İYİ Parti lideri Akşener, "Bayram ikramiyesinin ilk verildiği yılın TÜFE gıda harcamaları cinsinden güncellenmesini yaptık. 2018 yılı mart ayında TÜFE gıda endeksi 385.4 idi. 2022 yılı aynı ayında 1101 olmuş. Artış oranı yüzde 186. Yani TÜFE’ye göre bakarsak böyle güncellendiğinde emeklilerimize 2860 lira emekli ikramiyesi verilmesi gerekiyor" diye konuştu.
Kira artışlarına dikkat çeken Akşener, “Yabancılar geçen sene 59 bin konut satın aldı. Kiraları da astronomik seviyelere çıkardı. Bu ihanetin sonucunda bugün en güzel semtlerde en güzel evlerde Türk vatandaşları oturamıyor” diye konuştu.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener''in açıklamaları şu şekilde:
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler ve kıymetli basın mensupları;
Sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Artık ülkemizde, her geçen gün, bir öncekini aratır oldu.
Hatırlıyor musunuz?
Bay Kriz, Şubat ayında ne demişti?
Her ayın, bir önceki aydan, daha iyi olacağını söylemişti, değil mi?
Peki oldu mu?
Olmadı.
Ben bunların, sıkıştıkça tarih vermelerine bayılıyorum.
Damat Bakan da,
“Mart, Şubat’tan daha iyi olacak,
hatta Nisan da, Mart’tan daha iyi olacak.” deyip duruyordu.
O bir gece ansızın gidiverdi, bayrağı kayınpederi devraldı…
Sözüm ona, taa geçen yılın ağustos ayında, enflasyonda en yükseği görecektik,
ondan sonra da, düşmeye başlayacaktı.
Peki bu tahmin tuttu mu?
Olağanüstü öngörü yeteneğiyle verdiği, hiçbir tarihin tutmadığı gibi, bu da tutmadı.
Nitekim, “Enflasyon-loto” furyasına, son dönemde Nebati Bakan da katıldı…
Ne demişti?
Bu yılın Şubat’ında, enflasyon inişe geçecekti.
Geçti mi?
Geçmedi.
Hatta Şubat ayında, yıllık enflasyon, yüzde 54,44 iken,
Mart ayında, son 20 yılın zirvesi görüldü.
Yıllık enflasyon, yüzde 61,14''e çıktı.
Baktı ki olmuyor, enflasyon hâlâ yükseliyor;
Kendisi bu defa çıktı, “Yaz aylarından itibaren düşecek.” dedi.
Geldikleri noktada ise;
Vade çok kısa olunca, yalanın da çabuk ortaya çıktığına, ayılmış olsalar gerek;
Bay Kriz ve arkadaşları, artık vadeyi uzatmaya başladılar.
Nitekim, affını isteyeceği gün, gittikçe yaklaşan Nebati Bakan,
bu haftanın başında, “Enflasyon, Aralık ayında düşecek.” dedi.
Böylece kendisi, o zamana kadar muhtemelen paket olacağı için,
topu, yeni gelecek bakana atmış oldu.
Hatta, bu ciddiyetsiz tutumu yetmiyormuş gibi,
bir de üzerine, tüy dikti.
Biliyorsunuz bu arkadaşlar, bu sıralar, vatandaşa tavsiye vermeyi, bir alışkanlık haline getirdiler.
Tabi Nebati Bakan da, patronunun gerisinde kalacak değil ya;
o da fırsatını yakalamışken, vatandaşa çok önemli bir tavsiyede bulundu.
Ne dedi?
“Sabredin.”
Yanlış duymadınız.
“Sabredin.” dedi.
Gerçekten ibretlik.
Yani, Nebati Bakan aslında diyor ki;
“Derin bir yoksullukla mı mücadele ediyorsun?
O zaman sabredeceksin.”
“Mübarek ramazan gününde, artan gıda fiyatları karşısında eziliyor musun?
O zaman sabredeceksin.”
“Aldığın asgari ücret, açlık sınırının altına mı düştü?
O zaman sabredeceksin.”
“2500 liralık emekli maaşıyla, geçinemiyor musun?
O zaman sabredeceksin.”
“Elektriği, doğalgazı ödeyemiyor musun?
Arabana yakıt koyamıyor musun?
O zaman sabredeceksin.”
İşte size, Bay Kriz ve arkadaşlarının,
milletimizi el birliğiyle, içine soktukları ekonomik krize karşı,
geliştirdikleri dahiyane çözüm:
“Sabretmek.”
Yalnız burada enteresan bir durum var:
Sabır taşı artık çatlamış milletimize, “sabretmeyi” tavsiye eden bu üstün zekalılar,
Konu, 5’li çete ve saray oligarşisi olunca, nedense bambaşka bir yaklaşım sergiliyor.
Mesela;
Millete gelince, “sabır” diyenler,
yandaşa gelince, “Al sana bir maaş daha.” Diyor.
Mesela;
Emekliye gelince “sabır” diyenler,
müteahhide gelince, “Al sana bir ihale daha.” Diyor.
Mesela;
öğrenciye gelince, “sabır” diyenler,
Ak Partili dayısı olan, pudra sevdalısı gence gelince, “Al sana ATM’den maaş kartı.” diyor.
Sabırda seçiciliğe bakar mısınız?
Sırf bu bile;
Bay Kriz’in ucube sisteminin ve Türkiye Ekonomi Modeli dedikleri safsatanın,
iflas ettiğinin itirafıdır.
Türkiye, bu kafayla daha fazla yönetilemez.
Türkiye, bu ciddiyetsizliğe, bu iş bilmezliğe, daha fazla esir edilemez.
Türkiye, Bay Kriz ve ucube sistemini, daha fazla taşıyamaz.
Bu kadar basit.
