İYİ Parti lideri Meral Akşener, partisinin grup toplantısında dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Akşener, "Sabah söylediğini, akşam yalanlayan bir ruh haliyle karşı karşıyayız" dedi.
Akşener şunları söyledi; Aslında aşıyı, vatandaşına kim parayla satıyor biliyor musun? Sen satıyorsun, sen! Hem de bunu, aklınca, çaktırmadan, vatandaşa hissettirmeden yapıyorsun. Tahsilata da, hiç utanmadan, insanlarımız daha ikinci doz aşısını bile olmadan başlıyorsun.
Önce elektriğe yüzde 15, ardından da doğalgaza yüzde 12 zam yaptın. 4 kişilik bir ailenin elektrik maliyeti, 183 liradan 211 liraya çıktı. Doğalgaz maliyeti ise, 166 liradan, 186 liraya yükseldi. Yani, 4 kişilik bir aile, eğer 1 sene boyunca yeni zam yapılmazsa, yılda 600 lira, fazladan para ödemek zorunda kalacak. Devlet Malzeme Ofisi’nin yaptığı açıklamaya göre, 1 doz Biontech aşısının, Türkiye’ye maliyeti, 12 dolar, yani 100 lira. Yani, 4 kişilik ailemiz, kişi başı 100 liralık ikinci aşı için, toplamda 600 lira ödeyecek."
Akşener, "Pandemi döneminde, senden başka elektriğe ve doğalgaza, yani temel ihtiyaçlara, zam yapan bir başka hükümet başkanı var mı?" şeklinde konuşurken, partili cumhurbaşkanlığı sistemine de eleştirilerde bulundu.
Meral Akşener''in açıklamaları şu şekilde;
Milletimizin iktidarı denetleme görevi verdiği bizler,
bu önemli görevi, layıkıyla yerine getirmeye çalışıyoruz.
Ekonomiden adalete, diplomasiden kadın haklarına,
gençlerimizin sorunlarından, işsiz vatandaşlarımıza,
çiftçilerimizden emeklilerimize, esnafımızdan memurlarımıza kadar,
her bir vatandaşımızın, iktidar karşısında hakkını, hukukunu savunmaya,
milletimizin gerçeklerini, iktidara göstermeye çalışıyoruz.
Hayatın her alanında, ağır sorunlar yaşadığımız bir gerçek.
Ama son dönemde, bu sorunlara, Sayın Erdoğan’ın ruh hali de eklenmiş görünüyor.
Sabah söylediğini, akşam yalanlayan,
5, 6, hatta bazen de 11 maaşlı, kifayetsiz danışmanlarının elinde, adeta oyuncak olan,
milletimizi mağdur, ülkemizi de her fırsatta, uluslararası toplumda mahçup eden,
Allah’ın tek bir günü bile çıkıp, “Şurada bir hata yaptık” diyemeyen,
bir garip ruh haliyle karşı karşıyayız.
Bu ruh halinin yeni bir yansımasını, son olarak, aşı meselesinde yaşadık.
Tüm icraatlarını, “Dünya bizi kıskanıyor.” ambalajıyla pazarlamayı,
artık bir alışkanlık haline getiren Sayın Erdoğan,
bu defa da çıktı, aziz milletimizin gözünün içine baka baka;
“Batılı ülkelerde Kovid aşıları ücretli yapılıyor.” dedi.
Önce, Almanya için 150 avro, İngiltere için ise 100 pound fiyat çıkardı.
Ertesi gün, Avrupa ülkelerindeki fiyatı 100 avroya, İngiltere’deyse 50 pounda indirdi.
Bunun üzerine, Avrupa’dan kahkaha sesleri geldi.
Biz duyduk, kendisi adına utandık,
ama Sayın Erdoğan, düştüğü gülünç durumdan hiç utanmadı.
Bakın, ben size doğrusunu anlatayım;
Küçük bir ülke hariç, dünyanın bütün ülkeleri, aşıyı vatandaşlarına ücretsiz yaptırıyor.
Bununla kalmıyor;
Gelişmiş ülkeler, aşı yaptırmaları için, gençlere bir de ödül veriyor.
Bununla da kalmıyor;
Esnafına, işçisine, memuruna, çiftçisine,
Pandemi karşısında ayakta kalabilsinler diye, nakit destekler sağlıyor.
Mesela;
Sayın Erdoğan’ın, aşıdan 50 pound aldığını söylediği İngiltere,
bu süreçte ne yaptı biliyor musunuz?
İşyerlerine 15''er bin pound, yani 180 bin lira hibe destek verdi.
Devlet, herkesin maaşının yüzde 85''ini, 1 buçuk yıl boyunca ödedi.
Bütün işyerlerine, sıfıra yakın bir faizle, 50 bin pound banka kredisi verdi.
Vergiler de, yüzde 5''e düşürüldü.
Nitekim;
Tüm bu gerçekler, öyle çabuk gün yüzüne çıktı ki,
Bu kez de kendisi, sanki hiç yalan söylememiş gibi, çıkıp ne dedi?
“Biz de dünyadaki ülkeler gibi, aşıyı ücretsiz yapıyoruz.” dedi.
Sayın Erdoğan;
Aslında aşıyı, vatandaşına kim parayla satıyor biliyor musun?
Sen satıyorsun, sen!
