Partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulunan İYİ Parti lideri Meral Akşener, iktidara çarpıcı eleştirilerin yer aldığı açıklamalarda bulundu. Akşener, partisinin 5. kuruluş yıldönümüne değinerek başladığı konuşmasında, iktidarın faiz politikasına tepki göstererek, "Siz, Sayın Erdoğan’ın faize karşıyım pozlarına bakmayın. Bu dünyada, faizcilerin en çok sevdiği kişi, Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Bir yandan, “Faizle savaşıyorum.” masalıyla milletimizi meşgul ederken, öte yandan ne yapıyor? Milletin hazinesini, gidip tefecilerin ayaklarına seriyor. 2022 yılı bütçesinde, 240 milyar lira faiz ödemesi öngörmüşlerdi.
Şimdi ne diyorlar? Faiz gideri, 330 milyar lira. Üstelik, öyle de rahat söylüyorlar ki… Arada, 90 milyar lira fark var, ama bunlarda, en küçük bir utanma belirtisi bile yok. Bir düşünün. O 90 milyar lirayla, neler yapılmazdı ki?…" dedi.
Akşener, AKP Mahir Ünal''ın Türkçe ve Cumhuriyeti hedef alan sözlerine tepki göstererek şunları söyledi;
Tarihi, fesli meczuplardan öğrenmiş, bir sözde entelektüelin, hezeyan dolu şu analizine bakar mısınız? Neymiş? Bu fevkalade aydın arkadaşımız, Çığır açıcı düşüncelerini, Türkçe dilinde üretemiyormuş.
Sadece konuşabiliyormuş, ve bundan da çok müzdaripmiş… İşte size, “keşke yunan kazansaydı.” diyen ucube bir zihniyetin, Kahramanmaraş şubesi. Milli mücadelede, destan yazan Kahramanmaraşlıların şanına, ve Arslan Bey’in aziz hatırasına, dil uzatan bu arkadaşa, buradan hatırlatmak istiyorum: Biz, ezelden beri Türkçe konuşuyoruz. Yani Cumhuriyet ile birlikte, bizim dilimiz değişmedi, sadece alfabemiz değişti."
Akşener konuşmasının son bölümünde ise, "Her bir kuruş verginin, Her bir kuruş haramın, Her bir kuruş hırsızlığın hesabını, milletin mahkemesine taşımaya geliyoruz!" şeklinde konuştu.
Meral Akşener''in açıklamaları şu şekilde;
Bundan 5 yıl önce, yine bir Çarşamba sabahı,
Türkiye’nin kurtuluşunda, kuruluşunda ve yükselişinde,
Ankara’dan yola çıkıp, yılmadan, azimle yürüyen,
aziz milletimizi selamlamıştım.
Türkiye’nin her yerinden;
İşini, evini, ailesini bırakıp, yollara düşen,
“Mesele Türkiye ise, mesele Türk Milleti ise;
Çıkarız, yürürüz, geliriz.” diyen, cesurlar hareketini,
yani siz, değerli dava arkadaşlarımı selamlamıştım.
Ve ne mutlu bana ki, bugün de;
Karşımda yine sizlerle;
Değerli milletvekillerimizle,
En büyük destekçim gençlerimizle,
Ve ekranlardan bizi takip eden, aziz milletimizle birlikteyim.
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Öncelikle, dün 5’inci yılını dolduran İYİ Parti’mizin,
yeni yaşı kutlu olsun!
Bize bu günleri gösteren, Yüce Allah’a şükürler olsun!
Değerli dava arkadaşlarım;
25 Ekim 2017’de;
İnsanımız için, bir özgürlük yürüyüşünü,
Devletimiz için, bir itibar yürüyüşünü,
Milletimiz için, bir demokrasi yürüyüşünü,
Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye yürüyüşünü,
Ez cümle;
Bir kutlu iktidar yürüyüşünü, birlikte başlattık!
Bütün yollar tutulmuşken;
milletimizle el ele verip, kendi yolumuzu açtık!
Hep birlikte ayağa kalktık ve;
“Zengin bir Türkiye istiyoruz;
Gücümüz var.” dedik.
“Adil bir Türkiye istiyoruz;
Gücümüz var.” dedik.
“Özgür bir toplum istiyoruz;
Gücümüz var.” dedik.
“Mutlu bir Türkiye istiyoruz;
Hakkımız var.” dedik.
“Artık İYİ Parti var ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” dedik.
Nitekim, öyle de oldu…
Son 5 yılda yaşananları, bir hatırlayın…
İftiralar attılar…
Ama attıkları bütün iftiralara, önce kendileri dolandılar.
Karşımıza engeller çıkarttılar…
Ama bizi yıldıramadılar.
Önümüze duvarlar ördüler…
Ama milletimizle buluşmamıza, engel olamadılar.
Yolumuza tuzaklar kurdular…
Ama Hakk’ın da bir planı olduğunu unuttular.
Biz, bundan 5 yıl önce, onları uyarmıştık.
“İYİ’lerin yolu, medeniyet yoludur.” demiştik.
“Ve bu yolun taşlarını, sadece cesurlar döşer.” demiştik.
İşte bu yüzden, yolumuza çıkan hiçbir korkağa;
eğilmedik, bükülmedik, yenilmedik!
Allah’ıma hamdolsun.
Şimdiye kadar bizleri, bu kutlu yolda, milletimize karşı hiç utandırmadı.
İnşallah bundan sonra da, utandırmayacak.
Şimdiye kadar milletimize;
“yapacağız” deyip, yapamadığımız, hiçbir şey olmadı.
İnşallah bundan sonra da olmayacak!
