Meral Akşener'den fahiş fatura tepkisi: Millet elektrik faturasını düşünürken Saray'dakiler satın alacağı arabaya bakıyor

Meral Akşener'den fahiş fatura tepkisi: Millet elektrik faturasını düşünürken Saray'dakiler satın alacağı arabaya bakıyor

İYİ Parti lideri Meral Akşener partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada çarpıcı ifadeler kullandı. Akşener'in özellikle kadınlarla ilgili sözleri ayakta alkışlandı.

Partisinin grup toplantısında konuşan İYİ Parti lideri Meral Akşener, iktidar hem sert eleştirilerde bulundu hem de çarpıcı göndermeler yaptı. Akşener ekonomi üzerinden iktidarı eleştirirken, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla kadınların yaşadığı sorunlara da konşamasında geniş yer ayırdı.

Meral Akşener''in açıklamaları şu şekilde;

Aziz Milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları,

Ve;

Her tür ayrımcılığa, zorbalığa, haksızlığa karşı,

Yıkılmayan, mücadeleden vazgeçmeyen değerli kadınlar!

Grup toplantımıza hoş geldiniz,

Bu “Beyaz Buluşmamıza”, sefalar getirdiniz.

Biliyorsunuz, Bay Kriz ve arkadaşlarının en büyük özelliği,

beceriksizliklerinin sorumluluğunu, asla kabul etmemeleridir.

Kendilerinden başka, herkes ve her şey,

herhangi bir konudaki kötüye gidişin, sorumlusu olabilir.

Bir tek kendileri, “Ak” kaşıktır…

Bunun psikolojik çözümlemesine, hiç girmeyeceğim,

sonra mahkemelik oluyoruz…

Biliyorsunuz, Bay Kriz’in beceriksizliğinin son yansıması, enflasyon.

Milletimiz uçan fiyatlar, gün aşırı gelen zamlar, astronomik faturalar altında, çile çekiyor.

Bu arkadaşlar da, bir süredir,

enflasyon canavarının sorumluluğunu, atacak bir şey arıyorlar.

Her hafta, başka bir sorumlu uyduruyorlar, ama bir türlü tutunamıyorlar.

Nitekim, son olarak,

“Dünyada enerji fiyatları yükseliyor, o yüzden enflasyon yüksek.” demeye başladılar.

Ne var ki bu, fütursuzca uydurulmuş, koskoca bir yalan.

Belli ki artık, söyleyecek yalanları da kalmamış…

Kardeşim;

Başka ülkeler, enerji ithal etmiyor mu?

Sadece biz mi, enerji satın alıyoruz?

Dünyadaki ülkelerin, en az yarısında, yıllık enflasyon,

bizim aylık enflasyonumuzdan, daha düşük.

Bir tek, Venezüella, Sudan, Surinam ve Zimbabve’de enflasyon bizden yüksek…

İşte size, Bay Kriz’in üstün ekonomi politikalarının sonucu.

Surinam’la, Zimbabve’yle rekabet eden Türkiye…

Gerçekten ibretlik.

Bu milletin, artık bu masallara karnı tok.

Her şeye rağmen, dünyada enflasyon bu kadar düşükken,

bizde yüksek olması, beceriksizlikten başka bir şey değildir.

Lafı dolandırmanın alemi yok.

Bu fiyat artışlarının nedeni, yolsuzluktur.

Bay Kriz ve ekibinin kötü yönetimidir.

Saçma sapan politikalarla, bir yıl içerisinde,

Türk Lirası’nın değerini, yüzde yüz düşürürseniz,

bir de bunu, rekabetçi kur diye ambalajlamaya kalkarsanız, olacağı budur.

Bu kadar basit.

Buradan, iktidardakilere seslenmek istiyorum;

Sizin enflasyonu düşürmeye niyetiniz de, gücünüz de, bilginiz de, ekibiniz de yok.

Bunu biliyoruz.

Ancak yine de, sorumlu siyaset anlayışımızın, bir gereği olarak,

size bazı önerilerde bulunacağım:

Önce;

ekonomide güven ortamı oluşturacaksınız.

Para ve maliye politikasını, koordineli ve etkin bir şekilde kullanacaksınız.

Türk Lirası’na itibar kazandıracaksınız.

Merkez Bankası’na müdahale etmeyeceksiniz.

Politika faizini etkisizleştirmeyi değil, etkili kılmayı hedef alacaksınız.

Sonrasında ise;

Bütçede israfı, şatafatı, saray sefasını keseceksiniz.

Hortumlamayı bırakacaksınız.