Hem de bunu, aklınca, çaktırmadan, vatandaşa hissettirmeden yapıyorsun.
Tahsilata da, hiç utanmadan, insanlarımız daha ikinci doz aşısını bile olmadan başlıyorsun.
Önce elektriğe yüzde 15, ardından da doğalgaza yüzde 12 zam yaptın.
4 kişilik bir ailenin elektrik maliyeti, 183 liradan 211 liraya çıktı.
Doğalgaz maliyeti ise, 166 liradan, 186 liraya yükseldi.
Yani, 4 kişilik bir aile, eğer 1 sene boyunca yeni zam yapılmazsa,
yılda 600 lira, fazladan para ödemek zorunda kalacak.
Devlet Malzeme Ofisi’nin yaptığı açıklamaya göre,
1 doz Biontech aşısının, Türkiye’ye maliyeti, 12 dolar, yani 100 lira.
Yani, 4 kişilik ailemiz, kişi başı 100 liralık ikinci aşı için, toplamda 600 lira ödeyecek.
Böyle bir tezgah olabilir mi?
Böyle bir devlet yönetimi olabilir mi?
Pandemi döneminde, senden başka elektriğe ve doğalgaza,
yani temel ihtiyaçlara, zam yapan bir başka hükümet başkanı var mı?
Bir etrafına bak bakalım.
Bak da utan.
Yazıklar olsun.
Aziz milletim, değerli milletvekilleri;
Elektriğe sadece 1 kuruş zam yapıldığında,
mevcut tüketime göre, vatandaşımızın cebinden, 2,3 milyar lira çıkıyor.
12 kuruş zam yapıldığına göre, vatandaşımızın cebinden çıkacak para, 27.6 milyar lira.
Bu ne demek biliyor musunuz?
Pandemi boyunca vatandaşına,
sadece 10 milyar liralık nakit desteği veren Ak Parti iktidarı,
aynı vatandaşının cebinden, tek kalemde, bunun yaklaşık üç katını geri alıyor demek.
Bitmedi.
Konutlardaki elektriğe yapılan zamdan daha yükseği, işyerlerinin elektriğine yapıldı.
Esnafına, üreticisine, istihdam sağlayan firmalara destek vermeyi geçtim,
onların elektriğine de, yüzde 20 zam yapıldı.
Peki bu ne demek biliyor musunuz?
Pandemi boyunca, iktidarın destek olmak yerine, daha da borçlandırdığı işletmelere,
yeni maliyetler getirmek demek.
Artan enflasyon demek.
İşsizlik demek.
Yoksulluk demek.
İşte size, Ak Parti iktidarının millet sevgisi.
İşte size, Sayın Erdoğan’ın işletmelerimize verdiği değer.
İşte size, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde ekonomi yönetimi.
Son üç yılda, elektriğe, 8 kere zam yapıldı.
Ve yapılan toplam zam, yüzde 98.6 oldu.
Doğalgaza da, aynı dönemde, 13 kez zam yapıldı.
Ve doğalgaz fiyatı, son üç yılda, yüzde 110 arttı.
Temmuz 2018''de, 350 lira olan bir fatura, bugün artık 735 lira.
İşte o nedenle, şimdi biri gelip bana,
“Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi nedir?” diye sorsa;
zamdır, zulümdür, milletini yokluğa mahkum etmektir derim.
Bu ucube sistemin özeti, işte tam olarak budur.
Değerli dava arkadaşlarım;
İktidarın büyüklü küçüklü ortaklarına, her fırsatta,
“Vatandaş zorda, nakit desteği verin.” diyoruz,
Doğalgaza zam yapıyorlar.
“Esnaf perişan, borçlarını erteleyin, faizsiz kredi verin.” diyoruz,
Elektriğe zam yapıyorlar.
“Kısa çalışma ödeneğini, işten çıkarma yasağını uzatın.” diyoruz;
Duymamazlıktan geliyorlar.
Bu dar zamanda, vatandaşlarımıza destek vermeye gelince, cebinde akrep olanlar,
milletimizi yolmaya gelince, sınır tanımıyorlar.
Mesela;
“Kamudaki israfa son verin.” dediğimizde,
Bize, “İtibardan tasarruf olmaz” nutukları atan Sayın Erdoğan,
son olarak çıktı, tasarruf genelgesi yayınladı.
Yayınladı yayınlamasına ama;
İtibar, her zamanki gibi, bu genelgeden de muaf tutulmuş.
Tasarruf, sarayın yanından bile geçmiyor.
Memlekette herkes tasarruf etmek zorunda.
Milletimiz “porsiyonları küçültmek” zorunda.
Ama bu arkadaş,
Mesela, birkaç uçak daha alabilir.
Mesela, inşaatı yeni biten yazlık sarayında sefa sürebilir.
Mesela, sarayı için her gün, bakın her ay demiyorum, her gün,
3700 asgari ücret aylığına denk gelen, 8.6 milyon lirayı doyasıya harcayabilir.
Zihniyete bakar mısınız?
Sayın Erdoğan ve ekibinin tasarruf anlayışına bakınca,
aklıma Ebu Hanife Hazretleri’nin kıssası geliyor:
Çocuğun birisi, bal yiyince vücudunda yaralar çıkıyormuş,
ama bal yemeyi de, bir türlü bırakamıyormuş.