Değerli dava arkadaşlarım;
Biz, bundan 5 yıl önce, milletimize bir söz verdik.
Artık vakit, o sözü tutmanın vaktidir.
Artık vakit, İYİ’lerin vaktidir!
Artık vakit, iktidar vaktidir!
Sandık ufukta göründü,
İYİ Parti iktidarı, hiç olmadığı kadar yakın.
Vizyonumuz, projelerimiz, kadrolarımız hazır.
İYİ Parti, iktidara hazır!
O kutlu gün gelip de, milletimizden yetkiyi aldığımızda,
Sözümüzü mutlaka tutacağız.
Ve milletimizi, hak ettiği gibi,
güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’ye, mutlaka kavuşturacağız.
Emin olun ki;
Başaracağız!
Başaracağız!
Başaracağız!
Aziz milletim;
Ülkemizin yaşadığı krizler sarmalı,
maalesef her geçen gün, büyümeye devam ediyor.
Derinleşen yoksulluk, insanımızı içine çekmeye devam ediyor.
Maaşlar kuşa dönmeye, cepler boşalmaya devam ediyor.
Çünkü;
Büyük ekonomi gurusu Bay Kriz,
ve üstün yetenekli ekonomi ekibinin,
“Yeni Ekonomi Modeli” diyerek pazarladıkları, ucube model yüzünden,
ekonomimiz can çekişiyor.
Ülkemizi, yap boz tahtasına çeviren,
milletimizi de kobay olarak gören;
bu akılsız, şuursuz ve kuralsız ekonomi yönetimi,
her hafta, yeni bir zihni sinir deneyi, Türkiye’ye dayatıyor.
Bu deneyler zincirinin, son halkasının adı belli oldu:
Merkez Bankası Olmayan Bir Ülke Deneyi…
Hayırlı uğurlu olsun.
Son zamanlarda, varlığı zaten meçhul olan, Merkez Bankası,
geçtiğimiz günlerde, 150 baz puanlık faiz indirimine gitti.
Politika faizi, yüzde 12’den, yüzde 10 buçuğa indi.
Ancak faizlerin düşüşü, sadece kağıt üzerinde kaldı.
Çünkü artık, piyasalar bile, Merkez Bankası kararlarını,
piyasa deyimiyle söyleyeyim;
“Satın almıyor.”
Şirketlerin hiçbiri, Merkez Bankası’nın açıkladığı rakamlar üzerinden,
ticari krediye ulaşamıyor.
Yani, Bay Kriz’in maharetli yönetimi sayesinde, artık;
üfürme rakamlarla yapılan, algı yönetiminin, oyuncağı hâline gelmiş,
bir Merkez Bankamız var.
Piyasanın bile itibar etmediği, bir Merkez Bankası,
aslında yok hükmündedir.
Bu kadar basit.
Ve maalesef, geldiğimiz noktada,
Bay Kriz’in, sözüm ona, faizle olan savaşının bedelini,
ekonominin ağır gerçekleriyle karşılaşan, cefakar milletimiz ödüyor.
Bay Kriz’in keyfi uğruna, 85 milyonun geleceğiyle oynanıyor…
Siz, Sayın Erdoğan’ın faize karşıyım pozlarına bakmayın.
Bu dünyada, faizcilerin en çok sevdiği kişi, Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Bir yandan, “Faizle savaşıyorum.” masalıyla milletimizi meşgul ederken,
öte yandan ne yapıyor?
Milletin hazinesini, gidip tefecilerin ayaklarına seriyor.
2022 yılı bütçesinde, 240 milyar lira faiz ödemesi öngörmüşlerdi.
Şimdi ne diyorlar?
Faiz gideri, 330 milyar lira.
Üstelik, öyle de rahat söylüyorlar ki…
Arada, 90 milyar lira fark var,
ama bunlarda, en küçük bir utanma belirtisi bile yok.
Bir düşünün.
O 90 milyar lirayla, neler yapılmazdı ki?…
Mesela, gençlerimizin yurt sorunu çözülebilirdi.
Mesela, çiftçiye gübre desteği verilebilirdi.
Mesela, esnafa nakit desteği sağlanabilirdi.
Ya da mesela, düşük emekli maaşlarının tamamı,
asgari ücret seviyesine çıkarılabilirdi.
Peki Bay kriz, bütün bunlar yerine ne yaptı?
90 milyar lirayı götürdü, faize ödedi.
Peki neden?
Tamamen iş bilmezliği yüzünden.
Ekonomiden anlayan herkes uyardı.
Hatta yanı başındaki, vicdan ve sağduyu sahibi partilileri bile uyardı.
O ise dinlemedi, bildiğini yaptı.
Bitmedi.
Aynı muhteşem ekip, 2023 yılı için de,
290 milyar lira, faiz ödemesi öngörüyorlardı.
Getirdikleri bütçedeki, faiz ödemeleri ne kadar biliyor musunuz?
565 milyar lira.
Aradaki fark, bu kez, 275 milyar lira.
Yaklaşık 15 milyar dolar.
Beceriksizlikleri yüzünden, faize ödeyecekleri paraya bakın.
Düşünsenize, 15 milyar dolarla, milletin hangi dertlerine derman olunurdu?…
Şimdi sıkı durun:
Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince ne olur?
Diğerleri de yanlış devam eder.
Ekonominin bu altın çocuklarının, 2024 yılı için öngördükleri faiz ödemesiyse,
320 milyar liraydı.
Şu anki tahminleri ne kadar biliyor musunuz?
Tam 698 milyar lira…
İki katından fazla.
Tabi o da tutarsa…
Üstelik bütün bu rakamlara,
1970 model kur korumalı mevduat uygulaması da dahil değil.