Bay Kriz’in 5 atlısının, dolar üzerinden olan sözleşmelerini feshedeceksiniz.

Söylemesi bile gülünç ama;

Tüm bunların yanında, bir de,

saçma sapan açıklamalarda bulunmayacaksınız.

Az konuşup çok iş yapacaksınız.

Bir gün bir model, ertesi gün başka model denemeyeceksiniz.

Bütün dünyanın uyguladığı politikaları bırakıp,

“Biz heterodoks politika uygulayacağız.” diye, fantastik maceralara girmeyeceksiniz.

Aziz milletim;

Biz Türkiye’nin gerçeklerini konuşurken;

hatta, iktidar mensuplarına, çözüm odaklı, yapıcı önerilerde bulunurken;

Bay Kriz ve arkadaşları, başka işlerle uğraşıyorlar.

Mesela, rantçılarla yeni iş birlikleri kovalıyorlar.

Mesela, az sayıdaki düzgün bürokratın, ayağını kaydırıp,

yerlerine, emir erlerini yerleştirmenin hesabını yapıyorlar.

Mesela, kalan son birkaç bağımsız medya kanalını, nasıl susturacaklarını planlıyorlar.

Ben burada gerçekleri konuşurken;

Saray medyasının haber merkezleri,

bu gerçekleri, hangi yalanlarla örteceklerinin hesabını yapıyor.

Ben burada gerçekleri konuşurken;

Sarayın maaş bağladığı binlerce trol,

sosyal medya hesaplarımıza yapacakları, saldırıları planlıyor.

Ve siz, elektrik faturalarınızı, nasıl ödeyeceğinizi düşünürken;

Saray eşrafı, internette satın alacakları arabalara bakıp,

akşam yemeğini, hangi lüks restoranda yiyeceklerini düşünüyorlar.

Artık gün gibi ortada ki;

Bunlar artık, umutsuz bir vakalar ve doğru yola asla dönmeyecekler.

Çünkü;

Türkiye’yi hakkıyla yönetebilmenin esası, Türkiye’yi sevmektir.

Kendini değil, memleketi sevmektir.

Yandaşı değil, vatandaşı sevmektir.

Allah’ın bize lütfu olan bu ülkenin, taşını, toprağını, suyunu, ağacını sevmektir.

“Millet” sözünü, dillerinden düşürmeyip,

attıkları her adımla, yaptıkları her yanlışla,

millete düşmanlık ediyorlar.

Nazım Hikmet, dizelerinde ne güzel ifade ediyor;

“Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,

akar suyun,

meyve çağında ağacın,

serpilip gelişen hayatın düşmanı.”

Nitekim;

Geçen hafta, “fakir köylü Hatçe kadına, ırgat Süleymana düşman” olan Tarım Bakanı,

görevinden, “affedildi”.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin, zamanında, öve öve bitirilemeyen, yıldızlar kadrosundan,

bir üstün liyakatli yıldız daha, bir gece ansızın sessizce kaymış oldu.

Yurt genelinde çiftçilerimiz, bu arkadaşımızın “affını”,

gayet anlaşılabilir bir coşkuyla karşıladı.

Neden mi?

Gelin Sayın Bakan’ın performansına, birlikte bakalım.

Mazot 20 lira.

Gübrenin kilosu, en az 10 lira.

Yemin kilosu, 5 buçuk lira.

Silaj 1, kuru yonca, 2 buçuk lira.

Çiftçilerimizin, bankalara ve finans kurumlarına borcu, 178 milyar lira.

Piyasa borçlarını da katarsak, 228 milyar lira.

Süt/Yem paritesi, tarihte ilk defa, 1’in altına düşmüş.

Piyasada, en az 70-75 lira olan, karkas kırmızı et kesim fiyatı,

Et ve Süt Kurumu’nda, hala 55-60 lira.

Damızlık inekler, düveler kesime gidiyor.

Kurban’da 100 malı olan çiftçinin, bugün 50 malı yok.

Hayvancılık işletmelerinin birçoğu, ya boş, ya da yarı kapasite çalışıyor.

Çiftçiden, 2 lira 25 kuruşa alınan buğday, neredeyse 6 liraya ithal ediliyor.

Kışın ortasına gelmişiz, hala Buğday ihtiyacı karşılanmamış.

Ayçiçek yağı kuyrukları da, artık ülkemizin acı bir gerçeği…

İşte size, üstün liyakat nişanını hak eden, bir bakanlık performansı.

İşte size, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin, tarımda oluşturduğu enkazın ibretlik resmi.

Yazıklar olsun.