Milletimiz ve memleketimiz için seçim, artık bir tercih değil, bir mecburiyettir.
Ama kimse endişeye kapılmasın.
Türkiye’nin, çözülemeyecek hiçbir sorunu yok.
Onlar elbette, seçimi 2023’e bırakmak için, ellerinden geleni yapacak.
Türlü suni gündemlerle, bizleri oyalamaya çalışacak.
Kendilerine göre yasa değiştirip, kaçınılmaz olandan kaçmaya çalışacak.
Varsın kaçmaya çalışsınlar.
Az kaldı.
Er ya da geç, o sandık milletimizin önüne gelecek.
Ve sandık geldiğinde, milletimiz İYİ Parti diyecek.
Ve İYİ Parti iktidarında, kimse sabretmek zorunda bırakılmayacak.
Hesabını kitabını yaptık.
Biz geleceğiz ve enflasyon canavarını da, faiz belasını da, en geç 12 ay içerisinde çözeceğiz.
Hiç merak etmeyin.
Değerli dava arkadaşlarım;
Bay Kriz ve iktidarının iflasının etkilerini, kiralarda da görüyoruz.
Büyükşehirlerde kiralar uçtu, gitti.
Orta ve alt gelir seviyelerinde, 2.000 liradan aşağı kira kalmadı.
Mahkemeler, kiracı ve mal sahibi davalarından geçilmiyor.
Öğrenciler, memurlar, işçiler, barınacak ev bulamıyorlar.
Kiraların artışı, ev sahiplerini, kiracılarını evlerinden çıkartmaya itiyor.
İnsanlarımız, panik içinde, barınma sorunlarını çözmeye çalışıyorlar.
Şimdi biz böyle söyleyince,
“Konut satışları rekor yaptı.” diye zırvalayacak, troller olacak…
Evet, konut satışı devam ediyor.
Ama nasıl devam ediyor?
Vatandaşlık garantili, konut satışlarıyla devam ediyor.
Müteahhit zengin etme garantili, projelerle devam ediyor.
Sırf birkaç müteahhit kâr etsin diye,
bugün ülkemizde, ciddi bir konut problemi yaşanıyor.
Milletimiz için, bırakın ev satın almak,
artık kiralamak bile, neredeyse imkânsız bir hâle geliyor.
Büyük bir mutlulukla,
“Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim.” diyen Sayın Erdoğan;
Ülkemizin potansiyelini dünyaya açmak,
İş birlikleri geliştirmek,
Dünya piyasalarına entegre olmak,
ve bunu zenginliğe dönüştürmek yerine;
Milletimizi yoksullaştırarak,
İşçimizi köleleştirerek,
Gençlerimizi baskılayarak,
Toprağımızı kirleterek,
Memleketimizin varlıklarını satarak;
âdeta bir sömürge valisi olmayı seçti.
Ve sonuç olarak;
Bu sömürge sisteminin kazananı, Bay Kriz, yabancı dostları ve lobiler olurken;
kaybedeni ise, ne yazık ki milletimiz oldu.
Aziz milletim;
Yabancılar, geçen sene, ülkemizden yaklaşık, 59 bin konut satın aldı.
Yaşanan talep patlaması, kiraları da astronomik seviyelere çıkarttı.
Bay Kriz’in, akıl dolu ekonomi politikalarının sonucunda, bugün,
bir yabancı için, ayda birkaç yüz dolar, çok önemli bir para değilken;
milletimiz için, maaşının neredeyse tamamına denk geliyor.
Ve bu ihanetin sonucunda bugün, memleketimizin en güzel semtlerinde, en güzel evlerinde,
artık Türk vatandaşları oturamıyor.
Bugün Türk vatandaşları, bu ülkenin sahillerine gidip tatil yapamıyor.
Bugün gençlerimiz, Bay Kriz’in tavsiye ettiğinin aksine, kendi ülkelerinde gezemiyor.
Bütün bunları, sadece yabancı ülke vatandaşları yapıyor.
Bu aziz millet, zengin ülkenin, fakir halkı durumuna düşürülürken;
“Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” sözü,
maalesef bugün gerçek oluyor.
Yazıklar olsun!
İşte o nedenle bugün, Milletin Kürsüsü’nde,
hem bir kiracı, hem de bir işveren olarak, kiralardaki artışlardan derinden etkilenen,
genç bir kardeşimizi ağırlıyoruz.
Alpcan Hazar aramızda.
Buyurun Alpcan Bey, söz de kürsü de sizindir.
Aziz milletim;
Ak Parti iktidarının, berbat tarım politikaları,
çiftçilerimize çile çektirmeye devam ediyor.
tarıma düşman Bakan gitti, ama miras bıraktığı zulüm, aynen sürüyor.
Bay Kriz ise hâlâ, utanmadan,
gıda fiyatlarındaki artışa karşı, ithalatı çare olarak sunuyor.
Defalarca söyledik;
“İthalatla, gıda enflasyonunu düşüremezsiniz.” dedik.
“İthalat ile ancak, kendi çiftçinizin,
artan maliyetler karşısında, ezilmesine neden olursunuz.
Enflasyonu daha da tırmandırırsınız.” dedik.
“Bu sarmaldan tek çıkış yolu,
çiftçilerimizi teşvik ederek, destekleyerek, üretimi artırmaktır.” dedik.
Ama inatla dinlemediler.
Neymiş?
Yaz gelince, gıda ürünlerinin fiyatı düşecekmiş.
Yahu, böyle sığ bir bakış açısı olabilir mi?
Bunlar artık, ne galoş giyerek gezdikleri, mübarek Anadolu toprağını tanıyor,
ne de çiftçimizin alın teriyle, üretirken yaşadığı sorunları umursuyor.
Buradan iktidara, bir çağrıda bulunmak istiyorum.