Ailesi, hekimlere gitmişler, tedbirler uygulamışlar, ama nafile.
En sonunda, tavsiye üzerine, Ebu Hanife Hazretlerine gitmişler.
Ebu Hanife, sorunu dinledikten sonra,
çocuğun ailesine, “Kırk gün sonra gelin.” demiş.
Anne ve baba, buna bir anlam veremeseler de,
çaresizlik içinde, mecburen geri dönmüşler.
Aradan kırk gün geçtikten sonra,
tekrar, Ebu Hanife Hazretlerinin huzuruna gelmişler.
İmam-ı Âzam, çocukla kısa bir görüşme yaptıktan sonra,
“Bundan sonra bal yeme evlâdım.” demiş.
Sonra da, çocuğun ailesine dönüp,
“Tamam, gidebilirsiniz.” demiş.
Çocuğun ailesi, şaşkınlık içinde birbirlerine bakmışlar.
Kırk gün bekleyip, sonunda sadece bir cümle duydukları için,
biraz da hayal kırıklığına uğramışlar.
Fakat karşılarındaki kişi, sıradan birisi değil, devrin en büyük alimi…
Mecburen dediğini yapıp, evlerine dönmüşler.
Sonraki günlerde, bir bakmışlar ki, çocukları artık bal istemiyor.
Sebebini merak edip, tekrar, İmam-ı Âzam’ın huzuruna çıkmışlar.
“Efendim, sadece bir cümle söyleyip, nasıl onu baldan vazgeçirebildiniz?
Bunun hikmeti nedir?” diye sormuşlar.
Ebu Hanife Hazretleri, gülümseyerek cevap vermiş:
“Kırk gün önce, ben de bal yiyordum.
Bal yiyen birinin, bir başkasına “bal yeme” demesi, etkili olmazdı.
Sizin ilk gelişinizden sonra, bal yemeyi kestim.
Bunu, önce kendi nefsimde denedim.
Kendim deneyip, mümkün olduğunu görünce, sözüm de ona tesir etti.”
Nereden nereye değil mi?
Geldiğimiz noktada,
Ebu Hanife kıssasındaki hikmetten nasiplenemeyen Sayın Erdoğan,
kendi nefsinde yaşamadığını, milletimizin yapmasını istiyor.
Son iki yılda, mutlak yoksul sayısının, 3 milyon kişi arttığı ülkemizde,
hala uçaklardan, arabalardan, yazlık saraylardan,
beş maaşlı danışmanlardan vazgeçmeyeceğim diyor.
Böyle vicdansızlık olabilir mi?
Böyle umursamazlık olabilir mi?
Ayıptır, günahtır.
Değerli milletvekilleri;
Onlar saraylarında, israfa tam gaz devam ederken,
biz, memleketimizi karış karış dolaşıyoruz.
Vatandaşımızın derdini dinliyoruz.
Geçtiğimiz Perşembe Kocaeli’nde, iki gün önce de Malatya’daydım.
İktidar bize ısrarla, her şeyin ne kadar da harika olduğunu anlatadursun,
Kocaeli’nde kahvehane sahibi bir vatandaşımız diyor ki;
“60 yaşındayım.
Oyumu, inandım, Tayyip Erdoğan’a verdim.
Ac-kapa aç-kapa yaptılar.
Şimdi 200 bin lira borcum var.
Gelsin, bu borcu ödesin de göreyim.”
Çiçekçi bir kardeşim diyor ki;
“Buradan, bahçıvanımızla birlikte, 7 aile ekmek yiyor.
Ama son iki yıldır çektiğimizi, bir Allah biliyor, bir de biz.”
Dul ve yetim maaşı alan bir vatandaşımız, Sayın Erdoğan’a sesleniyor:
Diyor ki;
“Bin lirayla nasıl geçineyim.
Evime et girmiyor, et.
Baştakilere kızgınım.
Ben Cumhurbaşkanı’nın üvey evladı değilim.
Onun eline bakıyoruz.
Kuş gibi maaşlarımıza zam istiyoruz.” diyor.
Karamürsel’deki bir ayakkabıcı kardeşimiz diyor ki;
“İşler çok kesat, zorluklarla ayaktayız.
Her şeye çok zam geldi.
Müşteriye fiyat söylemeye utanıyorum.”
Malatya Doğanşehir’de, çocuklarına iş bulamayan bir baba diyor ki;
"Hem din iman diyeceksin, hem de 7-8 maaş alacaksın!
Böyle vicdansızlık olmaz!"
Battalgazi’deki bir market sahibi diyor ki;
“Son iki yıldır yaşadığımızı, hiçbir dönem yaşamadık.
Üniversite bitirip, iş bulamayan oğluma mı yanayım,
kabaran veresiye defterine mi yanayım bilmiyorum.”
Genç bir hanım kardeşim diyor ki;
Yasak kalktı, işten çıkarmalar başladı.
Ben üniversite mezunuyum, bir tekstil fabrikasında çalışıyorum.
Mesleğim bu değil.
Ama, KPSS’den 81 puan almama rağmen, atamam yapılmadı mecburum.
Şimdi de işten atıldım.”
Bir başka market sahibi diyor ki;
“Her tür borcumuz devam etti, faturalar devam etti.
Faturaları ödemek için bile kredi çektim. Geldik duvara dayandık.”
Sayın Erdoğan;
Bunlar, Andersen’den masallar değil.
