Meral Akşener: Türk lirası da, alın teri de değerli demokrasi, liyakat, saygı olacak

Meral Akşener: Türk lirası da, alın teri de değerli demokrasi, liyakat, saygı olacak

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında önemli açıklamalarda bulundu. Aşener, "İYİ Parti iktidarında, Türk lirası da değerli olacak, alın teri de değerli olacak, emek de değerli olacak. Bu ülkede, hukuk da olacak, adalet de olacak, liyakat de olacak. Demokrasi olacak, özgürlük olacak, saygı olacak" dedi.

İYİ Parti grup toplantısında önemli açıklamalarda bulunan Meral Akşener, önemli açıklamalarda bulundu. Akşener, "Mutabakat metnine göre, verilen sözlerin tutulması için oluşturulacak, üçlü mekanizma,  İsveç ve Finlandiya, NATO üyesi olduktan sonra devreye girecek. Yani, bu mekanizmanın, işlememesi durumunda,  Türkiye, elindeki NATO kartını kaybetmiş bir biçimde,  itirazlarını sürdürmek ve haklı davasını anlatacak, muhatap aramak zorunda kalacak." dedi.

"İYİ Parti iktidarında, Türk lirası da değerli olacak, alın teri de değerli olacak, emek de değerli olacak. Bu ülkede, hukuk da olacak, adalet de olacak, liyakat de olacak. Demokrasi olacak, özgürlük olacak, saygı olacak"  diyen Akşener''in açıklamalarından satır başları şöyle;

"Biliyorsunuz dün gece, Ak Parti iktidarının, İsveç ve Finlandiya’nın, NATO üyelik başvurusuna yönelik çekincelerini, 
geri çektiğini ve üyeliklerine destek vereceğini öğrendik.  25 Mayıs’ta, yani bundan bir ay önce, 
ülkemizin bu konuda iki önceliği olduğunu söylemiştik.  Bunlardan birincisi, Putin Rusya’sının, saldırgan dış politikasına karşı, 
NATO ittifakını, olabildiğince güçlendirmekti.   İkinci önceliğimiz ise, PKK’nın Avrupa topraklarından,  topyekün, bütün unsurlarıyla silinip atılmasıydı.  Ne var ki, dün gece varılan mutabakatın, maalesef,  bu çok temel konulardaki beklentilerimizi karşılamaktan,  oldukça uzak olduğu gözüküyor. 

PKK’nın, İsveç ve Finlandiya tarafından, terör örgütü olarak tanınması, yeni bir durum değil. Önemli olan, PKK’nın, bu iki ülkedeki varlığına son verecek, somut eylemlerin görülmesiydi. Dolayısıyla, iktidarın, İsveç ve Finlandiya nezdinde, herhangi bir somut gelişme olmaksızın attığı bu imza, maalesef, ülkemizin çıkarlarıyla bağdaşmayan bir tavizdir. Çünkü, mutabakat metnine göre, verilen sözlerin tutulması için oluşturulacak, üçlü mekanizma,  İsveç ve Finlandiya, NATO üyesi olduktan sonra devreye girecek. 
Yani, bu mekanizmanın, işlememesi durumunda,  Türkiye, elindeki NATO kartını kaybetmiş bir biçimde,  itirazlarını sürdürmek ve haklı davasını anlatacak, muhatap aramak zorunda kalacak. 

Nitekim böyle durumlara, daha önce Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının imza attığı, başka mutabakatlarda da şahit olduk. Dolayısıyla, her ne kadar Sayın Erdoğan ve arkadaşları açısından,  aldanmak ve aldatılmak, sıradan alışkanlıklar olsa da,  bu durum, Türk Milleti için kabul edilebilir değildir.

İkinci konu ise, ülkemizin, PKK ile YPG/PYD arasında kurduğu ilişkinin, mutabakat metninde, özenle birbirinden ayrıştırılmış olmasıdır. Türkiye’nin devlet politikası, YPG, PYD ve PKK’nın, bir ve aynı şey olduğu, yani aynı zehirli ağacın dalları olduğudur. 
Ancak; mutabakat metninin 5’inci paragrafı, PKK’yı terör örgütü olarak görürken, YPG ve PYD, Türkiye’ye yönelik, ulusal çıkar tehdidi olarak tanımlanıyor. Üstelik, İsveç ve Finlandiya, terör örgütlerine yapılan finansal yardımları, ve militan katılımlarını denetleme sözü verirken, yine 5’inci paragrafa işaret ediliyor, PYD ve YPG, bunun dışında tutuluyor. 

