.

Yani, hem süt hayvancılığı, hem de besi hayvancılığı yapanlar, zor durumda.

Besiciler, Kurban Bayramı’nı ve oluşacak piyasayı beklerken;

süt üreticileri de, haziran sonu açıklanacak, çiğ süt fiyatını bekliyor.

Buradan uyarmak istiyorum:

Sakın ola çiğ sütün fiyatını, A Kalite için, 4 liranın altında açıklamayın.

Bunun altında bir fiyat verirseniz,

ya piyasalar sizi dinlemez, ya da süt inekleri kesime gider.

Sonra iş kontrolünüzden çıkar.

Sanayiciler dahil herkes zarar eder.

Bu işin çözüm yolu belli.

Süt üreticisini koruyacak, süt üretimini de artıracaksınız.

Bu kadar basit.

Çiftçiden kaçan üstün nitelikli Tarım Bakanı bunu bilmez.

Onun için, ne yapılması gerektiğini, tane tane anlatacağım.

Derhal, Et ve Süt Kurumu’nu sahaya sürün.

Piyasada işlem gören ve sanayiye giden, günlük 25-30 bin ton çiğ sütün,

en az 5-6 bin tonunu, Et ve Süt Kurumu üzerinden, yine en az 4 liraya satın alın.

Bunu yaparken de, günlük 500 litre ve altında süt üretenlere öncelik verin.

Önce, Süt Birliklerine ve Kooperatiflere alıcı olun.

Küçük süt toplayıcılarını organize edin, onların sütlerine de alıcı olun.

Günlük 500 litreden fazla üretim yapanlar için de, prim hariç 4 lira fiyat,

üzerinde yapacakları satışlara da, 20 kuruş prim uygulayın.

Aldığınız çiğ sütün yarısını, süt tozu için, büyük sanayiciye verin.

Kalan yarısını ise,

10 ton ve altında üretim kapasitesine sahip, süt işleyen işletmelere verin.

Ürünleri, kamu kurum ve kuruluşlarının,

market, kantin gibi, satış noktalarından satışa sunun.

Talep fazlasını, sosyal yardımlar kapsamında, milletimizle buluşturun.

Bütün bunlar sonucunda, emin olun ki, kamusal bir zarar doğmayacaktır.

Ancak yine de, süreci yönetmeyi beceremezseniz ve zarar oluşursa,

bu zararı karşılamaktan çekinmeyin.

Çünkü bu sayede, hem küçük süt işletme sanayisini korumuş olacaksınız,

hem de inekleri, kesime gitmekten kurtaracaksınız.

Değerli milletvekilleri;

Gelelim tavukçuluk sektörüne…

Maalesef bu sektörümüzün durumu da,

izlenen yanlış politikalar nedeniyle, hiç iyi değil.

Tavukçuluk, tarım sektörümüz içerisinde önemli bir ihracat kalemimiz olsa da,

iktidarın sorumsuz dış politikaları nedeniyle, sürekli ihracat pazarı kaybediyoruz.

2018 yılında, yaklaşık 6 milyar adet, ve 361 bin ton olarak gerçekleşen yumurta ihracatımız,

2020 yılında 3 buçuk milyar adete, ve 218 bin tona düştü.

Toplam yumurta ihracatımız, yüzde 60 düzeyinde düştü.

Peki, ihracatçısı bu durumda olan sektörün, üreticisi ne durumda?

Yem fiyatları, en az yüzde 60 artmış.

Elektrik fiyatı, en az yüzde 45 artmış.

İşçilik, civciv ve ilaç gibi işletme giderleri, yüzde 50 artmış.

Bunun sonucunda ise, yumurta 65 kuruş, tavuk eti 20 lira.

Bu kadar kötü bir tarım politikasının olduğu yerde,

bu rezalete doğal olarak şaşırmıyoruz.

Bakın;

kuluçkahane ve damızlık işletmelerini saymasak bile,

ülkemizde, yumurta ve et üretimi yapan, yaklaşık 18 bin kümes var.