Buradan, tarımdaki bu enkazı devralan yeni bakana, hayırlı olsun diyor,

Kendisini, acilen bazı adımları, atmaya davet ediyorum:

Sayın Bakan;

Çiftçinin, kışlık ekim için kullanamadığı gübreyi,

hiç olmazsa, bahar gübresi olarak kullanabilmesi için,

ihtiyacı olan gübrenin, yarısını karşılayın.

Tarım Kredi ve bankalarda, yapılandırması yapılan çiftçilerin,

üretimde kalmalarını sağlayın.

Bunun için sicil affı dahil, ödedikleri kadar,

yeni işletme kredisi almalarının, önünü açın.

Her ne kadar, 2021 hak edişleri için konulmuş olsa da,

ekim-dikim-üretim sezonu öncesi, 2022 toplam destekleme tutarının, en az yarısını,

avans olarak ödeyin.

Yani, en geç Nisan sonuna kadar,

29 milyar liranın yarısını ödemiş olun.

Kalan kısmını ise, en geç Ekim ayında ödeyeceğinizi duyurun.

Çiftçilerin kullanacağı mazottan, hiç olmazsa bu yıl için, vergileri kaldırın.

Böylece mazot fiyatını, yarıya düşürmüş olun.

Çiğ süt fiyatını, en az 1,30 paritesine güncelleyin.

Prim hariç, en az 6 buçuk lira fiyat verin.

Süt sanayicisine, elektrik desteği sağlayın.

Karkas et fiyatını, ESK fiyatı olarak, en az 75 lira yapın.

Çiğ süt ve kırmızı et fiyatlarını, belirli dönemlerde güncelleyin.

Güncelleme tarihlerini önceden ilan edip piyasaya güven telkin edin.

Bu vesileyle;

Sayın üretici düşmanı Bakan’a hayatta başarılar diliyor;

Aynı, ziyadesiyle feyz aldığı, eski Damat Bakan’ın yaptığı gibi,

yandaş yayınlardan çıkaracağı, “66 adımda Türk Tarımı” isimli kitabını,

sabırsızlıkla beklediğimi, huzurunuzda ifade etmek istiyorum.

Aziz milletim;

Memleket, taksit taksit sevilmez.

Memleketini seven, insanını da, toprağını da, doğasını da, ağacını da sever.

Memleketini seven, üç beş yandaşı için,

memleketin zenginliklerine, memleketin suyuna,

memleketin toprağına, memleketin ağacına,

düşmanlık etmez.

Göz göre göre, memleketini talan ettirmez.

Ancak maalesef, artık iyice anladık ki,

bu iktidarın, bir kötülük ajandası var.

Belli ki bu ekip, her hafta toplanıp,

“Acaba bu hafta, memlekete ne kötülük yapsak?” diye istişare ediyorlar.

Toplantıdan çıkınca da;

Ya, ekonomiyi batıracak, yeni kararlar alıyorlar.

Ya, yine bir yandaşı ihya ediyorlar.

Ya da, haritadan seçip,

memleketin bir başka sahilini, ırmağını, dağını, ormanını, talan ediyorlar.

Nitekim geçen hafta, bu ajandaya zeytinlikleri almışlar.

Bunun sonucunda da, zeytinlerimizin talan kararnamesi,

bütün yasa ve yetkiler çiğnenerek, anında önümüze konuverdi.

Sayın Erdoğan;

Hani, “Nass” vardı?

Ne oldu Nass’a?

Hazreti Nuh’un gemisine konan güvercinin ağzında, zeytin dalı var.

Yüce Rabbim Kuran’da, o ağaç üstüne yemin ediyor.

Bu zalimliğe yol verirken, Sure-i Tin hiç mi aklına gelmedi?

Bu talanı, bu kaçak, bu hukuksuz kararı imzalarken,

hiç mi vicdanın sızlamadı?

“Bir tek yüzüğüm var.” dediğin, fakirlik günlerinde,

sofranda bulunduğunda, mutlu olduğun zeytin tanelerinin, hiç mi hatırı yoktu da,

imzayı basıp, zeytinlikleri, gözü dönmüş rantçıların yağmasına açtın?

Yazıklar olsun.

Değerli dava arkadaşlarım;

Bunlarda hiç utanma kalmadığı için, formülleri de hazır.

Neymiş efendim, madeni çıkardıktan sonra, ağaçları yerine dikeceklermiş.

Fesüphanallah…

Şu zihniyete bir bakar mısınız?

300 senelik, 500 senelik, ekolojik mucizeyi topraktan sökecekmiş,

sonra da yerine takacakmış…

Mübarek, sanki vida söküp, vida takıyor.