Yani, PYD/YPG’ye yönelik mali yardımlar, mutabakat kapsamı dışında bırakılmış oluyor. Üst perdeden atılan kürsü diskurları, her zaman olduğu gibi, yine, müzakere masasında verilen tavizlerle, taçlandırılmış gibi gözüküyor. Ve yine, ülke çıkarlarımız açısından, son derece önemli bir fırsat,

Sayın Erdoğan’ın, dış politikayı iç politikaya malzeme yapma sevdası uğruna, kaçırılmış gözüküyor. İYİ Parti olarak, süreci takip etmeye devam edeceğiz. Mutabakat masasında atılan geri adımın, Sayın Erdoğan ile Joe Biden arasındaki görüşme bağlamındaki yansımalarını da, ayrıca değerlendireceğiz.

Dış politikadaki bu üstün performansının yanında, öngörü abidesi, büyük ekonomist Sayın Erdoğan,  inatla kafasının dikine gidip, yaptığı hataları da bir türlü kabullenmeyerek, ülkemizdeki ekonomik krizi, daha da derinleştirmeye devam ediyor.

Bizzat kendisinin hazırlatıp, Meclis’e gönderdiği bütçe Kanunu, 2022 yılında; Enflasyonun yüzde 9,8,  Dolar kurunun da, 9 lira 27 kuruş olmasını öngörüyordu. Yüzde 9,8 olarak öngörülen enflasyon, bugün, TÜİK rakamlarıyla bile, yüzde 73 buçuğu buldu. Dolar kuru ise, 17 liraya dayandı. 

Şu öngörü yeteneğine bir bakar mısınız?... Bunlara öngörü değil, ancak dilek diyebiliriz.  Belli ki Bay Kriz, geceleri yatmadan günlüğüne yazması gereken dileklerini, Bütçe Kanunu’na yazmış…

Dünyanın hiçbir yerinde; Enflasyon tahmini, 70 puan, Kur tahmini ise, yüzde 100 oranında sapan, ne bir ülke, ne de bir yönetim görmeniz mümkün değildir. Ama böyle bir rezalete imza atmak; giderayak Bay Kriz’e nasip oldu…

Nitekim, bu öngörüsüzlüğün sonucu olarak da, iflasını açıklayan Ak Parti iktidarı, ek bütçe istemek zorunda kaldı. 
Ek bütçe kanun teklifinde; 2022 yılı için, 1 trilyon 751 milyar lira olarak, kanunlaşan Merkezi Yönetim Bütçesi giderlerine,
1 trilyon 80 milyar lira ödenek ilavesi isteniyor.

Yani, ilave edilen ödeneğin, başlangıç bütçesine oranı, yüzde 62.  Yani, aynı enflasyon ve kur tahminlerinde olduğu gibi, Bay Kriz’in bütçesinde de, olağanüstü bir öngörü başarısı, yüzde 62’lik bir sapma var. Bu kadar büyük bir sapma, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez oluyor. 

Bu arada, kanun gereği, ilave edilen ödenek kadar, gelir gösterme zorunluluğu bulunuyor. Bu çerçevede, 1 trilyon 80 milyar liralık da, bir gelir artışı öngörülmüş. İlave gelirlerin, başlangıç bütçe gelirlerine oranı ise, yüzde 73. Yani aslına bakarsanız; Bu teklif, ek bir bütçe değil, ikinci bir bütçe teklifidir.

Peki, bu ikinci bütçe teklifinde, başka neler var, gelin birlikte bakalım:
Mesela; Enflasyon ve kur farkı nedeniyle; devletin mal ve hizmet alım giderlerine, 86 milyar lira, 
sermaye giderlerine de, 74 milyar lira ilave ediliyor. Yani lüksten, şatafattan ve kamu bina inşaatlarından, yine taviz verilmiyor.