Bunlar, Türkiye’nin gerçekleri.
Gerçeklerin farkına var artık!
O duvar var ya o duvar,
o duvar, işte senin sarayının duvarı.
Milletimizin feryadı, saray duvarlarından geri dönüyor.
Böyle duyarsızlık olmaz.
Böyle beceriksizlik olmaz.
Böyle devlet yönetilmez.
Bu gittiğin yol, yol değil.
Ya bu yoldan döneceksin, ya da ilk seçimde tıpış tıpış gideceksin.
Ya işini yapacaksın, ya da sandık gelince, yıkılan o duvarın altında kalacaksın.
Sonra söylemedi deme.
Değerli milletvekilleri;
Malatya’da ilginç bir şey yaşadım.
Girdiğim dükkanlarda, esnaf, kendi derdinden çok,
tütün üreticisinin derdine yanıyor.
Komşusu açken, tok yatamayacağına iman etmiş bir millet,
komşusunu dert ediyor.
Malatya, Adıyaman, günlerdir ayakta, ama iktidardakiler oralı bile değil.
Malatya’daki esnaf kardeşim biliyor ki,
üretici kazanamazsa, esnaf da kazanamaz.
Çarklar dönmez, hayat durur.
Milletin bildiği bu gerçeği, Sayın Erdoğan bilmiyor mu?
Elbette biliyor, ama işine gelmiyor.
O 5 müteahhidin, milyarlık vergi borcunu tek kalemde silebilen,
tek kalemde, eşe dosta, milyarlarca lira teşvik dağıtabilen Sayın Erdoğan,
istese çiftçinin, esnafın derdine derman olamaz mı?
Türkiye’nin imkanları var, kaynakları var, istese elbette olur.
Ama ibretle görüyoruz ki;
bu iktidar, Türkiye’nin zenginliğini,
eşe, dosta, yandaşa dağıtmaya yemin etmiş.
Bu iktidar, milletine sırtını dönmüş.
Ve bu iktidarın, milletimize verebileceği hiçbir şeyi kalmamış.
Tütün meselesi gerçekten önemli.
Ben, tütüncü bir ailenin kızıyım.
Köyde büyüdüm, çocukluğumda tütün kırdım.
Çilesini de bilirim, kıymetini de.
Tütün ithal ederek, üreticimizi perişan eden bu iktidarın,
abuk sabuk icraatlarıyla, artık bıçak kemiğe dayandı.
Sarmalık tütün üretimi denince, akla hangi illerimiz geliyor?
Adıyaman geliyor,
Bitlis geliyor,
Samsun geliyor,
Çanakkale, Artvin, Düzce geliyor,
Mardin, Muş, Bingöl geliyor,
Bolu, Amasya, Trabzon, geliyor,
Batman, Diyarbakır, Hakkâri geliyor,
Hatay, Manisa, Denizli geliyor,
Kütahya, Balıkesir, Bursa, İzmit geliyor.
Yani Türkiye’nin her bir köşesi geliyor.
81 ilimizin tamamında, sarmalık tütün satarak ekmek yiyen, yüzbinlerce insanımız var.
Böylesine önemli bir konuda, bir kanun değişikliği yaptılar.
Yönetmeliğini bile, 3 yılda ancak çıkarabildiler.
Şimdi üreticilerimize diyorlar ki;
“6 ay içinde kooperatiflerinizi kurun.”
Yoksa ne olur?
Tütün üretemezsiniz.
Başka?
3 yıldan, 6 yıla kadar hapsi boylarsınız.
Sayın Erdoğan;
Seni pek farkında olmayabilirsin ama,
ülkemizin üzerinde, Kovid diye bir bela var.
Lebalep kongrelerinde, viyadük açılışlarında, pandemi seni teğet geçmiş olabilir ama,
sokağa çıkma yasakları, kısıtlamalar derken,
memlekette herkes canının derdine düştü.
Müteahhitlerin için herşey yolunda olabilir ama,
üreticilerimiz, salgında bin türlü zorlukla mücadele etti,
bu süre içinde, doğal olarak, hazırlıklarını yapamadı.
Şimdi utanmadan çıkmış diyorsun ki;
“Süreç 1 Temmuz’da başladı, hepinizi yakarım.”
Böyle vicdansızlık olmaz.
Seni seçip oraya oturtan bu millete, böyle vefasızlık olmaz.
Böyle devlet insanlığı hiç olmaz.
Sen memleketin sokaklarını bilmiyorsun ama, ben sana söyleyeyim;
bu millet seni o sandıkta öyle bir yakacak ki, şaşırıp kalacaksın.
Tasarruf etmeyi geçtim,
Zengin olma hayalini geçtim,
İş geldi, milletin rızkına dayandı.
Bir çiftçi kardeşimin sitemi her şeyi özetliyor.
Diyor ki;
“Biz köylüyüz, çiftçiyiz. Daha önce pancar üretiyorduk.
Kota dediler, onu dediler, bunu dediler, pancarı bitirdiler.
Şimdi tütün ekiyoruz.
Ona da şimdi, belge diyorlar, yasak diyorlar.
Buğday para etmiyor. Nohut para etmiyor.
Ne yapalım biz, ölelim mi?”
Buradan iktidara sesleniyorum;
Bu işin takipçisi olacağız.