Daha doğrusu, daha önce de yaptığım bir çağrıyı yinelemek istiyorum:
Elektrik zamlarını geri alın.
Hem de, ivedilikle geri alın.
Nisan ayındayız.
Sıcaklar artmaya başladı.
Birçok bölgemizde, tarım ürünleri, ilk defa bu ay, sulanmaya başlayacak.
Çiftçilerimiz, tarlalarına su verirken, elektrik zamlarıyla yüzleşecekler.
Yalnızca bu yıl, tarımsal sulamada kullanılan elektriğe, yüzde 100’ün üzerinde zam geldi.
Koca bir kış, Türk Milleti’ni, soğuğa ve karanlığa mahkûm eden, elektrik zamları,
bu sefer de, sofralarımızın bereketini kaçıracak.
Her ne kadar;
bu ucube sistem içerisindeki tek görevi,
arz etmek ve selefinin yerini aratmamak gibi gözüken, çiçeği burnunda Tarım Bakanı;
“Aç açık kimsemiz yok, herkesin karnı tok.” dese de;
Asgari ücretli milyonlarca vatandaşımız, evine ekmek götüremiyor.
Ay sonunu getiremiyor.
Her ay arttıkça atan, faturalarla boğuşuyor.
Vatandaşlarımız, bu ağır koşulların altında ezilirken;
onları korumakla yükümlü olan, devletimiz ise;
Bay Kriz ve yandaşlarının elinde, âdeta aciz bırakılmış durumda.
Ak Parti iktidarına kadar ülkemizde;
Elektriğin üretilmesi ve dağıtılması devletin elindeydi.
Bu sayede devlet, elektrik fiyatlarını kontrol etme imkanına sahipti.
Ancak Ak Parti iktidarının,
ahbap-çavuş ilişkileriyle yürüttüğü, özelleştirmeler sonucunda;
devlet, “vatandaşına fatura gönderme yetkisini”, kâr amacı güden şirketlere bıraktı.
Hâlbuki, devletin gücü, vatandaşıyla kurduğu ilişkiden doğar.
Devletin gücü, kurumların vatandaşını kucaklamasıyla ölçülür.
Devletin gücü, vatandaşının refahıyla güçlenir.
Bunlar, devlet ile vatandaş arasındaki bağın korunmasında,
olmazsa olmaz koşullardır.
Ancak iktidarın, liyakat yoksunu sığ politikaları nedeniyle,
devlet ile vatandaş arasındaki, bu güven ve şefkat bağı zedelendi.
Bu iktidar yüzünden bugün;
Kamu hizmetlerinin, eşit koşullarda yerine getirilmediği,
her türlü hatanın, milletimize fatura edildiği,
haketmediğimiz bir fakirliğin, bizlere zorla dayatıldığı,
bir ucube sistemle yönetiliyoruz.
Buradan, Büyük Türk Milleti’ne seslenmek istiyorum;
Biz İYİ Parti iktidarında, kamu hizmetinin sunulmasında,
temel amacı, kâr etmek olan şirketlerle, sizleri muhatap etmeyeceğiz.
Yolunacak kaz muamelesi görmenize, izin vermeyeceğiz.
Devlet ile vatandaş arasına, “modern mültezimleri” sokmayacağız.
Elektrik dağıtım hizmeti özelleştirilirken,
milletimizin, alın terinden sağlanan kârlar karşılığında,
altyapı yatırımı yapılacağı sözü verilmişti.
Ama Isparta örneği bize, bu yatırımların yetersiz kaldığını gösterdi.
O nedenle biz, İYİ Parti iktidarında;
sözleşmelerdeki yatırımlar yapıldı mı, yapılmadı mı, tek tek bakacağız.
Dağıtım şirketlerini, denetlemekle sorumlu TEDAŞ,
görevini yerine getirdi mi, getirmedi mi, araştıracağız.
EPDK, gerekli yatırımları yapmayan şirketlere,
yaptırım uyguladı mı, uygulamadı mı, inceleyeceğiz.
Sayıştay’ın konu ile ilgili raporlarını, işleme alacağız.
Devleti baypas ederek,
milletimizin sırtından, haksız kazanç sağlanan, tüm işlemleri yargıya taşıyacağız.
İmtiyaz süresi dolan şirketlerin, sözleşmelerini uzatmayacağız.
Bizim anlayışımıza göre;
ucuz enerji, ailelerimizin rızkıdır.
Sanayicimize, çiftçimize, ucuz enerji sağlamak,
devletin, en temel görevlerinden biri olmalıdır.
Ucuz enerji, üretimi sürdürmenin ve istihdamı arttırmanın önkoşuludur.
İşte bu yüzden biz, İYİ Parti olarak;
Milletimize reva görülen, bu ucube sistemi değiştirmeye geliyoruz!
Devletimizin, yıpratılan itibarını onarmaya geliyoruz!
Haksızlık karşısında, adaletin olduğunu, göstermeye geliyoruz!
Çiftçimizin, sanayicimizin, tükenen umutlarını, yeşertmeye geliyoruz!
Milletimizle beraber, milletimiz için geliştirdiğimiz, çözümlerimizle geliyoruz!
İnsanlarımızın yüzünü güldürmeye, bahtını döndürmeye geliyoruz!
Değerli dava arkadaşlarım;
Üstelik çiftçimizin tek sorunu, elektrik de değil.
Çiftçilerimizin derdi bini aşmış.
Adana’dakiler başta olmak üzere, birçok yerdeki tarlalarda, ayrı bir hüzün var.
İklim krizi hepimizin malumu.
Bu yıl, bir sıcak, bir soğuk geçirdiğimiz, kış aylarının sonunda,
tam da bahar geldi derken, yaşanan don, ekinlerde büyük hasara yol açtı.