Mesela;
Faiz giderlerinde, 129 milyar lira artış öngörülüyor.  Bunun 40 milyar lirası ise, kur korumalı mevduat kapsamında yapılacak ödemeler.  Peki bir avuç zengine, 40 milyar lira ilave ödeme yapılırken; milyonlarca çiftçimize verilecek desteklerdeki artış ne kadar biliyor musunuz? Sadece 15 milyar lira…

Bitti mi? Bitmedi.
Ek bütçenin, 710 milyar lirası, ÖTV, KDV gibi vergilerle finanse edilecek. Yani fatura, yine en adaletsiz vergi olan, enflasyon vergisiyle, milletimize kesilecek. Olan yine milletimize olacak,  Bay Kriz ve ekibinin beceriksizliğinin ceremesini, yine milletimiz çekecek.

Böyle bir faturanın, hayat pahalılığı ve enflasyon canavarıyla boğuşan, derin bir gıdaya erişim ve barınma krizinin pençesinde,
artık sadece hayatta kalabilmek için mücadele veren, milletimize kesilmesi, en hafif tabiriyle zulümdür. Bu kadar basit.

Ama ülkemizi içine soktukları kriz, artık o kadar derinleşti ki;  İktidar için, artık milletin cebine el uzatmak da yetmiyor.
O nedenle, şimdi de gözlerini şirketlerin sermayelerine,  dolar hesaplarına diktiler. Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta, her zamanki gibi, yine bir gece yarısında,  BDDK, şirketlerin kredi kullanımına ilişkin bir karar yayınladı. Bu karara göre; 15 milyon lira ve üzeri,
döviz ve altın cinsi varlık bulunduran şirketler, kredi kullanamayacak. Yani şirketler, ya kredi kullanmaktan vazgeçecekler, ya da, enflasyona karşı korunmaktan vazgeçecekler…

Bir şirket kasasında niye döviz tutar?  Borç ödemek için tutar.  İthalat yapmak için tutar. Hammadde almak ve üretmek için tutar. 
Yani şirketler, Türk lirasının, her gün daha da eridiği bir ortamda; sattığı malı yerine koyabilmek, işleri döndürebilmek için, elinde döviz tutuyor. Yani aslında, iktidarın ekonomide oluşturduğu güvensizlik iklimi sebebiyle;
döviz mevduatı kullanılıyor. 

Sorunun kaynağı bizzat kendisi ama,  o kendini değiştirmek yerine,  kendisi dışında ne varsa değiştiriyor. Merkez Bankası Başkanını değiştirdi, olmadı. Hazine ve Maliye Bakanını değiştirdi, olmadı. Enflasyon patladı, TÜİK’in müdürlerini değiştirdi, yine olmadı. Hiçbiri fayda etmedi. Şimdi de, serbest piyasa koşullarını değiştirmeye kalkıyor.

Değerli milletvekilleri; Lafı eğip bükmenin alemi yok. Bu karar, bir sermaye kontrolüdür. Bu karar, Türkiye’de 1989’dan beri var olan,
sermayenin serbest dolaşımını, net olarak ortadan kaldırmaktır. Bu karar, Bay Kriz’in Türk şirketlerine uyguladığı bir ambargodur.

Eğer bazı dış güçler gelip; Türkiye’ye yatırım yapılmasını engellemeye, Türkiye’den sermaye çıkışını teşvik etmeye, Ve ülkemizi, bir döviz krizine sokmaya çalışsalardı; tam olarak böyle bir karar alırlardı.  Ama bu kararı kim aldı? Bu ülkeyi yönetenler aldı. Gerçekten ibretlik.

Ülkemizin yıllarca biriktirdiği döviz, çarçur edilirken; adım adım, tam teşekküllü bir sermaye kontrolüne doğru gidiyoruz. 
40 yıl boyunca, kat ettiğimiz tüm aşamalar; siyasi ömrünü tamamlanmış bir iktidarın,  kaçınılmaz sonunu, biraz daha geciktirebilmek için, feda ediliyor. 