Gelin, tütün üreticimizi cezaevine değil, tarlalarına gönderelim.
Bu konudaki tarihi erteleyip, tütün kıran çiftçimize zaman tanıyın.
Milletin malına çöreklenenleri korumakta, pek bir mahirsiniz.
Gelin bir kez olsun, bu maharetinizi, çiftçimiz için kullanın, milletimiz için kullanın.
Yazıktır, günahtır.
Aziz milletim, değerli milletvekilleri;
Ak Parti iktidarı, milletimizin hazinesini boşalttığı yetmemiş gibi,
bir yandan da, milletin olan ne varsa, haraç mezat satmanın peşinde.
MKE’den sonra sırada, bir diğer stratejik kurumumuz TEİAŞ,
yani, Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi var.
Kamunun, yani milletin olan bu şirket,
2020 yılında, 14.9 milyar lira ciro yapıp, 2 buçuk milyar liraya yakın da kâr etti.
Ama buna rağmen, bir Cumhurbaşkanı Kararı’yla, özelleştirilmesi için düğmeye basıldı.
Daha iki hafta önce, yine bu kürsüden gündeme getirdiğim,
elektrik dağıtım şirketleri üzerinden yapılan yağma yetmedi,
şimdi de toptan satışa niyetlendiler.
Her seferinde, “Biliyorsunuz ben ekonomistim.” diyen Sayın Erdoğan,
belli ki, piyasa yapılarının anlatıldığı derslerde, uyumayı tercih etmiş.
Kendisine buradan, ekonomi ile ilgili, ufak bir hatırlatma yapmak istiyorum.
Sayın Erdoğan;
Ekonomide, “doğal tekel” dediğimiz bir kavram vardır.
Belli sektörlerde,
tüketiciye en az maliyetle, topluma en fazla faydayı sağlayabilmek için,
sadece tek bir firmanın olması gerekir.
Bunu, ekonomist olduğunu iddia eden herkes bilir.
Elektrik iletimi sektörü de, işte böyle bir doğal tekeldir.
Yani, bu sektörde, hizmetin tek bir firmayla verilmesi, toplumun yararınadır.
Çünkü şayet elektrik iletimi, özel bir şirkete geçerse,
elektrik fiyatları, o şirketin yararına, toplumun ise zararına olacak şekilde artabilir.
Sonuçta da sanayicimiz, çiftçimiz, vatandaşımız,
daha da artan elektrik faturalarıyla karşılaşabilir.
Tam da bu nedenle;
özelleştirme fikrinin anası ve neo-liberalizmin yılmaz savunucusu olan,
Margaret Thatcher bile, iktidarında elektrik iletimini özelleştirmemiştir.
Sayın Erdoğan;
Seni tekrardan uyarıyorum:
Elektrik iletimi, stratejik bir öneme sahiptir.
TEİAŞ’ın, yük dağılımını kontrol edip,
Türkiye’deki, anlık elektrik arz-talep dengesini kontrol etmek gibi,
hayati bir görevi vardır.
İşte bu nedenle, TEİAŞ, kâr amacı gütmemesi gereken bir kurumdur.
Bu sektörün kontrolü kamuda olmazsa, ekonomik bağımsızlığımız tehlikeye girer.
Gel, bir kez olsun bizi dinle,
bağımsızlığımızı tehlikeye sokabilecek bu yanlıştan, çok geç olmadan dön.
Yeter artık!
Türk Devleti ve Türk Milleti’nin varlıkları,
senin ve iş bilmez kadrolarının oyuncağı değildir.
Aziz Milletim;
“Faiz sebep enflasyon sonuçtur.” anlayışının ülkeyi getirdiği nokta ortada.
Daha dün gibi hatırlıyorum.
2018 genel seçimlerinde, dolar 4 liraya,
avro da 5 liraya yükselmişti.
Aynı uyarıları o zaman da yapmıştık.
“İş bilmez damadından, ekonomi bakanı olmaz, Türkiye’nin altını oyuyorsun.” dedik.
“Demokrasi olmadan, ekonomi düzelmez.” dedik.
“Merkez Bankası’nı sarayın arka bahçesine çevirirsen, Türkiye’nin itibarı kalmaz.” dedik.
Aradan üç sene geçti;
Bugün dolar, 8.7 liralara,
Avro da, 10 buçuk liralara geldi.
Türkiye, üç yıl öncesini bile, mumla arar oldu.
Keşke olmasaydık ama;
o zaman da haklıydık, bugün de haklıyız, yarın da haklı çıkacağız.
Bu gerçek artık tescillenmiştir.
Kayıt dışı ekonomi gibi, yüksek enflasyon gibi, ithalata bağımlılık gibi,
Sayın Erdoğan da, artık Türkiye ekonomisinin yapısal bir sorunu haline gelmiştir.
Ne son 10 yılda, ne son 5 yılda, ne de son 3 yılda yaşadıklarımızdan,
tek bir ders dahi çıkaramadı.
Öğrenmeye kapalı, akla ve bilime düşman,
demokrasiyi de zayıflık olarak gören bu zihniyet,
Türkiye’nin en büyük yapısal sorunudur.
İşte o nedenle,
Sayın Erdoğan gitmeden, Türkiye zenginleşemez.
Sayın Erdoğan ve arkadaşları gitmeden, Türkiye özgürleşemez.