Ne diyelim, Allah ıslah etsin.

Bir de bu arkadaşların değişik bir huyu var;

Ne zaman, yanlışlarına dikkat çeksek,

“Bunlaaar, Türkiye’nin zenginleşmesine karşı.” diyorlar.

Üstelik bunu, böyle bir zenginliği, vicdansızların eline bırakırken,

demeye de zerre utanmıyorlar.

Hatta üzerine bir de, “Zeytinci para mı kazanıyor?” diye soruyorlar.

Kardeşim;

Zeytinci kazanamıyorsa, sen utanacaksın, sen!

Bunu soracağına;

“O ağaçlar gerçek birer hazine.” diyeceksin.

İlla soracaksan;

“Üretimde, 1 buçuk milyon tonla, dünyada dördüncü ülkeyiz.

Neden İtalya kadar, neden Yunanistan kadar kazanamıyoruz?” diye soracaksın.

Maalesef, aklı fikri inşaat olanların, betonarme zihinlerin,

bunu anlamasının imkanı yok.

Ama kimse merak etmesin, bu konunun peşini bırakmayacağız.

Muğla milletvekilimiz Metin Ergun, konuyla ilgili dava açtı.

Süreci yakından takip ediyoruz.

Aziz milletim;

Bu saray, çok acayip bir yer.

Adeta, masalsı bir dünya…

Mesela, geceleri gelen rantçıları var.

Aynı diş perisi gibi, sarayın da rant perileri var.

Çünkü bu periler biliyor ki;

Sayın Erdoğan, geceleri elinde kalemle bekliyor.

“Geçerken uğradık, şöyle bir rantımız var.” diyene, basıyor imzayı…

Ancak gariptir,

O kalemi bir gün de, milletin menfaatine kullanmayı akıl etmiyor, edemiyor.

Çünkü bu arkadaşımız artık milletin değil, rantçıların adamı.

Onun için, bugün gelinen noktada biz artık,

bir siyasi partiyle mücadele etmiyoruz.

Biz, artık kötülükle mücadele ediyoruz.

Bu mücadele artık,

iyiyle kötünün, hakla batılın, haklıyla zalimin mücadelesi.

Kardeşlerim;

Biz, “Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.” diyerek büyümüş bir nesiliz.

Biz, “Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.” diyerek, evlat yetiştirmiş bir nesiliz.

O mübarek ağaçlar da, o varlığın bir parçasıdır.

Bizim davamız, bizim yeminimiz, kendini, devletine ve milletine adamaktır.

Varlığını, Türk varlığına adayanlar,

milleti yoklukla, yoksullukla boğuşurken, yazlık saray peşinde koşmaz.

İşi gücü bırakıp, kupon arazi kovalamaz.

Servet peşinde koşanlar için alınan, haram kararlara,

sessiz kalmaz, kalamaz.

Çünkü;

“Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.” diyenlerin, en büyük serveti,

Rantçılardan alacağı alkış değil,

Milletinden alacağı hayır duadır.

Varsın onlar, Allah’ın huzurunda, hesap vermeyecekmiş gibi yaşasınlar.

Varsın onlar, çocuklarına, harcayamayacakları kadar büyük, servetler bıraksınlar.

Varsın onlar, seçim yokmuş gibi, saray sefasına devam etsinler.

Biz, bu milletin çocuklarını, onların haram düzenine ezdirmeyeceğiz.

Çaldıkları gibi geri verecek, geldikleri gibi gidecekler.

Şimdiden ilan ediyorum;

O sandık, er ya da geç gelecek.

Ve o sandık geldiğinde, biz de bir seçim yapacağız.

Bu seçim, sadece Cumhurbaşkanını veya milletvekillerini belirleyeceğimiz, bir seçim olmayacak.

Bu seçim, helal ile haram arasında olacak.

Bu seçim, millet iradesi ile rantçı vesayeti arasında olacak.

Ez cümle;

bu seçim, İYİ ile kötü arasında olacak.

Ve o gün geldiğinde, İYİler mutlaka kazanacak!

Değerli dava arkadaşlarım;

Bu ucube sistem ve liyakatsiz kadroları;

milletimizin sadece cebine ve malına değil,

ruh ve beden sağlığına da zarar veriyor.

Çocuklarımız başta olmak üzere, toplumumuzun geniş kesimlerini,

hızla fakirleştiren bu sistemin, verdiği zarar,

sadece yoksullukla sınırlı kalmadı.

2022’nin Türkiye’sinde, artık yokluk da yaşamaya başladık.