Küçük yatırımcısına, vatandaşlarına düpedüz kumpas kuran, Yanlış algılarla, piyasayı yönlendirmeye çalışan, Tüm güvenilirliğini ve itibarını yitirmiş olan, bu ekonomi yönetiminin, artık ülkemize verebileceği hiçbir şey kalmamıştır. 

Buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum; Belli ki, saraydaki lüks ve şatafat, senin gözünü kör etmiş.  Ama ben sana hatırlatayım:
Sen, milletin sana vermiş olduğu yetkiyle oradasın. Yani o koltuk da, o saray da bu milletin. Senin bu millete;
“Satın dövizleri, yoksa kredi vermem.” deme gibi hakkın yok.  Çünkü; Merkez Bankası da bu milletin. Basılan para da bu milletin. Bunların hiçbirisi, senin babanın malı değil.

Sen önce, yandaşına satın aldırdığın, televizyon kanalı için verilen kredinin peşine düş. Sen önce, yandaşlarına verilen, karşılıksız kredilerin peşine düş. Sen önce, yandaşlarının, döviz mevduatlarının peşine düş. Sen, saraydaki bir küçük azınlıkla birlikte, sefa sürerken; bir sürü işe yaramaza, 5 maaş, 10 maaş, 15 maaş bağlarken; ulufe dağıtır gibi, ihale dağıtırken; bu millete parmak sallayamazsın.

Eğer çok dövize sıkıştıysan; Önce, bindiğin 500 milyon dolarlık uçağı sat! Bir kere de sen tasarruf etsen, ne olur?  Bir kereliğine, şatafattan ödün versen, incilerin mi dökülür? Bir kalemde, memlekete 500 milyon dolar girer, fena mı olur?

Millete “dövizini sat” diyorsun,  sonra milletin sattığı dövizleri alıp, yandaşının cebine koyuyorsun. Eğer çok dövize sıkıştıysan;
Yandaşlarına verdiğin, döviz garantili ihaleleri, Türk lirasına çevir!

Geçiş garantili projelere her yıl, milyarlarca dolar ödüyoruz. Kime döviz garantili ihale verdiysen, hepsini çağır. “Artık döviz garantisi yok.” de. “Her şey artık lirayla olacak.” de. Zaten hepi topu beş kişi.
Sürekli milletimize parmak sallayacağına, Bir kere de, beşli çetene parmak salla. Bir kere de, elini onların cebine sok. Bir kere de, onlardan fedakarlık iste.

Sayın Erdoğan;  eğer dövize çok sıkıştıysan; Nebati Bakan ile birlikte, Edi’yle Büdü gibi yönettiğiniz ekonomiyi, işin ehline bırak.
Merkez Bankası’nın, görevini yapmasına müsaade et. En azından seçimlere kadar da, ekonomiye burnunu sokma.

Ama biliyorum, sen bunların hiçbirini yapamazsın. O yüzden, bu milleti daha fazla yorma, ve bir an önce seçim kararı al.
Biz de milletimizden yetkiyi alıp, döviz kurları nasıl düşermiş sana öğretelim. Faiz nasıl inermiş, biz sana öğretelim.
Enflasyon nasıl tek haneye düşermiş, biz sana öğretelim. Milletin alım gücü nasıl arttırılırmış, biz sana öğretelim
Ülkeye nasıl yatırım gelirmiş, milyonlarca kişiye nasıl iş bulunurmuş, biz sana öğretelim. 20 yılda alamadığın dersi, biz sana, bir yılda öğretelim. Buyur, hodri meydan!  Al seçim kararını, bu ülke nasıl hak ettiği gibi yönetilirmiş, biz sana öğretelim!

Değerli dava arkadaşlarım; Geçen ay, çaya gelen yüzde 47’lik zamdan sonra, geçtiğimiz hafta da, şekere yüzde 67 zam geldi.
Yani, artık şekerli çay içmek bile, zengin işi oldu.

Türkşeker’in açıkladığı zam kararıyla birlikte; 50 kiloluk kristal şekerin, fabrika satış fiyatı, Tarım Kredi marketlerde, 390 liradan, 650 liraya, Diğer marketlerde ise, 550 liradan, 750 liraya çıktı.