Bu iktidar değişmeden, Türkiye düze çıkamaz.
Bu değişimi ne kadar önce yaparsak, ülkemiz adına o kadar hayırlıdır.
Türkiye, yeni bir sayfa açmamızı bekliyor.
Milletimiz, güçlü, zengin ve mutlu bir ülkede yaşamak istiyor.
Biz bu çağrıyı duyduk ve geçtiğimiz hafta, Artagan’ı açıkladık.
Büyük bir mutlulukla görüyoruz ki,
sadece biz değil, artık tüm Türkiye, Artagan’ı bekliyor.
İktidara oy vermiş olanlar da, muhalefete oy vermiş olanlar da,
tüm vatandaşlarımız, Artagan etrafında birleşiyor.
Teknolojiyi kullanarak, dünyanın en baskıcı düzenini kurmak da mümkün,
dünyanın en demokratik düzenini kurmak da mümkün.
Artagan, teknolojinin demokrasi tarafındadır.
Biz Artagan’la, bu eğri düzeni, kökten değiştireceğiz.
Ve bizden sonraki nesillere, hak ettikleri bir Türkiye’yi miras bırakacağız.
Bizim amacımız, sadece iktidara gelmek değil,
100 yıl sonra bile hatırlanacak, yeni bir hikaye yazmaktır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu ülkeye nasıl bir miras bıraktıysa,
aynı onun yaptığı gibi, milletçe gurur duyacağımız kutlu bir miras bırakmaktır.
Sayın Erdoğan;
Ne ekersen, onu biçersin.
Sen, aklını rant için kullandın, ortaya Kanal İstanbul gibi bir ucube çıktı.
Biz, aklımızı milletimiz için kullandık,
ortaya, zengin bir Türkiye’nin kapısını açan, Artagan çıktı.
Sen, önce şahsım, sadece şahsım dedin,
ortaya, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi gibi bir ucube çıktı.
Biz, önce millet, önce memleket dedik,
ortaya, İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çıktı.
Liyakat işte budur.
Vizyonlarımız arasındaki uçurum işte budur.
İYİ Parti’nin farkı işte budur.
Bu kadar basit.
Aziz milletim, değerli milletvekilleri;
Dünya, dijital çağda hızla ilerliyor.
Türkiye, bu yeni dünyadaki yerini almadığı taktirde,
İktidarın zenginlik masallarını dinlemeye, maalesef devam edeceğiz.
Doğru zamanda, doğru yatırımlar yaparak, doğru kararlar alarak,
dünyanın gerisinde kalmamak, artık ülkeler için kritik önem taşıyor.
Çünkü, bu değişimleri sonradan yakalamaya çalışmanın maliyeti, artık çok yüksek.
Son 20 yılda, 3G’den 5G’ye hızlı geçişimizin nedeni, veri hızındaki artış ihtiyacıdır.
3G ile, 2 saatlik bir filmi indirmek, 26 saat sürüyordu.
4G ile bu süre, 6 dakikaya indi.
Ama 5G bunu, 3,6 saniyeye indirmeyi vadediyor.
Peki, Türkiye bu hızın neresinde?
Çok uzak değil, 2025 yılında, 5G bağlantı sayısının, ülke nüfuslarına oranı;
Japonya’da yüzde 83,
Kore’de yüzde71,
ABD’de yüzde 55,
Fransa’da yüzde 47,
Çin’de ve Rusya’da ise yüzde 32 olacak.
Peki Türkiye için beklenti ne kadar?
Sadece yüzde 13.
Belli ki yeniliklere yetişemiyoruz, peki mevcut internetimiz ucuz mu?
Hayır, tam tersine.
Gelişmiş ülkelerin vatandaşları,
internete, gelirlerinin yüzde 0.5 ila yüzde 1 buçuğunu ödüyorlar.
Bizse, bu yavaş internete bile, gelirimizin yüzde 2’sini ödüyoruz.
Mesela, bir Portekizli ile bir Türk vatandaşı,
internete, gelirine göre aynı oranda para ödese de,
Portekizli, 5 kat daha hızlı internet kullanıyor.
Peki bunları neden anlatıyorum?
Mesela;
hala iç karışıklıklarla uğraşan, Ukrayna’daki bir genç,
bir oyunu 20 dakikada indirebiliyorken,
bu sürenin, Türkiye’de 40 dakika olması, çok mu fark ediyor?
Evet, gerçekten çok fark ediyor.
Çünkü yapılan araştırmalar gösteriyor ki;
internet hızıyla, ekonomik büyüme arasında, çok yakın bir ilişki var.
Dünya Bankası raporlarına göre,
internet hızındaki yüzde 10’luk bir artış,
ekonomide, yüzde 1,3’lük bir büyüme demek.
Yani, internet hızlandıkça ekonomi büyüyor.
Dolayısıyla, kafayı betona takmış bu iktidar geciktikçe,
Türkiye kaybetmeye devam ediyor.
Yalnızca ekonomik büyüme değil.
İstihdamın da, internetle yakından bir ilişkisi var.
Yapılan bir çalışma, internete erişim ve internet hızı arttıkça,
istihdam oranının da, yüzde 1,8 oranında artacağını gösteriyor.
Yani, internete erişebilmek ve hızlı bir internet kullanmak,
başta, iş bulma ve beceri geliştirme imkanlarını artırdığından,
istihdama olumlu bir katkıda bulunuyor.