İşte size, milletimizin sağlığını her geçen gün daha fazla tehdit eden,

yeni yokluğumuz:

İlaç yokluğu…

Bakın, artık her yıl, ilaç yokluğuyla karşılaşıyoruz.

Vatandaş, eczacıyı suçluyor.

Eczacı, ilaç firmalarını suçluyor.

Firmalar, döviz kurunu suçluyor.

Döviz kurunun dili olsa da konuşsa…

Ama, suçlu kim olursa olsun;

Günün sonunda olan,

hasta yatağında, ilaç bekleyen insanlarımıza oluyor…

Yanlış yürütülen, ilaç ve geri ödeme politikaları,

vatandaşlarımızın en kritik hastalıklarda,

ilaçsız kalmasına neden oluyor.

Gelin, işin iç yüzüne, birlikte bakalım:

İlaç fiyatları da, tıpkı akaryakıt gibi, elektrik gibi,

dövize bağlı olarak belirleniyor.

Fakat arada bir fark var:

14 Şubat’ta, ilaç üreticilerimize,

“İlaç fiyatlarını belirlerken,

1 avroyu, 6 lira 29 kuruş kabul ediyorum.

Ona göre fiyatınızı belirledim.

Ya, bu fiyata satarsınız,

Ya da, bu fiyata satarsınız!” dendi.

Şu işe bakar mısınız?

Gerçek kur, 16 lirayı aşmış,

bunlar, 6 liradan hesap yapıyor.

Madem öyle;

Buradan iktidara, bir teklifte bulunmak istiyorum.

Madem, devlet olarak ilaç alırken, Avro’yu, 6 lira 29 kuruş kabul ediyorsunuz,

o zaman, akaryakıt fiyatlarında da, elektrik fiyatlarında da,

şu meşhur 5 müteahhidinizin, garantili işlerinde, köprülerinde, yollarında da,

Avro’yu 6,29 liraya sabitleyin.

Buyurun, hodri meydan.

Ama Bay Kriz’in bunu yapamayacağını biliyorum.

Neden yapamaz biliyor musunuz?

Isparta’yı karanlıkta bırakan, paralı otoyolları darphaneye çeviren,

şehir hastaneleri üzerinden, milletin sırtına kene gibi yapışan beşli çeteye,

kıyamaz da ondan.

Onların ödemesini, 16 lira yerine, 6 lira üzerinden yapamaz da ondan.

Yine de, sorumlu muhalefet anlayışımız gereği,

buradan iktidarı uyarıyorum:

Derhâl bu saçmalığa son verin.

İlaç yokluğunun, bir krize dönüşmesine engel olmak için,

derhâl adım atın.

Yıl sonunu beklemeden,

İlaç fiyatlarının belirlenmesindeki kriterleri,

yeniden değerlendirin.

Bir an önce, gerçekçi bir kur düzenlemesi yapın ki;

milletimiz daha fazla ilaç sıkıntısı çekmesin.

Ayıptır, günahtır.

Aziz milletim, değerli kadınlar;

Bugün;

Bol miktarda, sahte gülüşler göreceğimiz,

hamasi sözler duyup,

içi boş vaatler dinleyeceğimiz bir gün…

Bugün;

her dakika, her saat, her gün yaşanan acı gerçeklerimizin,

sadece bir günlüğüne hatırlanacağı gün…

Bugün;

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü…

Kutlu olsun.

Bugünün hikâyesini biliyor musunuz?

8 Mart 1857’de,

New York’taki bir tekstil fabrikasında,

dokuma işçileri, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için, greve başlar.

Bu grev sırasındaki çatışmalar sonucunda, yangın çıkar,

ve 120 kadın işçi, fabrikada kilitli kaldığı için, yangında hayatını kaybeder.

Bu olaydan yıllar sonra da,

8 Mart’ın, Dünya Kadınlar Günü olarak anılması, kabul edilir.

8 Mart’ın kökü, işte bu olaya dayanır.

Yani, bugünün kadınlara atfedilmesinin sebebi bile;

esasında bir hak arayışını, bir mücadeleyi, ve bir acıyı işaret eder.

Peki sizce;

kadınların yaşadığı, ön yargılar, ön kabuller ve baskılar,

dünyanın her yerinde aynıyken;

verilen mücadeleler farklı mı?

Elbette değil...

Modern tarihe baktığımız zaman,

kadınları sürekli olarak, bir şeyler için mücadele ederken görürüz.

Mesela, aydınlanma ile birlikte, yapılmaya başlanan,

insan hakları tartışmalarında, kadınlara pek yer yoktu.

İnsan denilen varlık, erkekle bir tutuluyordu.