Bu işletmelerin sahipleri, çalışanları ve aileleri ile beraber,

yaklaşık 225 bin insanımıza geçim sağlayan, bir tavukçuluk sektörümüz var.

Peki, zor durumda olan üreticilerimiz için, iktidar ne yapıyor?

Girdilerine bir katkı yapıyor mu?

Hayır.

Piliç etine, ya da yumurtaya bir katkı yapıyor mu?

Yapmıyor.

İhracatçının kaybettiği pazarını dikkate alıyor mu?

Almıyor.

Yani iktidar, her zamanki gibi sadece seyrediyor.

Tarım Bakanı da, sağda solda fotoğraf çektirmekle meşgul.

Aziz milletim, değerli tavuk üreticisi kardeşlerim;

Bu düzen böyle gitmez.

Bu iktidarın beceriksiz ellerinde sektör kalkınamaz.

O nedenle, biz hazırlıklarımız yaptık, sandığı bekliyoruz.

Milletimiz bize yetkiyi verdiğinde, sektör için atacağımız adımlar şimdiden belli.

Çözümlerimiz, planlarımız, projelerimiz hazır.

Süt, et, yumurta gibi ürünleri, “Referans Fiyat” kapsamına alacağız.

Piyasayı, üretici ve üreten lehine, kamu imkanlarıyla dengeleyip, kontrol edeceğiz.

Özellikle etlik piliç üreticilerinin,

“kendi hesaplarına” da, üretim yapabilecekleri ortamı yaratacağız.

Kendi kurumsal yapılarını, kooperatiflerini oluşturmalarına destek olacağız.

“Üretici - kooperatif ve birlikler - entegre kurum” üçlüsünün,

üretici lehine de, karar verici olmasını sağlayacağız.

Üreticileri, entegre işletmeler lehine yürüyen, tek yönlü bağımlılıktan çıkarıp,

işletmelerini, pazar ve rekabet açısından yönetmelerine, imkan sağlayacağız.

Bunun için, ilk üretici olan “kümesçilerin”,

kendi piyasalarında etkin olmalarını sağlayacağız.

90’lı yıllarda, devlet destekli olarak yapılan,

ve ekonomik ömürlerini tamamlayan kümesleri, yenileyeceğiz.

Mevcut kümeslerin, yenilenebilir enerji tesislerine,

yüksek oranlı hibeler sağlayacağız.

Organik menşeili gübre ve biyogaz tesislerini,

özel projeler halinde destekleyeceğiz.

Atıkların, üreticilerimizin başına bela olmasına izin vermeyecek,

ekonomiye kazandıracağız.

Kendi ürettikleri gübre ile, kendi enerjilerini elde etmelerini sağlayacağız.

Bu yolla, hem kirletici gübre atıklarını kaldıracağız,

hem de, enerji mahsuplaşması sağlayacağız.

Bitkisel üretim için ihtiyaç duyacakları, organik gübreyi,

ucuza temin etmelerini sağlayacağız.

Bitkisel yem maddeleri üretimimizi,

dışa bağımlılıktan kurtarmak için, kapasitemizi arttıracağız.

Yumurta borsa ve birliklerinin, finansal ve yapısal sorunlarını çözeceğiz.

Tavuk aşılarında, yurt dışına bağımlılığı azaltmak için,

1984 yılında, Manisa Tavuk Hastalıkları Aşı Üretim ve Araştırma Enstitüsü kurulmuştu.

Enstitü takip eden yıllarda, 10 çeşit aşı, 30 çeşit antijen ve SPF tavuk yumurtası ürettiği gibi,

ihracata da başlamıştı.

İşte bu enstitü, vizyoner Ak Parti iktidarı tarafından, 2004 yılında kapatıldı.

Enstitünün kurulduğu yıllarda, İtalya ve İspanya’daki aşı üretim enstitüleri, daha kurulmamıştı.

Bugün ise, maalesef yurt dışındaki bu enstitülerden aşı ithal eder hale geldik.

Bu nedenle, özel sektörü destekleyerek,

ülkemizde kanatlı aşıları üretiminin yapılmasını sağlayacağız.