Aziz milletim;
Şimdi;
Bir bu rakamlara, bir de çiftçiye ödenen destek rakamlarına bakınca,
sizce kim faizci?
Bir bu rakamlara, bir de pandemide millete verilen, nakit desteğine bakınca,
sizce kim faizci?
Milletimiz kan ağlarken, faiz lobileri bayram ettiği bu tabloya bakınca,
sizce kim faizci?
Milletimiz enflasyon altında ezilirken,
bankaların, 2022’in daha ilk 8 ayında,
geçen yıla göre, 5 kat yüksek kâr açıklamasına bakınca,
Söyler misiniz bana, sizce kim faizci?
Faiz baronu Bay Kriz inat ettikçe,
olan piyasalara, olan üreticilere, olan milletimize oluyor.
Lafla, talimatla, Merkez Bankası yönetmekte ısrar ettikçe,
ekonominin gerçekleri bedel ödetiyor.
Peki bu bedeli kim ödüyor?
Tabii ki, milletçe biz ödüyoruz.
Çarşıda, pazarda, mutfakta yaşadığımız sıkıntıların sebebi,
işte bu iş bilmezliktir.
Türkiye’yi bu ucube sisteme mahkum eden Bay Kriz,
ve liyakatsiz kadrolarının, dillere destan beceriksizliğidir.
Bunun lamı cimi yok.
Çünkü ekonominin limanı güvendir.
Demokrasi olmazsa, adalet duygusu kaybolursa, güven kalmaz.
Güven olmazsa, yatırım olmaz.
Yatırım olmazsa, iş olmaz, aş olmaz.
İşte Bay Kriz’in, bizi içine düşürdüğü sarmal, tam olarak budur.
Yıllar önce, bir reklam filminde, ne diyordu?
“İnsanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim.”
İşte bu iktidar, artık insanlarımızın, güvenini kaybetti.
Milletimiz, Sayın Erdoğan’a güvendi, oy verdi.
Ama bugün karşımızda, artık bir başkası var.
Bugün artık karşımızda, “milletin adamı” diye ambalajlanan, Sayın Erdoğan yok.
Bugün artık karşımızda, Türkiye’yi enflasyon canavarına kurban eden,
yandaşların, lobilerin, faizcilerin adamı, Bay Kriz var.
Rahmetli Süleyman Demirel, enflasyonu tarif ederken, der ki:
“Enflasyon, sadece ekonomik bir hadise değildir.
Ahlakı bozar, aileleri dağıtır.
Enflasyon, aynı zamanda sosyal bir hadisedir.”
Biliyorsunuz Bay Kriz, iş siyasi polemiğe geldiğinde,
aile kurumu üzerinden hamaset yapmayı, pek bir sever…
Ama bu arkadaş, aile kurumu diye, atıp tutarken,
sebep olduğu enflasyonun, toplumda yarattığı sosyal erozyonun,
ahlaki kırılmanın farkında bile değil.
Ekonomik kriz almış başını gitmiş;
bu arkadaş hâlâ, açılış peşinde…
Evlerde tencereler kaynamaz olmuş,
Bay Kriz hâlâ, nutuk atma peşinde.
Toplumsal bir çöküşün ayak sesleri, artık duyulur olmuş,
Sayın Erdoğan hâlâ, hamaset peşinde…
Yazıktır, günahtır…
Gittiği her yerde, miting gibi açılışlar olsun istiyor.
Ama vatandaş artık, Bay Kriz’in mitinglerine gitmiyor.
Çevresindekiler de, aldıkları ballı maaşların hakkını verebilmek için,
talimatla işçileri, memurları, miting meydanlarına gitmeye zorluyor.
Arkasında hâlâ, kalabalıklar olduğunu zannetsin istiyorlar.
Tıpkı Diyarbakır’da olduğu gibi…
Aziz milletim;
Ak Parti iktidarının, istisnasız her meslek grubuna karşı yürüttüğü,
kendisinden olmayanı, itibarsızlaştırma politikası;
Geçtiğimiz hafta da, öğretmenlerimizi vurdu…
Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerimizin, mimarları olan öğretmenlerimiz,
yine Ak Parti’nin, çarpık zihniyetinin prangalarına takıldı.
Mesleki ve kişisel saygınlıkları, bir kez daha çiğnendi.
Sayın Erdoğan’ın, Diyarbakır’da düzenlediği miting öncesinde;
Diyarbakır İl Millî Eğitim Müdürü’nün,
ilçe müdürleriyle yaptığı, bir toplantıda;
âdeta saadet zincirine, yeni kurbanlar ararcasına,
öğretmenlerimize, miting alanında,
kalabalık yapmaları için, talimat verdiği ortaya çıktı.
Neymiş?
Aralarında,
1 müdür,
2 müdür yardımcısı,
1 İŞKUR personeli,
1 hizmetli,
2 öğretmen de olmak üzere,
her okul, toplamda, 10 kişi getirecekmiş.
Güvenilir müdürler, müdür yardımcıları,
kendilerine zimmetlenmiş öğretmenlerle,
yeterli kalabalığı sağlayacakmış…
Şu utanmazlığa bir bakar mısınız?
Sanki, İl Millî Eğitim Müdürü değil de;
Ak Parti İl Başkanı…
Sanki, bir devlet görevlisi değil de;
Kast ajansı…
Sanki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin aziz öğretmenlerinden değil de;
marabalardan bahsediyor…
İşte size Ak Parti’nin, devlet yönetimi anlayışı.
İşte size, iktidarın nazarında,
mitingler için dolgu malzemesine indirgenmiş,
devlet memurlarımız…
Yuh olsun!
Yazıklar olsun!