Peki, interneti hem yavaş, hem pahalı sunan ülkemiz,
onu erişilebilir hale getiriyor mu?
Maalesef hayır.
Gelin basit bir karşılaştırma yapalım:
2010 yılında, Türkiye’deki geniş bant internet abonesi sayısının nüfusa oranı,
yüzde 9 olarak ölçülmüş.
2020 yılının son çeyreğinde ise, bu oranı yüzde 18 buçuğa çıkarmışız.
Ak Partili arkadaşların, sevinç çığlıklarını duyar gibiyim.
Ama çok sevinmesinler.
Çünkü aynı dönemde, OECD ortalaması, yüzde 24’ten yüzde 32’ye çıkmış.
Macaristan, yüzde 19’dan yüzde 32’ye,
Yunanistan ise, yüzde 19’dan yüzde 39’a gelmiş.
Türkiye’nin, gösterdiği performansla geride bıraktığı, sadece iki ülke var:
Meksika ve Kolombiya.
Üstelik, Meksika’nın bizi geçmesi de an meselesi.
2019 yılı verilerine göre, nüfusumuzun yalnızca yüzde 74’ü internet kullanıyor.
Bu oran, Rusya’da yüzde 82, Macaristan’da yüzde 80, Güney Kore’de ise yüzde 96.
Fas’ta bile, Irak’ta bile, nüfusun yüzde 75’i internet kullanıyor.
Maalesef Türkiye, nüfusunun internete erişimi konusunda,
2007’nin Almanya’sını, daha yeni yakalamış durumda.
Yetersiz internet altyapısına,
yalnızca makro-ekonomik etki, ve istihdam üzerinden bakmak da yeterli değil.
Konunun başında da söylediğim gibi, dünya değişiyor.
Gelişen teknoloji, beraberinde yeni değer setleriyle geliyor.
Yeni ekonomide gençler, internet üzerinden yeni bir dünya kuruyor.
Bugün artık hayatımızda yepyeni kavramlar var.
Artık Gig Ekonomisi’nden bahsediyoruz.
Dijital Göçebelik’ten bahsediyoruz.
Yeni Medya’dan bahsediyoruz.
Yeni nesil eğlence platformlarından, e-spordan bahsediyoruz.
Peki bu kısıtlı erişim ve düşük hız ile, küresel trendleri yakalayabilir miyiz?
Maalesef yakalayamayız.
Mesela;
araştırmalara göre, yalnızca ABD ve AB-15 bölgelerinde,
160 milyon Gig işçisinden bahsediliyor.
Pandeminin, uzaktan çalışmanın mümkün olduğunu kanıtlaması ile,
bu sayının çok daha artacağı tahmin ediliyor.
Peki bu 160 milyonluk yeni çalışan grubunun, bir kısmını Türkiye’ye çekmek,
ve ülkemize ekonomik katkı sağlamak mümkün mü?
Mevcut dijital altyapımız ile, maalesef bu şimdilik imkânsız.
Çünkü Türkiye, dijital göçebelik endekslerinde,
en yaşanabilir ülkeler arasında 106. sırada.
Mesela;
Bugünkü anlamıyla e-spor, çok değil,
son 7-8 senedir hayatımızda olan bir kavram.
E-spor, artık yalnızca bilgisayar oynamaktan ibaret değil.
Dünya çapında 500 milyon izleyiciye ulaşan,
ve milyarlarca dolarlık bir endüstrinin parçası olan,
devasa bir spor organizasyonu.
Bu alandaki gelişmişlik,
doğal olarak, 100 milyar dolarlık bilgisayar oyun pazarından, alacağınız payı da belirliyor.
Ama, e-sporda başarılı olmak için bazı şartlar var.
Profesyonel anlamda e-sporcu yetiştirebilmemiz için,
düzgün bir altyapıya ve mevzuata ihtiyacımız var.
Ama maalesef, özellikle gençlerimizin ciddi talepleri olmasına rağmen,
STK, dernek ve kulüplerin özverili çabaları haricinde,
bu konuyla ilgili, devlet politikası olarak yürütülen, ciddi bir çalışma yok.
İşte o nedenle bu hafta, Milletin Kürsüsü’nde,
hem genç bir teknoloji girişimcisi, hem de bir e-sporcu olan,
Hamza SÖNMEZ kardeşimizi ağırlayacağız.
Kendisi bize sektörün sorunlarından ve ihtiyaçlarından bahsedecek.
Varsın onlar, beton ekonomisine kafa yorsun,
biz, yeni ekonomiye odaklanacağız.
Varsın onlar, yandaşlarının kasalarını dert etsinler,
biz, gençlerimizin dertlerine odaklanacağız.
Çağın ve demokrasinin gereklerinden nasibini alamamış, TRT ve Meclis Televizyonu,
yayını birazdan kesecek olsa da,
biz, milletimizin sesini, bu kürsüden duyurmaya devam edeceğiz.
Buyur Hamza, söz de kürsü de senindir.
Buradan e-sporcularımıza seslenmek istiyorum:
Gerçi Hamza DOTA’cı değilmiş ama;
İYİ Parti iktidarında,
“DOTA, 10 kişinin oynadığı ve sonunda Korelilerin kazandığı bir oyundur.” klişesini,
sizlerle birlikte tarihe gömeceğiz.