Mart’ın son iki haftasında, Adana’da yaşanan don olayında,
sert çekirdekliler, narenciye ağaçları, sera karpuz ve patate,s çok büyük zarar gördü.
Görünen o ki;
Bazı yerlerde, maalesef, yılların emeği ağaçlar sökülecek, yerlerine yenileri dikilecek.
Ağaç zararı, TARSİM kapsamına girmiyor.
Dolayısıyla, çiçek dönemindeki meyvelerin aldığı hasarın, tazmininde sıkıntılar yaşanıyor.
O yüzden çiftçimiz, hava şartlarından dolayı, ayrıca risk altında.
Bu vesileyle buradan iktidarı, bu konuda hızlı adımlar atmaya çağırıyorum.
Mesela;
Zarar gören ürünler için, kullanılan kredilerin ödemeleri ertelensin.
Mesela;
Yeni bahçe kurmak durumunda kalan çiftçilerimize de, finansman desteği sağlansın.
Biz her zaman olduğu gibi, böyle önemli bir konuda da,
iktidarın atacağı olumlu adımlara destek vereceğiz.
Yeter ki, çiftçimizin çilesini hafifletecek adımlar atılsın.
Aziz milletim;
Artık memleketimizin her yerine yayılan,
ve gün geçtikçe daha da derinleşen yoksulluk,
maalesef hız kesmeden devam ediyor.
Geçtiğimiz hafta, İzmir’deydik.
İzmir deyince, belki de herkesin aklına,
daha müreffeh, daha mutlu ve daha huzurlu insanlar gelir.
Ama gelin görün ki, gerçekler hiç de öyle değil.
Mesela Menderes’te, fırın işleten esnaf bir kardeşim diyor ki;
“İşler kötü.
Hammaddelere gelen zamlardan dolayı, tarife dışına çıkamıyoruz.
O da masraflarımızı karşılamıyor.
Yaptığımız işin, kıymeti kalmadı.
Bu ay doğalgaz, 15 bin lira geldi, önümüzdeki ay kesin, 18 bin lira gelir.
Biz bu işi, böyle sürdüremeyiz.”
Mesela, kasap esnafı bir kardeşim diyor ki;
“Kilo ile et alan yok artık.
50 liralık, 30 liralık alıyorlar.
Haftalık, 2 kilo et alan aile, şu anda 750 gram zor alıyor.
30 liralık kıyma alıyor insanlar.
Dükkana günde, 25 kişi giriyorsa, 15’i fiyat sorup çıkıyor.
Haftada bir gelenler, artık ‘ayda bir geleceğiz’ diyor.”
Mesela, Bornova’da bijüteri dükkânı olan bir esnafımız diyor ki;
“İşler kötü ötesi.
Bu sene çok kötü, pandemide bile, bu kadar kötü değildi.
Fiyatlar 3 katına çıktı.
Kullanmadığımız elektriği ödüyoruz.
Şallarla oturduk ısınmak için.
Her şey lüks oldu.
İnsanlar markete yetişemiyor, nasıl böyle lüks alışveriş yapsın.
Dünkü satışım 35 lira, iki müşteriyle dükkân kapattım.”
Mesela, butik işleten bir kardeşim diyor ki;
“Sattığım malı yerine koyamıyorum.
1 hafta falan değil, 2 gün sonra, fiyat değişiyor.
Giyim bile lüks oldu, insanlar olan kıyafetlerini giyiyor.
Bazen, akşam 6’ya kadar siftah olmuyor.
Zaten 6 buçukta, dükkânı kapatıyorum.”
Mesela, bir kadın diyor ki;
“Bugün aldığımı, yarın alamıyorum.
Evimde bayat ekmeğim bile yok.”
İnsanlarımıza reva görülen şu tabloya bakar mısınız?
Duyduklarımı, gördüklerimi, şahit olduklarımı,
artık benim yüreğim kaldırmıyor.
İktidardakiler, geceleri başlarını yastığa, nasıl koyuyor, nasıl huzurla uyuyor,
inanın aklım almıyor.
Kemalpaşa’da ziyaret ettiğim bir markette,
18 yaşındaki bir evladımızla konuştum.
İsmi Gökdeniz.
Diyor ki;
“Sınavdan sonra ülkemizde ve dünyada bir yerimiz olacak mı?
Evet, herkesin bir yeri var.
Ama hak ettiğimiz yeri bulacak mıyız?”
Değerli dava arkadaşlarım;
Bugün, ülkemizdeki gençlerin birçoğunun aklında, bu soru var:
“Hak ettiğimiz yeri bulacak mıyız?”
Geleceğe dair, derin kaygılarla yaşayan, bir gençlikle karşı karşıyayız!
Haksızlıklar karşısında boğulan,
Hakkı için mücadele etmekten yorulan, bir gençlikle karşı karşıyayız!
Vaktinden evvel yaşlanan,
yaşından büyük dertlere sahip, bir gençlikle karşı karşıyayız!
Emniyet hissinden yoksun bırakılmış,
kendisini, hiçbir yerde güvende hissedemeyen, bir gençlikle karşı karşıyayız.
Umursanmadığını, unutulduğunu ve yok sayıldığını düşünen,
bir gençlikle karşı karşıyayız.
İşte tam da bu nedenle, önceki hafta olduğu gibi,
geçtiğimiz Cumartesi günü de, bir grup gencimizle birlikteydim.
“Gençler için, Gençlerle beraber” diyerek başlattığımız,
tersine mentorluk oturumlarımızın, ikincisini gerçekleştirdik.
Onlar içini döktü, ben dinledim.
Onlar anlattı, ben öğrendim.
Onlar sesini duyurmak istedi;
Ben de şimdi, buradan, Yüce Meclisimizin kürsüsünden,
İktidar mensupları başta olmak üzere,
tüm Türkiye’yi, bu gençlerimizin sesini duymaya davet ediyorum.