Bizim anlayışımıza göre, bir devlet görevlisinin,
elbette siyasi bir fikri olabilir.
Ancak bir devlet görevlisi,
görevini yaparken, devleti yöneten kişilere değil,
devletin kendisine bağlıdır.
Yani, milletin iradesine bağlıdır.
Dolayısıyla, kendisini göreve getiren siyasetçiye karşı,
kişisel bir minnet duygusu içerisinde, hareket edemez!
Siyasetçinin, ikbal bekçisi olamaz!
Yasaları da, keyfine göre esnetemez!
Şahsi fikirlerini ve beklentilerini, talimata çeviremez!
Hele de öğretmenlik mesleğinin onurunu, asla zedeleyemez!
Şimdiden uyarıyorum:
Herkes ayağını denk alsın.
Bundan sonra gözümüz, bu tip,
haksız ve usulsüz uygulamaların üzerinde olacak.
Çünkü üstadın da söylediği gibi:
“Sanma bu tekerlek kalır tümsekte…
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!”
Benden söylemesi.
Değerli dava arkadaşlarım;
İktidarın, ısrarla itibarsızlaştırmaya çalıştığı,
bir diğer meslek grubu da, doktorlarımız…
Biliyorsunuz Sayın Erdoğan, en son, “Giderlerse gitsinler.” demişti.
Belli ki, yetmemiş olacak,
şimdi de gözlerini, kalan doktorlarımıza dikmiş gözüküyor.
Geçtiğimiz günlerde, Sağlık Bakanlığı,
bir yönetmelik yayınladı.
Bu yönetmelik esasen;
mevcuttaki bir açığı, kapatmak için yapılacaktı.
Ancak tabii ki, klasik bir Ak Parti hareketi olarak,
yasakçı ve baskıcı bir yöntem geliştirildi.
Normal şartlarda hekimlerimiz,
üniversite hastanelerinde, yarı zamanlı olarak çalışırken,
muayenehane açamıyorlar.
Yani, üniversitelerde, yarı zamanlı çalışmak isteyenlere,
tek seçenek bırakılıyor:
O da, sözleşmeli çalışmak.
Dolayısıyla, serbest çalışma hakkı olmayan hekimlerimiz;
ya şehir hastanelerinde,
ya da, özel hastanelerde çalışmaya, mecbur bırakılıyor.
Bu düzen, yaklaşık 10 yıldır bu şekilde işliyor.
Ancak hekimlerimiz, bu durumdan dolayı;
hem, özlük haklarını, büyük ölçüde yitirdikleri,
hem de, özel merkezlerin tahakkümünden, bunaldıkları için;
son yıllarda, özel muayenehanelerde çalışmayı, tercih etmeye başladılar.
Bu da, kamuda ve özellikle zincir özel hastanelerde,
bazı branşlarda, ciddi doktor açığına, sebep olmaya başladı.
İşte geçen hafta çıkan yönetmeliğin,
tam olarak, bu açığı kapatması beklenirken;
Özel hastanelerin, dışarıdan misafir hekim,
konsültan hekim anlaşmalarına, sınırlama getirildi.
Bunun için belirlenen oran da,
özel hastanenin, toplam hekim sayısının,
yüzde 15’i olacak şekilde ayarlandı.
Yani, şöyle düşünün;
Avukatların, duruşmaya girecekleri mahkemelere sınır getirilmesi, ne demekse,
bu yönetmelik de, doktorlarımız için o demek.
Böyle bir saçmalık olabilir mi?
Böyle bir sorun çözme anlayışı olabilir mi?
Ayıptır, günahtır.
İşte tam da bu yüzden, bugün,
Millet’in Gerçek Evi olan Gazi Meclisimizde,
Milletin Kürsüsü’nde, değerli bir hekim kardeşimizi ağırlıyoruz.
Her zaman olduğu gibi, milletimizin gerçeklerini,
yine, bizzat milletimizden dinleyeceğiz.
Operatör Doktor Halit Urgan kardeşimiz aramızda.
Buyurun Halit Bey, söz de kürsü de sizindir.
Değerli dava arkadaşlarım;
Buradan sağlık çalışanlarımıza ve vatandaşlarımıza sesleniyorum;
İktidara geliyoruz, az kaldı.
Ve iktidarımızdaki önceliklerimizden biri de,
milletimizi sağlık hizmetlerindeki,
sağlık çalışanlarımızı da, işlerindeki sıkıntılardan, kurtarmak olacak.
Konunun uzmanı arkadaşlarım çalıştı.
İktidarımızda,
Vatandaşlarımız sağlık hizmetini, engelsiz ve uygun şartlarda alacak,
sağlık çalışanlarımız da, huzurla çalışacak.
Mesela, mevcut sistemde,
üniversite ve devlet hastanelerinde çalışan hekimler,
özel hastanelerde çalışamıyor.
Belli kurallar dahilinde, bu kısıtlamayı kaldıracağız.
İnsan sağlığı gibi, ulvi bir konuyu bile, ticari alan haline getirdiler.
Bu saçmalığa son vereceğiz.
Özel hastane ruhsatlarının,
taksi plakası gibi, alınıp satılmasına, izin vermeyeceğiz.
Bu ticaret, özel hastane açmak isteyen yatırımcının önüne konan,
bürokratik engellerin bir sonucudur.
Bu engelleri kaldırıp, güvenilir bir denetimle,
sağlık yatırımlarının önünü açacağız.
Hastayla gerektiği kadar ilgilenmek yerine,
daha çok hasta görmeyi dayatan, performans uygulamasına,
ve buna bağlı işleyen, ücret politikasına, son vereceğiz.
Ek mesai imkanı getireceğiz.