Yani söz konusu olan hep, ya erkek haklarıydı, ya da cinsiyetsiz haklardı.

Kadınlar sanki, biyolojik olarak farklı,

korunması, kollanması ve idare edilmesi gereken,

ayrı bir tür olarak kabul ediliyordu.

Kadınların ilk savaşı işte tam olarak burada başladı.

Önce kendilerini, insanlık ailesinin bir parçası olarak, kabul ettirmek zorundaydılar.

İnsan haklarının, kadınları da kapsayacak şekilde genişlemesi,

böylece mümkün olabilecekti.

Sonra kadınlar, demokrasi için mücadele etti.

Hitler faşizminin, en karanlık günlerinde,

Münih Üniversitesi’nde, hazırladığı broşürleri dağıtan, Sophie Scholl ve abisi,

Gestapo tarafından, yakalandı ve idam edildi.

Henüz, 22 yaşındaydı.

Ve Hitler’e boyun eğen nicesinin, yapamadığını yapıyordu:

Hitler faşizmine, itiraz ediyordu.

Stalin’in, Doğu Avrupa’yı ele geçirme planına da,

ilk önce, kadınlar itiraz etti.

Milada Horakova’dan bahsediyorum.

1948 yılında, Stalin’in Prag’da yaptığı darbeyi, protesto etti.

Üstelik diğerlerinin yaptığı gibi, ülkeyi terk edip yurtdışına gitmek yerine,

ülkesinde kalıp, mücadele etmeyi seçti.

1949 yılında, yakalandı ve idam edildi.

ABD’de, ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı başlatılan,

sivil haklar hareketinin, kalbinde de, yine kadınlar vardı.

Toplumsal hayatın, daha adil, daha eşitlikçi, daha uygar ilerlemesi için,

çalışan, çaba gösteren, kadın liderler vardı.

Nitekim;

Berlin Duvarı yıkılırken,

Kahire sokaklarında, Arap otokratlara isyan edilirken,

İran’da çalınan seçimlere, tepki gösterilirken,

yine hep kadınlar, ön saflardaydı.

Bu kadınlar, birbirlerini hiç tanımadılar, birbirleriyle hiç karşılaşmadılar.

Farklı zaman dilimlerinde, farklı ülkelerde, farklı şehirlerde yaşadılar.

Ama aslında hepsi kardeşti.

Çünkü her biri, tek bir şey için mücadele etti.

İnsanların, onurlu bir yaşama kavuşması için uğraşıp,

hayatlarını tehlikeye attılar.

Bedel ödemeyi, göze aldılar.

Birçok erkeğin, ılıman iklim meyvesi gibi, her mevsim çiçek dağıtmasının aksine,

adeta, sert ve soğuk iklimlerde ayakta kalan, bir çınar gibi,

karakterli ve dimdik durdular.

Kendilerine Ait Bir Oda’ya sahip olmak için savaştılar,

bu odayı korumak, bu odanın tek hakimi olmak için, mücadele ettiler.

Bunu, hepimiz için yaptılar.

Kadınlar için yaptılar, insanlık için yaptılar.

Peki;

Dünyanın her yerinde kadınlar,

haklarını korumak için, mücadeleler verirken,

Türk kadınları, kaderlerine razı mı geldi?

Elbette gelmedi…

Siz iktidardakilerin, uyduruk erkek egemen diskurlarına bakmayın.

Türk kadının verdiği mücadele, belki de,

dünyanın başka hiçbir yerinde görülmedi.

Osmanlı döneminde;

Fatma Nesibe Hanım’ın Beyaz Konferanslar’ından,

Halide Edip’in, Sultanahmet Meydanı’nda işgale direnen duruşu,

ve yaşanmışlık kokan eserlerine,

Nezihe Muhiddin’in onurlu mücadelesinden,

Nuriye Ulviye’nin, “Kadınlar Dünyası’na” sığdırdığı fikirlerine,

Yaşar Nezihe’nin, şiirlerinden,

Emine Semiye ve ablası Fatma Aliye’nin, cesaretine kadar;

Türk kadınları, tarihin hiçbir döneminde,

hak arayışından ve mücadelesinden vazgeçmedi.

Ama bizim en büyük şansımız, Cumhuriyetimiz oldu.