23 yaşında, öğrenci bir genç kızımız diyor ki;
“Ne istemediğimiz noktasında keskin çizgilerimiz var.
Belli kimliklerimiz var.
Kadın kimliğim var, umutsuzluklarla çarpışıyorum.
Genç kimliğim var, onunla ilgili de umutsuzluklarla çarpışıyorum.
Sürekli yüzüyorum derine dalıyorum, sürekli boğuluyorum.
Sistem bizi nereye götürüyorsa oradayım.”
28 yaşında mühendis bir oğlumuz diyor ki;
“1 ay sonrayı, 1 hafta sonrayı, 1 gün sonrayı planlayamıyoruz.
Ülkede her gün, her saat, her dakika, daha geriye götürüyor bizi.
Ümidim kalmadı artık.
Çünkü çok yoruldum.
Arkadaşlarla biraz önce, diplomanın hiçbir önemi kalmadığını konuştuk.
‘Okuma.
Bambaşka bir şey yap, çünkü daha çok getirisi var.’ dedik.
Bu çok acı.”
25 yaşındaki bir kızımız diyor ki;
“Türkiye’de kaldığım sürece, bir kadın olarak, benim can güvenliğim sağlanacak mı?
Ben bundan emin değilim.
Ben öldürülebilirim ve bu çok olası.
Biz bunu her dışarı çıktığımızda hissediyoruz.
Önceden gece bir yerden dönerken bunu hissediyordum.
Ama artık gündüz de hissediyorum,
iş yerinde de, apartmanımda da, her yerde hissediyorum.”
28 yaşında, teknoloji firmasında çalışan bir gencimiz diyor ki;
“Paramız Monopoly parası oldu.
Biz artık ülkecek neşemizi kaybettik.
Eskiden 20 lirayla Taksim’e çıkıyorduk ama neşemiz vardı.
Şimdi neşemiz de yok, Taksim’e de çıkamıyoruz.
Bizim gözümüz lükste değil.
Dışarı çıktığımızda, ‘kahvenin yanına tatlı almasak daha mı iyi olur?’
diye düşünmek zorunda olmamalıyız.
Artık hepimiz ekonomi, adalet, özgürlükler uzmanı olduk.
Merkez Bankası Başkanı olduk, Ekonomi Bakanı olduk, her şey olduk.
85 milyonluk, koskoca Türkiye’nin;
Ekonomi Bakanı’na, Merkez Bankası Başkanı’na bakar mısınız?
Ben utanıyorum, sokağa çıktığımda utanıyorum ben.”
21 yaşında, hem okuyan hem de part-time işlerde çalışan genç bir oğlumuz diyor ki;
“Gençler tembel diyorlar, çalışmıyor diyorlar ama öyle değil.
Ben mesaimin olduğu gün işten çıkarıldığımı öğrendim.
1 ay iş baktım bulamadım.
Ben her dışarı çıktığımda bir sıfata maruz kalıyorum.
Okulda terörist ilan edilebiliyorum.
Yurt dışında yaşamak istediğimde babam bile hain diyor.
Bunlar beni çok yoruyor, üzülüyorum ama artık öfkeye geçti bu durum.”
İngilizce öğretmenliği yapan genç bir kızım diyor ki;
“11-12 yaş grubuyla çalışıyorum.
Sınıfa girdiğimde genellikle tahtada; dolar ne kadar, Euro ne kadar oluyor.
11 yaşındaki öğrencilerim bunları takip ediyor.
Onlar da mutsuz, ben de mutsuzum.
Kendimi hiç güvende hissetmiyorum.
İnsanlar İngilizce biliyorsun neden bu ülkedesin diye soruyor?
Annem bile soruyor.
Bunları duymak benim gücüme gidiyor.”
Sevgili gençler;
Bizlere bırakılan Türkiye’yi, biz sizlere bırakamadık.
Cumhuriyetimizin bizlere sunduğu fırsat eşitliğini, biz sizlere sunamadık.
Atatürk’ün Türkiye vizyonunu, sizlere yaşatamadık.
Bu konuda, sadece iktidar değil, bizler de sorumluyuz.
Kendinizi güvende hissetmediğinizi,
Huzursuz ve endişeli olduğunuzu biliyoruz.
Kendinizi özgür hissetmediğinizi,
Mutsuz olduğunuzu, genç gibi yaşayamadığınızı biliyoruz.
Adaletsizlikten çok yorulduğunuzu,
taciz davasının da, orman yangının da,
peşine düşmek zorunda bırakıldığınızı biliyoruz.
Liyakatsizlikten çok sıkıldığınızı,
Milletçe yaşadığımız bu karakomediye karşı, mücadele ettiğinizi biliyoruz.
Hiç merak etmeyin;
Bu mücadelede, yalnız değilsiniz!
Sizleri anlayacak, dinleyecek ve taleplerinizi duyuracağız.
Bu mücadelede, kimsesiz değilsiniz!
Yaşadığınız sorunlara çözümler bulacak, sizi kimsesiz bırakmayacağız.
Ve şunu asla unutmayın ki;
Üzerimize düşen, ne varsa yapacak,
ve bu kutlu mücadeleyi, mutlaka kazanacağız!
Güneşli günlerin keyfini, hep birlikte süreceğiz!
Özgürlüğün, liyakatin, adaletin tadını, hep birlikte çıkaracağız!
Mutluluğu, hep birlikte paylaşacağız!
Cumhuriyet değerlerimize sımsıkı sarılıp ve Atatürk’ümüzün Türkiye’sine, hep birlikte ulaşacağız!
Gençler için, gençlerle beraber, el ele, kol kola verip;
Türk gençliğini, hak ettiği Türkiye’ye mutlaka kavuşturacağız.