Hekimlerimiz istedikleri takdirde, mesai saati sonrasında,
hafta sonları da, bir plan dahilinde çalışabilecekler.
Hem bu emeklerinin, karşılığını alacaklar,
Hem de, emeklilik haklarına yansıyacak.
Görüyoruz ki, ticarethaneye çevrilen sağlık kuruluşlarında, ipin ucu kaçmış.
Bölgesel entegrasyon sistemiyle, sağlık işletmelerini,
devlet-özel ayırmadan, bölgesel bir planlama kapsamına alacağız.
Tüm potansiyel, yani mekân, ekipman ve sağlık çalışanları,
bir planlama çerçevesinde, en verimli şekilde değerlendirilecek.
Tüm bu adımların, teknik ayrıntılarını da,
arkadaşlarım daha sonra, kamuoyu ile paylaşacaklar.
Değerli sağlık çalışanlarımız;
Sizler bize, zorlu pandemi şartlarında bile, çok iyi baktınız.
Canla başla çalıştınız, kendi hayatlarınız pahasına, bizi hayatta tuttunuz.
Hiç merak etmeyin,
İYİ Parti iktidarında, biz de size iyi bakacağız.
Bu bizim sizlere olan, vefa borcumuzdur.
Geri dönüşsüz bir hak kaybına sebep olacak,
bu yönetmelik konusunda da,
yürütmenin ivedilikle durdurulması,
ve hekimlerimizin, bu haklı mücadeleden galip çıkmaları için,
İYİ Parti olarak, sürecin takipçisi olacağız.
Aziz milletim;
Sandık yaklaştıkça, Ak Parti’yi, bir panik hâli almaya başladı…
Yani bu arkadaşları artık, sandık sıkıştırmaya başladı…
Bu durum, artık ayan beyan ortada.
İktidarlarının sonuna yaklaştıklarını,
artık onlar da, enselerinde hissetmeye başladılar.
Bu yüzden de;
kirli zihniyetlerini, apaçık ortaya döker oldular.
Her hafta, yaptıkları abuk sabuk çıkışlarla,
İmza attıkları, yepyeni rezaletlerle,
artık siyasetin çivisini çıkardılar.
Nitekim, bu durumun yansımalarına,
Sayın Erdoğan’ın, son haftalardaki,
nefret dolu, hezeyan ataklarında da şahit oluyoruz.
Hadi biz zaten, her haftanın olağan şüphelisiyiz de,
çiftçiler, kadınlar, gençler derken,
geçen haftanın talihli nefret objesi de, Kürtler oldu.
Tuttu, bu ülkenin eşit ve şerefli vatandaşları olan Kürtleri,
pkklı ilan etti.
Peki kepazelik yarışı bununla bitti mi?
Bitmedi.
Çünkü biliyorsunuz, balık baştan kokar.
Sayın Erdoğan’ın, kendisinden görmediği herkese karşı duyduğu,
öfke ve nefretinin dışında,
bir de, bu arkadaşların bazılarında,
biliyorsunuz, bir Cumhuriyet nefreti var.
Bu memleketin temel değerlerine, kurucu iradesine ve Cumhuriyetimize dair her şeye,
bastıramadıkları bir düşmanlık hissediyorlar.
Fıtratları böyle.
Bunun son örneğini de, Cumhuriyet bayramını idrak ettiğimiz bu hafta,
Ak Parti’nin, bir grup başkanvekilinin ağzından çıkan, ibretlik sözlerle gördük.
Bu arkadaş, her bir cümlesi, ayrı bir patolojik vaka olan, bir açıklama yaptı.
Dedi ki:
“Maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet;
Bizim lügatımızı, alfabemizi, dilimizi, hasılı,
bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir.
Bugün konuştuğumuz Türkçe’yle, bir düşünce üretemeyiz.
Sadece konuşma ihtiyacımızı karşılayabiliriz.”
Şu rezalete bakar mısınız?
Tarihi, fesli meczuplardan öğrenmiş, bir sözde entelektüelin,
hezeyan dolu şu analizine bakar mısınız?
Neymiş?
Bu fevkalade aydın arkadaşımız,
Çığır açıcı düşüncelerini, Türkçe dilinde üretemiyormuş.
Sadece konuşabiliyormuş, ve bundan da çok müzdaripmiş…
İşte size, “keşke yunan kazansaydı.” diyen ucube bir zihniyetin,
Kahramanmaraş şubesi.
Milli mücadelede, destan yazan Kahramanmaraşlıların şanına,
ve Arslan Bey’in aziz hatırasına, dil uzatan bu arkadaşa,
buradan hatırlatmak istiyorum:
Biz, ezelden beri Türkçe konuşuyoruz.
Yani Cumhuriyet ile birlikte, bizim dilimiz değişmedi,
sadece alfabemiz değişti.
Bu değişim de;
Türkçe düşünen ve Türkçe konuşan milletimizin,
yeni Türk harfleriyle, Türkçe yazmayı da öğrenmesi ile birlikte,
kültürümüzün gelişimindeki, en önemli adımlardan biri oldu.
Üstelik Türkçe, sadece Türkiye’nin değil,
Azerbaycan’ın da, Doğu Türkistan’ın da,
Özbekistan’ın da, Kazakistan’ın da,
ve nice Türk Cumhuriyetinin dilidir.
Türkçe, Göktürk’lerden Selçuklu’ya,
Osmanlı’dan, Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar,
binlerce yıllık kadim tarihimizi, birbirine bağlayan harçtır.
Eğer ki bugün, Türkiye,
müslüman ülkeler arasında,
en yüksek okuma yazma oranına sahip olabilmişse,
bunu, Cumhuriyetin, eğitim reformlarına borçludur.