Daha çocuk yaşında, Kurtuluş Savaşı’na katılan,

Nezahat Baysel’in umuduyla yeşeren cumhuriyetimiz…

Top mermileri, ıslanmasın diye,

kazağını, mermilerin üzerine örten ve donarak şehit düşen,

Şerife Bacı’nın, sırtında yükselen cumhuriyetimiz…

Düşmanın korkulu rüyası olan;

Fatma Seher’in, Gördesli Makbule’nin,

Nene Hatun’un cesaretiyle kurulan cumhuriyetimiz…

Genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek fark etmeksizin;

verdiğimiz o kutlu kurtuluş mücadelesinin, nişanesi olan cumhuriyetimiz…

Ve bugün burada,

yüce Meclisimiz altında buluşabilmemizi sağlayan cumhuriyetimiz…

İşte tam olarak bu nedenle;

Bugün, Milletin Kürsüsü’nde, bir cumhuriyet kadını ağırlayacağız.

Tarihin her döneminde, yükselen Türk kadının sesine,

bugün buradan, bir kez daha kulak vereceğiz.

Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı, Sayın Sema Kendirci Uğurman aramızda.

Buyurun Sema Hanım, söz de, kürsü de sizindir.

Söz de, kürsü de, kadınlarındır!

Aziz milletim, değerli kadınlar;

Osmanlı’nın küllerinden,

büyük Türkiye Cumhuriyeti’ni yükselten, en büyük itici güç,

kadının, toplumdaki ağırlığının, değişimi olmuştu.

Türk kadının gücünü gören, değerini anlayan,

ve hakkını teslim eden, bir çift mavi gözün ışığı,

Türk kadınının umudu olmuştu.

İşte bu ışıkla, Türk kadını;

1924 yılında, Tevhid-i Tedrisat kanunuyla,

eğitim hayatında eşitliğe;

1926 yılında, Medeni kanunla,

aile ve toplum hayatında eşitliğe;

1934 yılında, seçme ve seçilme hakkıyla,

siyasi alanda eşitliğe;

1936 yılında, iş kanunuyla da,

çalışma hayatında eşitliğe kavuştu.

Yani, eğer ben bugün, buradan,

Yüce Meclisimizin çatısı altında, sizlere seslenebiliyorsam,

İzmit’in bir köyünden çıkıp;

Bir akademisyen, bir milletvekili, bir bakan,

ve bir siyasi parti genel başkanı olarak, karşınızdaysam,

bunu Cumhuriyetimize borçluyum.

Benim gibi, bugün bu salonda bulunan sizler de,

cumhuriyetimize borçlusunuz.

Hatta;

“Keşke Yunanlılar galip gelseydi” diyen, utanmazlar bile,

cumhuriyetimize borçlu!

Atamızın başarılarını, milletimizin ona olan sevgisini,

hazmedemeyen çapsızlar bile,

cumhuriyetimize borçlu!

Oturdukları koltuktan yazdıkları, sözde destanlar üzerinden,

İstiklal kahramanlarımıza, hakaret eden hadsizler bile,

cumhuriyetimize borçlu!

Ancak;

Kadınların kaderini değiştiren, o büyük cumhuriyet vizyonumuzdan,

bugün geldiğimiz nokta, maalesef içler acısı…

Bugün ülkemizde kadınlar, erkeklere kıyasla;

daha az istihdam ediliyor, daha az eğitim alabiliyor,

daha az kazanıyor, daha az temsil ediliyor.

Kadınlar bugün;

şiddetle karşılaşıyor, ölümle yüzleşiyor, baskıya maruz kalıyor.

100 yıl sonra bugün, Türkiye’de birileri;

Kadınların seslerini bastırmak istiyor.

Siyasetten, ekonomiye,

dinden, sosyal hayata, her konuda;

“kadını” özne yaparak, en temel haklarını tartışmak istiyor.

Kadınlara “yokmuş gibi” davranarak;

Zavallı egolarını tatmin etmek istiyor.

Osmanlı’dan beri, Cumhuriyet’ten beri,

bu topraklarda devam eden, kadın hakları hareketini,

kadının, “adını yok sayarak”, bitirmek istiyor.

Üstelik;

ülkemizi yöneten iktidar da, bu zihniyete, çanak tutuyor.

Kadınları, “vitrin süsü” görüp, ötekileştirerek, çanak tutuyor.

Her gün, karanlığa hapsolan kadınlar için, kılını kıpırdatmayarak çanak tutuyor.

O kirli zihniyetin gazına gelip,

bir gece aniden, İstanbul Sözleşmesi’ni yırtıp atarak, çanak tutuyor.

Bakın;

Biz burada, İstanbul Sözleşmesi’ni savunurken;

Sandılar ki, sadece kadınları savunduk.

Biz burada, kadınların can güvenliği derken;

Sandılar ki, sadece kadınları koruduk.