Ve belki de hepsinden önemlisi;

Bir zamanlar çiftçimizin yanında olup,

Ak Parti iktidarında, 5 müteahhidi kredilendirmek için kullanılan Ziraat Bankası’nı,

yeniden yapılandırıp, çiftçimizin, köylümüzün hizmetine sunacağız.

Değerli milletvekilleri;

Saydığım bu adımlar hiç de zor değil.

Türkiye’nin zengin kaynakları, ve o kaynakları doğru kullandığımızda,

hızla kalkınmamızı sağlayacak yetişmiş insanlarımız var.

Ama, bu büyük potansiyele rağmen,

hayatımızın her alanında, bıçak kemiğe dayanmış durumda.

Gençlerimiz için de,

Emeklilerimiz için de,

Memurlarımız, işçilerimiz için de,

esnaflarımız ve çiftçilerimiz için de, bıçak artık kemiğe dayandı.

Çünkü Türkiye;

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle, öyle bir sarmala sokuldu ki,

Nereye baksanız yangın yeri,

Nereyi tutsanız elinizde kalıyor.

Ekonominin durumu ortada.

Yargının hali ortada.

Demokrasi zaten sizlere ömür.

Güvenin olmadığı yerde,

Adaletin olmadığı yerde,

Demokrasinin olmadığı yerde,

Büyüme de olmaz, kalkınma da olmaz, zenginlik de olmaz.

İşte o nedenle, tüm bu çektiğimiz çilenin sebebi olan bu zihniyetten,

ve onun sonucu olan, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nden, acilen kurtulmak zorundayız.

Bu eğri düzen böyle gitmez.

Ve nitekim, artık görüyoruz ki, gitmeyecek.

Milletimiz, “Artık yeter.” diyor.

Milletimiz artık, İYİ Parti diyor.

Gittiğimiz her ilçede, girdiğimiz her dükkanda,

çaldığımız her kapıda, sıktığımız her elde, milletimizle buluşuyoruz.

Her geçen gün, emin adımlarla büyüyoruz.

Sorunlar büyüdükçe, çözümün kimde olduğunu, artık herkes görüyor.

İYİ Parti’ye ilgi arttıkça, milletimizin umudu da artıyor.

İşte bu yüzden, memleketin dört bir yanında, “Millet Bizi Çağırıyor!”

İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le;

zengin ve mutlu bir Türkiye’yi milletimizle el ele inşa edeceğiz.

Bunu öyle kısa bir sürede yapacağız ki, şaşırıp kalacaklar.

Çözüm belli;

Önce millet, önce memleket diyeceğiz.

Başarmak için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz.

Hakça paylaşan bir düzenin temelini atacağız, hepsi bu.

Beşli çetenin hortumunu kestiğiniz anda,

Ne öğrencilerin kredi borcu kalır, ne çiftçilerimizin.

Saray sefasına ve israfa son verdiğiniz anda,

Ne bakkala borç kalır, ne de bankaya.

Milletimiz çalışıyor, üretiyor,

ama kazandığından payını alamıyor.

Biz, kendi aralarında paylaşanları kovalayıp,

milletimizle paylaşmaya geliyoruz.

Bizim gerçeğimiz bu.

Milletimizin talebi bu.

Allah’ın izniyle, başarımızın temeli de bu olacak.

Değerli dava arkadaşlarım;

Hazır olun.

İYİ Parti iktidara yürüyor.

Hak için, hakikat için durmadan çalışıyoruz, çalışacağız.

Başarana kadar da durmayacağız.

Ekonomiden hukuka,

Diplomasiden sanayiye,

Liyakatli kadrolarımızla, aziz milletimizi de layık olduğu yere taşıyacağız.

Sık dişini Türkiyem!

Az kaldı, güneşli günler artık çok yakın.

Onlar ağlasa da, sızlansa da, tepinse de,

o sandık gelecek, ve bu iktidar gidecek.

O sandık gelecek, ve milletimiz yetkiyi bize verecek.

O sandık gelecek, ve Türkiye İYİ Olacak.

Toplantımızı şereflendirdiniz.

Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.

 

 

 

İlgili Haberler