Evet, doğrudur.
Düşüncenin tuğlası, kelimelerdir.
Kelimeler olmadan, düşünce inşa edemezsin.
Ve kelimelere ne kadar hakimsen, düşüncen de o kadar zengin olur.
Bu sebeple değişimler, ilk edebiyatta başlamıştır.
Cumhuriyet, Türkçemizi sarayın zindanlarından kurtarmış,
Türkçemize vurulan prangaları çözüp, dilimizi özgürleştirmiştir.
Yusuf Has Hacip’in,
Ali Şir Nevai’nin,
Kaşgarlı Mahmut’un,
Yunus Emre’nin,
Pir Sultan Abdal’ın,
eşsiz Türkçesine, yeniden kavuşmamızı sağlayan da, bu olmuştur.
Bu özgürleşme, önce edebiyatta dallanmış,
ve toplumun her alanına yayılmıştır.
Yani aslında, Cumhuriyet ile başlayan, harf inkılabı,
Türk milletinin, topyekûn prangalarından kurtulma yolculuğunun da,
hayati bir adımıdır.
Bugün internetin,
bilgiye erişimi kolaylaştırdığından bahsediyoruz, değil mi?
İşte Türkçe’nin özgürleşmesi de,
toplum ile bilim arasındaki bariyerleri, aynı şekilde ortadan kaldırmıştır.
Okuma yazma oranını yükseltmiş,
düşüncelerimiz için, yeni bir çağ açmıştır.
Cumhuriyetin,
Edebiyata, düşünce dünyamıza, bilime ve eğitime katkılarını;
Cumhuriyetin,
ne büyük bir şahlanış olduğunu;
bu aziz milletin oyuyla seçilmiş olan bir vekile,
anlatmak zorunda olduğum için, gerçekten utanç duyuyorum!
Neymiş?
Bu Türkçe ile, düşünce üretilmezmiş…
Bu sözleri, cahillikle açıklamaya kalkmak,
cahillik kavramının, içini boşaltmak olur.
Bu düpedüz,
patolojik bir Cumhuriyet nefretine, kılıf bulma gayretidir.
Ve tepeden tırnağa, art niyetlidir.
Biz, bu arkadaşlardan,
bu ülkenin kurucu değerlerine saygı göstermelerini,
istiklal kahramanlarına vefa hissetmelerini,
veya en basitinden bir hayır dua etmelerini,
zaten beklemiyoruz.
Ama yere batasıca nefretlerini kusmak için,
aziz Türkçemizi obje yapmalarını da,
kabul etmiyoruz, ETMEYECEĞİZ!
Türkçe’de düşünemiyor musun?
O senin, kapasite problemin.
Çünkü düşünce üretebilmek için, öncelikle düşünebilmek lazım.
Asırladır, Türkçe düşünen, Türkçe yazan ve Türkçe konuşan,
nice büyüğümüz düşünmüş, eserler üretmiş.
Hepsinin külliyatı ortada.
Aç oku.
Siz en küçük bir düşünme yetisine sahip oldunuz da;
Türkçe mi size engel oldu?
Siz bir kitap açıp, okumayı denediniz de;
Alfabe mi size engel oldu?
Siz bu millete, bu memlekete yararı olan,
bir değer setine sahip oldunuz da;
Cumhuriyet mi size engel oldu?
Yuh olsun!
Yazıklar olsun!
Değerli dava arkadaşlarım;
Asıl mesele ne biliyor musunuz?
20 yıl boyunca, yapamadıklarını,
giderayak, yapabilmek için çırpınıyorlar.
20 yıl boyunca, düşman bildikleri Cumhuriyetimizi;
giderayak, yıpratmak için çabalıyorlar.
20 yıl boyunca, karınlarını ağrıtan kurucu değerlerimizi,
giderayak, yok etmek için uğraşıyorlar.
Cumhuriyetimizin;
Aç insanımızı tok kılma sevdasından,
Bozkırı yeşile çevirme kavgasından,
Milletine kol kanat geren, kerim devlet anlayışından,
hiçbir zaman nasibini alamayanların,
Atatürk’ümüzü anlamasını, elbette beklemiyoruz.
Ancak;
Cumhuriyeti kuranları kötüleyip, vatanı satanları yüceltenlerin,
hürriyetin tarihini beğenmeyip,
istibdatın tarihini yazma heveslerinin ardında ne yattığını da,
çok iyi biliyoruz.
Onların sahip olmayı düşledikleri o düşünce setinin;
Cumhuriyet düşmanı,
Atatürk düşmanı,
Türkçe düşmanı,
Türk düşmanı,
ve öz kültürüne yabancı, gayri milli bir düşünce seti olduğunu da,
çok, ama çok iyi biliyoruz.
İşte o nedenle, aslında bugünkü mücadele;
Ak Parti ve İYİ Parti mücadelesi değildir.
Bugünkü mücadele;
Vahdettin’in gemisine binenlerle,
Mustafa Kemal’in büyük vizyonunun, peşinden gidenlerin mücadelesidir.
Ve bizler, dimdik ayakta oldukça, kirli amaçlarına asla ulaşamayacaklar!
Hürriyetine aşık aziz Türk milletine, asla diz çöktüremeyecekler!
Bu kadar açık, bu kadar net.
Değerli dava arkadaşlarım;
Hep söylüyorum:
Bu bir zihniyet meselesi.
Uçurumun kenarındaki, yıkık bir ülkede,
türlü düşmanlarla ve kanlı boğuşmalarla mücadele ederek,
milletimizin emrinde kurulan devletimiz;
Ne yazık ki bugün;
Partili Cumhurbaşkanlığı denilen, ucube bir sistem yüzünden;
Milletimizi, emir eri gibi gören bir zihniyetin, tahakkümü altında.