Oysa ki, biz burada;

Hayatımızın tüm alanlarına, karabasan gibi çöken,

bir kötülüğe karşı durduk.

Kardeşi, eşi, dostu birbirine düşürmek isteyen,

bir çirkinliğe karşı durduk.

İnsanlığını kaybeden, kadınları hakir gören,

bir kirli zihniyete karşı durduk.

Ve kimse kusura bakmasın,

dimdik durmaya da devam edeceğiz.

Çünkü;

1923 yılında,

kendine ait, muzaffer bir devlet kuran bu millet,

2022 yılında, bunun gerisine düşemez!

1934 yılında, batılı ülkelerden bile önce,

kadınlara, seçme ve seçilme hakkı verebilen, bu cumhuriyet,

2022 yılında, bunun hatırasıyla yetinemez!

1997 yılında, kadının başörtüsü arkasına saklanan, yasakçı zihniyet,

2022 yılında, kadınları hapsederek, kendini tekrar edemez!

Şunu kimse unutmasın:

Türkiye’nin büyümesi,

Türkiye’nin zenginleşmesi,

Türkiye’nin gelişmesi,

Türk kadının elindedir.

Türk kadını güçlü olursa, Türkiye de güçlü olur.

Günümüz koşullarından, cesaret alıp, kadınların önünde duvar olanlar;

Çok beklersiniz!

Kadınların hayatına ömür biçenler;

Çok beklersiniz!

Kadınların bakışlarına, tercihlerine dil uzatanlar;

Çok beklersiniz!

Bizler, 100 yıl önce de buradaydık, bugün de buradayız.

Siz istediğiniz kötülüğü yapın, bizler hala buradayız, dimdik ayaktayız.

Ve bizler burada oldukça, siz, kaybetmeye mahkum olacaksınız.

İYİ Parti iktidarında;

Kadınların varlığına da,

Kadınların başarılarına da,

ALIŞACAKSINIZ!

Meclis koridorlarından, belediyelere,

Fabrikalardan, ofislere,

Evlerden, sokaklara,

Tarlalardan, teknokentlere kadar, her yerde, kadınların olmasına,

ALIŞACAKSINIZ!

Tesettürü ile uğraşılmayan,

Bedeniyle sömürülmeyen,

Her adımda, arkasını kollamayan,

Durakta, lambanın soluk ışığına sığınmayan,

Boşandığında dul, ağladığında hor görülmeyen,

Market rafından aldığını gizlemeyen,

Kendi ayakları üstünde, dağ gibi duran kadınlara,

ALIŞACAKSINIZ!

Hiç boşuna uğraşmayın.

İsteseniz de, istemeseniz de, alışacaksınız.

Ya alışacaksınız, ya da ilk seçimde çekip gideceksiniz!

Çünkü biz;

“Mümkün müdür ki;

Bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça,

öteki kısmı göklere yükselebilsin?” diyen,

o büyük vizyonun ışığında,

Cumhuriyetimizden aldığımız güçle,

Kadının adını, hayatın her yerine, altın harflerle kazıyana kadar;

Durmayacak, yorulmayacak ve tükenmeyeceğiz!

Bu tavrımız;

Neredeyse, “kadını biz var ettik” diyecek kadar,

şirazesinden çıkmış kibir abidelerine de,

Kadın haklarını, kendi tekelinde sanan kendini bilmezlere de,

Türk kadınına, kendince hayat dizayn eden, kirli dimağlara da duyurulur!

Değerli dava arkadaşlarım;

Hazreti Ali der ki;

“Eğer zalim zulme devam ediyorsa, bil ki sonu yakındır.

Eğer mazlum da direniyorsa, bil ki zafer yakındır!”

İşte o nedenle;

onlar ne yaparlarsa yapsınlar, biz iktidara yürüyoruz.

Türkiye’nin, güçsüz oldukları yalanına, inandırılmaya çalışılan kadınları için,

iktidara yürüyoruz.

Türkiye’nin, çaresizliğe mahkum edilen erkekleri için,

iktidara yürüyoruz.

Türkiye’nin, umutları çalınan gençleri için,

iktidara yürüyoruz.

Türkiye’nin yolunu açmak için,

Milletimizle beraber, el ele, omuz omuza, gönül gönüle,

emin adımlarla, iktidara yürüyoruz.

Emin olun, güneşin doğmasına çok az kaldı!

Hiç merak etmeyin, zengin, mutlu ve huzurlu bir Türkiye hedefimize çok az kaldı!

Müjdeler olsun, İYİ Parti iktidarına, çok az kaldı!

Toplantımızı şereflendirdiniz.

Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.

İlgili Haberler