İnanın, çok az kaldı!
Değerli dava arkadaşlarım;
21’inci yüzyılın değer setleri, bizlere yeni bir bakış açısı sunuyor.
Artık siyasi tercihler ve kavgalar değil,
insan merkezli bir anlayış gelişiyor.
Bu süreçte;
Bireylerin, özgür, sağlıklı ve güvenli bir hayat sürebildiği,
mutluluğunun, refahının ve onurunun garanti altına alındığı,
bir devlet anlayışı benimseniyor.
Bu devlet anlayışında;
Bireylerin farklı dünya görüşleri, zenginlik olarak görülüyor.
Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve adalet, vazgeçilmez birer norm olarak kabul ediliyor.
Üretim, refah ve doğayla uyum, her geçen gün daha da önem kazanıyor.
Bu bağlamda, ülkelerin kalkınmasına da, artık insan merkezli bakılıyor.
Bireyin ve toplumun, temel çıkarlarının gözetilmesine dayanan,
demokrasi ve katılımcılık ilkelerini benimseyen, yeni bir çerçeveden bakılıyor
Aslında bu çerçeve, bizler için, hiç de yeni değil.
Çünkü zaten biz bu çerçeveyi, Cumhuriyetimizden biliyoruz.
Cumhuriyet, her şeyden önce;
Bireyin, maraba olmaktan kurtarılmasıdır.
Yediğinin, içtiğinin, giydiğinin, iyileşmesidir.
Kaldığı evin, yürüdüğü yolun, güzelleşmesidir.
Emeğinin değerlenmesi, hakkının, hukukunun korunmasıdır.
Ancak bu da yetmez.
Cumhuriyet, kişinin mutlu, onurlu ve özgür bir hayat sürmesidir.
Bakın;
Bu kitabın adı “Medeni Bilgiler.”
Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün,
Türk Milleti’yle, vatandaşlık vizyonunu paylaşmak için,
manevi kızı, Afet İnan’ın adıyla yayınlattığı,
ama sonradan bizzat kendisinin yazdığı anlaşılan,
okullarda okutulmasını vasiyet ettiği, çok önemli bir eserdir.
Atamız eserinde diyor ki;
“Türk, istibdat ve esaret zincirlerini parçalayabilmek için,
dâhilî ve haricî düşmanlar karşısında hayatını ortaya attı;
sayısız fedakârlıklara katlandı, muvaffak oldu;
ancak ondan sonra hürriyetine sahip oldu.
Bu sebeple hürriyet, Türk’ün hayatıdır.”
Keza, 17 Şubat ve 4 Mart 1923 tarihlerinde gerçekleşen,
İzmir İktisat Kongresi’nin, yani Emek Misak-ı Millîsi’nin, açılış konuşmasında;
Mustafa Kemal Atatürk;
“Kılıç kullanan kol yorulur.
Fakat saban kullanan kol, her gün daha çok kuvvetlenir
ve her gün daha çok toprağa sahip olur.” sözleriyle,
Cumhuriyetimizin, birey ve kalkınma ilişkisindeki, bakış açısını yansıtır.
Ez cümle;
Aslında cumhuriyet vizyonumuz, bizlere;
Güçlü ve hür bir bireyin,
Güçlü ve hür bir millet ile,
güçlü ve hür bir devleti inşa edeceğini söyler.
Peki bu konuda, bugün neredeyiz?
Gelin birlikte bakalım.
Ak Parti iktidarının bizi getirdiği noktada,
maalesef, her konuda olduğu gibi, o büyük vizyonun da, çok ama çok uzağındayız.
Bireyin fakirleştirildiği,
Milletin kutuplaştırıldığı,
Devletin ise güçsüzleştirildiği, bir ucube dönemden geçiyoruz.
Bugün milletimiz;
İhtiyaçlar piramidinin en altında, adeta hayata tutunmaya çalışıyor.
Toprağından mahsul çıkartamıyor, üretemiyor.
Haksız rekabet ortamında, iş bulamıyor.
Ekonomideki derin kriz karşısında, sofrasına ekmek götüremiyor.
Yarın karşılaşacağı zorlukların stresiyle, huzurla uyku uyuyamıyor.
Eğitimde, sağlıkta, fırsat eşitliğine erişemiyor.
Kendi ülkesinde, güvende hissedemiyor.
Sevgiyi, aidiyeti paylaşmak yerine, hüznü, endişeyi yaşıyor.
Ne kadar çalışırsa çalışsın, başarıya ulaşabileceğine inanmıyor.
Sistemin karşısına çıkarttığı engelleri, aşabileceğine,
hayallerine, hedeflerine ulaşabileceğine inanmıyor.
Ne var ki;
Bay Kriz ve arkadaşlarının kurduğu bu ucube sistemde,
Milletimiz, fakru zaruret içerisinde, harap ve bitap düşmüş bir halde, her gün daha da fakirleşirken;
5’li çete süratle büyümeye devam ediyor.
İnsanlarımız mutsuzlaşırken, bol maaşlı yandaşlar sırıtmaya devam ediyor.
Gençlerimiz umudunu kaybederken, iktidarın rant sefası, hiç durmadan devam ediyor.
İşte biz, İYİ Parti olarak, bu eğri düzene sessiz kalamayız.
Sadece karın tokluğunu sağlayarak,
insanlarımızın itibarını ve mutluluğunu yerine koyamayız.
Gözü dönmüş bir avuç rantçının, devri daim olsun diye,
milletimizin hem bugününün, hem de geleceğinin dağılıp gitmesine, göz yumamayız.
Aziz milletim;
Biz milliyetçi, demokrat ve kalkınmacı bir partiyiz.
Bizim kalkınma vizyonumuzun odağında, insan var.