Bu tahakkümün, belki de en acı sonuçlarından biri;
“Devlet milletindir!” düsturuyla inşa edilen geleneğimizin,
“Devlet benim!” şımarıklığına, terk edilmesidir.
Üstelik, kendini dev aynasında gören bu şımarıklık;
en çok da, devlet ile millet arasında bağı aşındırıyor.
Her bir vatandaşının gönlünde;
varlığıyla huzur ve güven vermesi gereken devletimiz,
bu beceriksiz yönetim anlayışının elinde;
artık varlığıyla, sadece şüphe ve endişe hissettiriyor.
Mesela;
Bir atama haberini duyduğumuz zaman;
“Acaba yine kimin akrabası bir yerlere atandı?” diye düşündürüyor.
Mesela;
Bir müjde verileceği zaman;
Verilenin, misliyle geri alınacağı biliniyor.
Mesela;
Bir mahkeme kararı çıktığı zaman;
Kararın, mutlaka siyasi bir ayağının olduğu, tahmin ediliyor.
Mesela;
Bir vergi indirimi söz konusu olduğunda;
İndirimin vatandaşa değil, yandaşa yapıldığı görülüyor.
Ez cümle;
Ak Parti iktidarının ciddiyetsiz ellerinde,
devlete duyulan güvenin de,
devletin niteliğinin de, niceliğinin de, asaletinin de,
içi boşaltılıyor.
Aziz milletim;
Kadim anlayışımıza göre, devletin asli görevi;
her şeyden önce, milletinin huzurunu, mutluluğunu ve refahını sağlamaktır.
Ancak Ak Parti iktidarında, milletimiz,
Kendini devlet görenlerin,
huzuru, mutluluğu ve refahı için, çalışmaya başladı.
Ve maalesef, bugün geldiğimiz noktada;
Devlet yönetimindeki, keyfilik ve ciddiyetsizlik,
artık vatandaşlık kavramına da zarar veriyor.
Artık bir yanda makbul vatandaşlar,
diğer yanda da, gayri makbul vatandaşlar var.
Makbul olmanın şartı;
Ak Parti’ye biat etmek ve sebep olduğu tüm rezaletlerin, üstünü örtmek.
Bu eğri düzene itiraz ettiğiniz an ise, gayri makbul oluyorsunuz.
Bu yüzden, ne yazık ki bugün;
Bir yanda, Ak Parti’nin, makbul kabul edip, kayırdığı insanlar,
diğer yanda ise, vergisini ödeyen, kanunlara uyan sıradan vatandaşlar var.
Hâlbuki millet olmak, bir ortaklaşma meselesidir.
Kimsenin imtiyazlı olmadığı,
Hiçbir grubun, diğerine üstün olarak görülmediği,
Her vatandaşın, eşit ve onurlu bir muamele gördüğü,
kimsenin kendisini dışlanmış hissetmediği,
bir duygudaşlık meselesidir.
Devletin vazifesi ise;
Milletin tamamına, ayrım gözetmeksizin eşit muamele etmektir.
Onların, can ve mal güvenliğini sağlamak,
temel insani haklardan, faydalanmalarını temin etmektir.
İşte millet ile devlet arasındaki uyum, böyle sağlanır.
Ancak devletimizle milletimiz arasına giren, bu bezirgan saltanatı;
Hem devletin, hem de milletin itibarını, yerle bir etti.
Üstelik ne acı ki, bunu da;
Devlet ve milletin mukadderatında olan, millî iradenin,
esaslığına ve hakimliğine,
önce sığınıp, sonra da saldırarak yaptı.
Aklı devlet, fikri vatan, zikri millet olan Atatürk’ümüzün,
“Biz Türkler, ruhen demokrat doğmuş bir milletiz.” sözlerinden,
nasibini alamayanlar;
demokrasiyi de bir türlü içselleştiremedi.
Hatırlarsınız, Sayın Erdoğan ne diyordu?
“Demokrasi bizim için bir amaç değil, bir araçtır.”
Oysa, demokrasi olmadan atılan her adım,
krizleri daha da derinleştirir.
Nitekim bugün de, yaşadığımız krizler sarmalanın temeli;
Ülkemizdeki, demokrasi yoksunluğuna dayanıyor.
Ekonomik sorunlarımızın altında;
Sayın Erdoğan’ın, demokrasiyi tehdit olarak gören, çarpık zihniyeti,
ve o zihniyetin ürünü olan, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi yatıyor.
Çünkü;
Bir ülkenin, demokrasiye kavuşmadan kalkınabilmesi, mümkün değildir.
Çünkü;
Demokrasinin sunduğu, özgürlük ve sürdürülebilirlik,
kalkınmanın itici gücüdür.
Çünkü;
Demokrasiyle taçlandırılmış bir kurumsallık, büyümenin de yoludur.
Bakın, sadece saray sakinlerinin ve iktidar yandaşlarının hissettiği,
bir büyümeden bahsetmiyorum.
Milletin her bir ferdine, eşit ve adil olarak yayılan,
kapsayıcı bir büyümeden bahsediyorum.
Ülkenin kaynaklarının, bir grup yandaşa tahsis edildiği,
Refah seviyelerinin arasındaki farkın, her geçen gün daha da açıldığı,
Nüfusun büyük bir kesiminin, yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir ülkede;
Demokrasinin varlığından söz edemeyiz.
Çünkü, mesela;
Demokrasinin tam ve kâmil bir şekilde uygulandığı ülkelerde;
eğitime teşvik vardır.