Doğru yatırım ve desteklerle, Türk e-sporcuları, dünyada hak ettiği yeri alacak.
Hiç merak etmeyin.
Sözümüz söz.
Değerli dava arkadaşlarım;
Geçen hafta, Artagan Projemizi anlatırken de bahsetmiştim.
Dijitalleşen dünya, Türkiye için fırsatlarla dolu.
Her biri birbirinden yetenekli, zeki ve çalışkan gençlerimiz var.
Tek yapmamız gereken,
onlara, potansiyellerini açığa çıkartabilecekleri imkanları ve altyapıyı sunmak.
Bu kadar basit.
İnternet hızı, internete erişim ve bilgi toplumuna entegrasyon bunlardan bazıları.
Peki biz ne yapacağız?
Biz, interneti milletimiz için, elektrik gibi, su gibi, temel bir ihtiyaç olarak görüyoruz.
O nedenle her şeyden önce, iletişimdeki vergi yükünü hafifleteceğiz.
İnternet altyapı hizmetlerini güçlendirip,
yatırım miktarımızı, OECD ortalamasının üzerine çıkaracağız.
Bu, hem daha çok kişinin internete erişimini sağlayacak, hem de internet hızımızı artıracak.
Bu amaçla, fiber altyapımızı, ülke çapında genişletip,
tüm vatandaşlarımızın hizmetine sokacağız.
Genç Cumhuriyetimiz, nasıl Türkiye’yi demir ağlarla ördüyse,
biz de Türkiye’yi, fiber ağlarla öreceğiz.
Nitekim, bu yoldaki adımlarımızı, iktidar olmayı beklemeden atmaya başladık.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis Üyemiz, Taylan Yıldız’ın yoğun gayretleri,
Sayın Ekrem İmamoğlu ve ekibinin de desteğiyle,
“Metroda İnternet Projesi’nde” sona gelindi.
İstanbullular, artık metronun birçok yerinde, internet kullanabiliyor.
Proje tamamıyla devreye girdiğinde, inşallah metroda internetin olmadığı yer kalmayacak.
Bu vesileyle, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Yavaş ama pahalı internetin en büyük sebebi,
internet hizmet sektöründeki rekabetin zayıflamasıdır.
BTK verilerine göre, Türkiye’de hâkim pazar operatörlerinin payı, yüzde 65’in üzerinde.
Bu, birkaç firmanın, bu alanda tekelleşmesi demek.
Firmalar tekel oldukları durumlarda, yatırımdan kaçınıyor,
dolayısıyla, hizmet kalitesi ve değişimlere uyum hızı da düşüyor.
İşte o nedenle, İYİ Parti iktidarında,
internet servis sektöründe, tekelci anlayışı ortadan kaldırıp,
gerçek rekabeti sağlayacağız.
Değerli dava arkadaşlarım;
İktidarlar boş lafla, hamasetle değil, icraatla büyür.
Hamaseti icraatın önüne koyan siyasi partiler, sandıkta kaybetmeye mahkumdur.
İcraat yapamayan Sayın Erdoğan’ın ve Ak Parti iktidarının,
Türkiye’ye hamasetten başka verecek bir şeyi kalmadı.
Onlar, saraylarında sefa sürüp, Türkiye’ye her gün, yeni bir masal anlatırken,
milletimiz, hayat şartları altında ezilmeye devam ediyor.
İşte o nedenle;
Başımıza bela ettikleri, bu ucube sisteme geçtiğimiz, son üç yılda,
hızla fakirleşen milletimizin gözü kulağı, artık bizim üzerimizde.
Doğudan batıya, kuzeyden güneye, memleketin dört bir yanında,
artık Millet Bizi Çağırıyor.
Kimse merak etmesin.
Biz bu kutlu çağrıyı duyuyoruz.
İl il, ilçe ilçe milletimizle buluşuyoruz.
Sıkılmadık el, çalınmadık kapı, dinlemedik dert bırakmıyoruz.
İktidarın dümenlerine rağmen, her geçen gün milletimizin desteğiyle büyüyoruz.
Vizyonumuzla, projelerimizle, çözümlerimizle iktidara yürüyoruz.
Bizim yolumuz, hak yoludur.
Bizim yolumuz, hakikat yoludur.
Bizim, yolumuz millet yoludur.
Bu kutlu yolda asla durmayacağız.
İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le,
Türkiye’yi düze çıkarıncaya kadar yılmayacağız.
Artagan’la, milletimizi zenginliğe kavuşturuncaya kadar yorulmayacağız.
Bu, bizi bu günlere getiren, ülkemize ve milletimize olan, vefa borcumuzdur.
Onların hayallerinin bittiği yerde, bizim gerçeklerimiz başlar.
Çünkü biz,
Cesareti METE HAN’dan,
Destanı BİLGE KAĞAN’dan,
Gücü ALP ER TUNGA’dan,
Umudu KÜR ŞAD’tan,
İnancı ALPARSLAN’dan,
Kararlılığı FATİH’ten,
Mücadeleyi ATATÜRK’ten öğrenenleriz.
Çünkü biz, Türkiye’nin iyi ve cesur evlatlarıyız.
Çünkü biz, İYİ Partiyiz.
Çünkü biz, Türkiye’yiz!
Toplantımızı şereflendirdiniz,
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.