İnsanın, özgür bir birey olarak;
ayağını yere sağlam basması için,
başını dik tutabilmesi için,
geleceğe, güvenle bakabilmesi için,
amcaya, dayıya, gerek duymadan, eşit şartlarda büyüyebilmesi için,
daha doğduğu andan itibaren, devletin şefkatini, attığı her adımda hissetmesi var.
Gelin, bunu size, İYİ Parti iktidarında,
bir çocuğumuzun dünyaya geldiği andan itibaren,
ona nasıl yaklaşacağımızı, projelerimizle anlatayım.
İlk olarak, çocuk haklarıyla ilgili, bir seferberlik başlatacağız.
Toplumumuzun önemli bir kısmı,
çocuk haklarını,
hangi davranışların, çocuğa şiddeti kapsayacağını,
çocuğun, nasıl büyütülmesi gerektiğini maalesef bilmiyor.
İşte bu yüzden;
Gençler ve yeni evlilerden başlamak üzere, bütün toplumumuzu,
çocuk hakları, çocuğa şiddet, çocuğun eğitimi ve bakımı konusunda bilinçlendirecek,
bir eğitim seferberliği başlatacağız.
Ayrıca, çocuklarımızın sağlıklı ve dengeli beslenmesi için de,
ailelere mutlaka gıda desteği sağlayacağız.
Çocuğumuz büyüdüğünde,
her mahalleye açacağımız, ücretsiz kreşler ve zorunlu okul öncesi eğitimle,
çocuğumuzu, aynı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi,
çok küçük yaşlardan itibaren, eğitimle tanıştıracağız.
Aramızda başarılı iş insanları var.
Size, 1’e 7 veren bir yatırım imkânından bahsetsem;
hepiniz heyecanla, bu yatırımı yaparsınız, değil mi?
İşte okul öncesi eğitim de, tam olarak böyle bir yatırım.
Çünkü okul öncesi eğitim yaygınlaşınca,
çocuklarımızın akademik başarısı artacak,
daha sosyal bireyler olacaklar,
daha az suça karışacak, kötü alışkanlıklar edinmeyecekler.
Daha başarılı olacaklar, daha çok üretecekler, daha çok kazanacaklar.
Bugün maalesef, İstanbul’da bile, her dört çocuktan sadece biri, okul öncesi eğitime gidiyor.
OECD ortalamasında, son sıralardayız.
Bütün çocuklarımızın, okul öncesi eğitime gitmesinin maliyeti ne kadar?
22 milyar lira.
Yani;
Yaklaşık olarak, Telekom vurgununun son aşamasında, hazinenin uğratıldığı zarar kadar.
Peki getirisi ne?
144 milyar lira.
Devam edelim.
Çocuklarımız ilköğretime başladığı günden itibaren,
çağdaş bir müfredatla okuyacak.
Ezberci değil, merak uyandıran,
bilgiden ziyade, bilgiye erişmeyi kolaylaştıran bir müfredatımız olacak.
Bunun için araştırmalarımızı yaptık.
Çocuklarımızın bilgi, yetenek ve beceri alanlarındaki, açıklarını tespit ettik.
Çocuklarımızın, gelişmiş ülkelerdeki yaşıtlarından, geri kalmayacakları bir gelecek tasarladık.
Aynı zamanda,
çocuklarımızın okurken, dengeli de beslenmeleri gerek.
Bugün ülkemizde, 7 milyon yoksul çocuk var.
Bu sayı, İrlanda, Norveç, Danimarka gibi ülkelerin, toplam nüfusundan fazla.
Bu çocuklarımızın, dengeli ve sağlıklı beslenmesi gerekiyor.
Geçtiğimiz Ekim ayında, Rüzgargülü projemizi açıklamıştık.
Devlet okullarında okuyan, 15.1 milyon çocuğumuza,
ücretsiz kahvaltı ve öğle yemeği vereceğimiz bu projeyle,
2 milyon çocuğumuz, hastalanmayacak.
1.6 milyon vatandaşımız, yoksulluktan kurtulacak.
Eğitimde uluslararası bir başarı yakalanacak.
Kadın istihdamı artacak.
Kırsal kalkınma desteklenecek.
Yani;
Hem çocuklarımızın karnı doyacak,
hem de ailelerimiz, çocuklarına harçlık veremediği için dertlenmeyecek.
Çocuklarımız, yavaş yavaş gençliğe adım attıklarında ise;
İYİ Yaşam Geliri Modelimiz devreye girecek.
18-26 yaş arasında, okusun, okumasın, çalışsın, çalışmasın, her gencimize,
geçen senenin bütçesiyle, aylık 1000 lira, destek sağlayacağız.
Neden mi?
Çünkü maalesef, ülkemizdeki yoksul vatandaşlarımızın yarısı, 25 yaşın altında.
Yani;
Hani o her gün, “Çıkar telefonunu göster.”,
ya da, “İş var, sen beğenmiyorsun.” diye, mobinge maruz kalan gençlerimiz var ya…
İşte o gençlerimizin, çoğu yoksul.
Bu gençlerin, geçtim Sayın Erdoğan’ın dediği gibi, yurtdışına gezmeye gitmeye,
kendisinin pek bir methettiği, aromalı kahveleri içecek bile paraları yok.
Çoğu, parasızlıktan evden çıkamıyor.
Peki biz, İYİ Yaşam Geliri desteğini sağlayınca ne olacak?
Milyonlarca gencimiz, yoksulluktan kurtulacak.
İYİ Yaşam Geliri’ni sadece gençlerimize değil,
aynı zamanda, derin yoksulluk çeken hanelerin, kadınlarına da vereceğiz.
Böylece, yoksulluğu ve yoksunluğu, en derinden hisseden kadınlarımıza da,
bir nebze olsun, rahat bir nefes aldıracağız.
Peki başka ne yapacağız?