Eğitimli bir iş gücünün, ekonomik büyümeye de yardımcı olacağına dair,
bir bilinç vardır.
Mesela;
Demokratik ülkelerde;
Kanunlar güçlü, mahkemeler bağımsız, haklar güvence altındadır.
İktidarın, ekonomiye keyfi müdahaleleri yoktur.
Yani sözde bir ekonomistin, “yaptım oldu” kararları,
demokratik ülkelerde işlemez.
Mesela;
Demokratik ülkelerde, kısıtlamalar çok azdır.
Bütün modern ekonomiler de, dürüstlüğe ve şeffaflığa dayanır.
Yani;
TÜİK’in makyajlı enflasyon rakamlarının,
Doğruları daha rahat gizlemek için çıkarılan sansür yasalarının,
Doçent Doktor Nebati Bakan’ın, epistemolojiden kopuk açıklamalarının,
Ve Bay Kriz’in, aklı ve bilimi reddeden,
doğruyu söyleyeni hain, terörist ilan eden, nobran tavrının,
demokratik ülkelerde yeri yoktur.
Yaa kulağa ne kadar güzel geliyor değil mi?
Böyle bir Türkiye’nin, düşüncesi bile mutlu ediyor, değil mi?
Ancak hiç merak etmeyin;
Derin bir nefes alarak huzura kavuşacağımız günlere çok az kaldı!
Hep birlikte neşeleneceğimiz günlere, çok az kaldı!
Demokrasiyi bir araç değil, amaç olarak yaşatacağımız günlere,
inanın, çok az kaldı!
Aziz milletim;
Bir ülkeyi, zengin, güçlü ve mutlu kılan esas faktör;
demokrasinin varlığıdır.
Çünkü;
Bireyin, ailenin ve nihayetinde toplumun,
birbirine düşman olmadan yaşayabileceği,
Sokaklarında, caddelerinde, çarşı ve pazarlarında,
yüzünün de, yüreğinin de, kararmadan dolaşabileceği bir düzen,
ancak ve ancak demokrasi ile mümkündür.
Milletin hakkına girmeye, emeğine çökmeye çalışanların değil,
Ekmeğini alın teriyle kazanan, helal kazanç peşinde koşanların,
Güven ve huzur içerisinde, insanca yaşayabilmesi,
ancak ve ancak, demokrasi ile mümkündür.
Bir milletin;
Her türlü farklılıklarına saygı gösterip,
dayanışma içinde, “Birimiz varsak, diğerimiz de vardır” diyebilmesi,
ve bu farklılıkları, sinerjiye dönüştürmesi,
ancak ve ancak demokrasi ile mümkündür.
Çünkü demokrasi, meşveretin kaynağıdır.
Çünkü demokrasi, hürriyetin anahtarıdır.
Çünkü demokrasi, itiraz hakkıdır!
Demokrasi;
Milletin oy verme hakkı,
Oyu alanın da, hesap verme görevidir.
Oy verene, hesap verilmeyen bir yerde, demokrasi olmaz!
Öyle bir yerdeki demokrasi;
ancak ve ancak, en kibar tabirle, gasp edilmiş demektir.
İşte bu yüzden, buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum.
Bu çağrı, bir hak ve hakikat çağrısıdır.
Bu çağrı, bir hürriyet çağırısıdır.
Bu çağrı, bir demokrasi çağrısıdır.
Hiçbir makam, Türk demokrasisinden, daha değerli değildir.
Hiçbir çıkar, ah almaya değer değildir.
Hiçbir para, vicdan azabıyla yaşamaya değer değildir.
Bu sebeple;
Bugün ülkemizin içerisinde bulunduğu, demokrasi krizinden,
rahatsız olan, tedirgin olan,
konuşmak isteyen, ama konuşamayan,
bir şeyler yapmak isteyen, ama tereddütleri olan, herkesi;
Sadece milletin sesini duymaya,
Milletten aldığı yetkiyle, görevini yapmaya,
Ve Türk demokrasisine, bizimle birlikte sahip çıkmaya davet ediyorum!
Türkiye’nin vicdan sahibi, şerefli evlatları!
Gelin, bu kutlu mücadeleye omuz verin.
Milletçe hak ettiğimiz demokrasiyi, gelin, birlikte inşa edelim.
Değerli dava arkadaşlarım;
Güneş tepeye varınca, gölgeler kısalırmış.
Görüyorsunuz ki;
Artık İYİ Parti güneşi, artık en tepede duruyor.
Bu yüzden bırakın, kısalanlar kısalsın.
Bırakın, saldıranlar saldırsın.
Bırakın, kıskananlar çatlasın!
Biz İYİ Parti olarak;
Milletimizi;
Meşveretle, hürriyetle ve itiraz hakkıyla,
kavuşturmaya geliyoruz!
Devletimize, itibar ve asaletini, yeniden kazandırmaya,
Memleketimizde demokrasiyi, tam ve kamil kılmaya geliyoruz!
Herkesi dinleyen, herkesi duyan, herkesle konuşan,
Zengin, mutlu ve huzurlu bir Türkiye’yi, inşa etmeye geliyoruz!
Her bir kuruş verginin,
Her bir kuruş haramın,
Her bir kuruş hırsızlığın hesabını,
milletin mahkemesine taşımaya geliyoruz!
Hiç merak etmeyin;
Susuz kalmış vatanımıza bereket;
Bizim elimizle gelecek!
Sahipsiz kalmış garibana uzanan el;
Bizim elimiz olacak!
Devlete ciddiyet, millete hürriyet;
Bizimle gelecek!
İYİ Parti iktidarında söz, yeniden milletin olacak!
Emin olun, çok az kaldı!
Toplantımızı şereflendirdiniz.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.