Bu gençlerimizden, üniversiteye gidenlerinin tamamının, barınma problemini çözeceğiz.
İçinde sinema salonlarının, spor salonlarının olduğu yurtlarda,
en fazla iki kişilik odalarda kalacaklar.
Yap-İşlet Devret projelerine verilecek paranın yarısıyla,
tüm üniversiteli gençlerimizin, çağdaş standartlardaki yurtlarda kalmalarını sağlayacağız.
Daha sonra, üniversiteleri, işsizliği dört sene öteleyen kurumlar olmaktan çıkarıp,
beceri ve beklenti uyumsuzluğunu, ortadan kaldıracağız.
Mütevelli heyetinde, o bölgenin, iş dünyası temsilcilerinin olduğu,
bölgedeki şirketlerin, ihtiyaç duyduğu becerileri, 12 ila 18 ay içerisinde verebilecek,
Teknoloji Kampüsleri kuracağız.
Buralardan mezun olan gençlerimiz,
başka şehirlerde, iş aramak zorunda kalmayacak.
Çünkü Teknoloji Kampüslerimizde kazanacakları beceriler,
kendi bölgelerinde iş bulmalarını sağlayacak.
Mesela;
Balıkesir Üniversitesi’ndeki Teknoloji Kampüsü,
bölgedeki, büyük ölçekli tarım işletmelerinin,
ihtiyaç duyduğu becerileri ve teknolojik donanımı sağlayacak bir eğitim verecek.
Mesela;
Akdeniz Üniversitesi Teknoloji Kampüsü, eğitimlerini,
turizm teknolojilerinin nasıl kullanılabileceği ve geliştirilebileceği konusunda yoğunlaştıracak.
Bu sayede, herkes üniversite mezunu olmak zorunda kalmayacak;
ama herkes, hak ettiği ücreti alacağı, müreffeh yaşam koşullarını sağlayacak bir işte çalışabilecek.
Hem beceri, hem de beklenti uyumsuzluğu çözülmüş olacak.
Gençlerimiz, üniversiteden mezun olduğunda ise;
artık KYK borcunu ödeme derdine düşmeyecek.
Çünkü artık gençlerimiz, KYK borçlarını, eğer isterlerse,
sosyal sorumluluk projelerinde çalışarak ödeyecekler.
Mesela;
Diyelim ki, eğitim fakültesinden mezunsunuz.
Hafta sonları, görme engelli bir çocuğumuza, 2 saat kitap okuyacaksınız.
Bunun karşılığında hak ettiğiniz ücret, kredi borcunuzdan düşecek.
Hayvan barınaklarında, sevimli dostlarımızı yalnız bırakmamak mı istiyorsunuz?
Orada geçirdiğiniz ve yetkililere yardım ettiğiniz süre, kredi borcunuzdan düşecek.
Yaşlı bakım merkezlerinde, yaş almış bir teyzemizle, amcamızla vakit geçirip,
onunla dertleşmek mi istiyorsunuz?
Orada geçirdiğiniz zaman karşılığında hak ettiğiniz para, kredi borcunuzdan düşecek.
Bu kadar basit.
Böylece gençlerimiz, kendilerini iyi hissedecek.
İş arayan evlatlarımız, hem topluma bir faydası dokunduğu için,
hem de, kredi borcunu ailesine ödetme derdine düşmeyeceği için,
kendini iyi hissedecek.
Her hafta, üniversiteli ablasının, kendisine kitap okumasını bekleyen,
engelli çocuklarımız da, kendini iyi hissedecek.
Yaş almış vatandaşlarımız, karşısında pırıl pırıl gençlerimizi görüp,
onlarla sohbet ettiğinde, kendini iyi hissedecek.
Barınaktaki hayvanlarımız, onları seven bir kalbin sıcaklığında, kendini iyi hissedecek.
Bizim aslında en çok da buna ihtiyacımız var.
Milletçe hep beraber, uzun zaman sonra yeniden, “iyi hissetmeye” ihtiyacımız var.
Ama hiç şüpheniz olmasın.
Bu hisse birlikte kavuşacağız.
Birlikte gülecek, birlikte mutlu olacağız.
Emin olun, çok az kaldı!
Değerli dava arkadaşlarım;
Gençlerin umutsuzluğa,
Çocukların mutsuzluğa,
Kadınların huzursuzluğa mahkûm edilmesine, izin vermeyeceğiz!
Üreticinin boynunu büken,
Sanayicinin elini bağlayan,
Esnafın yüzünü düşüren adaletsizliğe, sessiz kalmayacağız!
Demokrasinin, tarumar edildiği,
Özgürlüklerin, hiç edildiği,
Devlet ciddiyetinin, kaybedildiği,
Hukukun, adaletin, yok edildiği, bu ucube düzeni, biz değiştireceğiz!
Onlar sipariş usulü rant projeleriyle övünedursun,
Biz, açtığımız bilim enstitüleri ile övüneceğiz!
Biz, bu ülkeye döviz getirecek, teknoloji merkezleri açmakla övüneceğiz!
Biz, sağladığımız iş imkânları ile övüneceğiz!
Biz, gençlerimizin yüzündeki umutla övüneceğiz!
Biz, 70 yaşında çalışmak zorunda kalmayan, keyif süren emeklilerimizle övüneceğiz!
Onlar, milletimizin sırtına yük bindirmekle övünürken;
Biz milletin sırtından aldığımız yükle övüneceğiz!
Varsın onlar masal anlatmaya devam etsin;
Biz İYİ Parti iktidarında;
Cumhuriyet değerlerimizin rehberliğinde,
Atatürk’ümüzün o büyük Türkiye vizyonuna yakışır, yepyeni bir tarih yazacağız!
Emin olun, çok az kaldı!
Toplantımızı şereflendirdiniz.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.