Bundan birkaç ay önce,  Bay Kriz, şeker için ne demişti hatırlıyor musunuz? “Şekerde öyle pahalı bir fiyat uygulaması yok…”
Aynen böyle demişti. Maşallah dediği, 3 gün yaşamıyor…

Demek ki neymiş? “Şeker fabrikalarını satar, ihtiyacı da ithalatla çözeriz.” demekle olmuyormuş.

Demek ki neymiş? Cumhuriyetin değerlerine saldırmak için, devletin fabrikalarını, üç kuruşa satınca; sofraların tadı da, ekonominin istikrarı da kalmıyormuş.

Sayın Erdoğan;  Biz seni, bundan 4 yıl önce uyarmıştık. “Şeker vatandır!” demiştik.  “Yapma, satma!” demiştik. Şimdi ne demek istediğimizi anladın mı? Gözünü kör eden kıskançlığının, Cumhuriyet değerlerimize düşmanlığının, ve “yaptım olducu” zihniyetinin;
bugün memleketi getirdiği noktadan mutlu musun? Milletimizi, 1 kilo şekeri bile alamayacak hâle getirdiğin için, huzurlu musun?

Aziz milletim; Memleketimizin her karış toprağı,  iktidarın berbat tarım politikalarına rağmen, bereketini sunmaya devam ediyor. 
Fındıkta, incirde, koyun sütünde, haşhaşta, kayısıda, ayvada, dünyada üretim birincisi olduğumuz gibi, kirazda da, üretim birincisiyiz.

Kiraz, aynı zamanda bir başarı öyküsüdür.  Ak Parti’nin her fırsatta eleştirdiği 90’lı yıllarda, özel sektörün, kamu ve Ar-Ge uzmanlarıyla bir araya gelip, 200 bin ton olan üretimimizi, 700 bin tona çıkarma başarısıdır. Üstelik bunun, yaklaşık 100 bin tonunu da, ihraç ediyoruz.  Ama tabii ki, Ak Parti iktidarında, hiçbir başarı cezasız kalmadığı için; kiraz üreticisi de, ihracatçısı da, cezasız bırakılmadı.

Bir taraftan kuraklık,  bir taraftan da, don, dolu ve aşırı yağış etkisi, çiftçimizi vururken;  iktidar, tam da hasat döneminde, kiraz üreticisinin ihracat gelirine el koydu.  Döviz gelirlerinin, önce yüzde 40’ına, şimdi de, yüzde 70’ine göz dikti.  İhracattan kazanılacak olan dövizin, yüzde 70’ini, bozdurma zorunluluğu getirdi. 

Ne güzel değil mi? Sen 30 yıl çalış, uğraş, didin; sonra, “Ben de çiftçiyim.” diye ortalıkta gezinen bir Nebati Bakan gelsin,  senin gelirlerine çöksün…

Sadece bu kadar mı?  Maalesef değil. İşin bir de üretici tarafı var. Asıl hengâme de, zaten burada… Siz iktidarın ilk hasat şovlarına,  sezonun ilk kirazının, kilosu 700 liradan satılmasına bakmayın. Kiraz üreticilerimizi dinlediğimizde iş değişiyor.  Bahçede ürettiği kirazı, 5 liraya satamayan üreticilerimizin, derdini dinleyince, gerçekler ortaya çıkıyor.

Ben size durumu, bizzat Tarım Bakanlığı’nın, kendi fiyatlarıyla açıklayayım.  Kirazın üretici kilogram fiyatları; 2017 yılında, 4 lira 9 kuruş,
2018 yılında, 3 lira, 2022 yılında ise, 5 lira…

Nasıl ama?
TÜİK’e, yani Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu’na göre bile,
Tarımsal girdilerin, bir senede yüzde 117 arttığı, 
gübrenin yüzde 240, mazotun da yüzde 190 zamlandığı, 
işçi ücretlerinin, 80 liradan, 250 liraya çıktığı bir dönemde;
Kiraz üreticisine âdeta;
“kes ağacını, açalım imara” diyorlar.
Yazıktır, günahtır.

İşte tam da bu yüzden;
Bu hafta Milletin Kürsüsü’nde, Isparta Uluborlu’dan, 
kiraz üreticisi bir kardeşimizi ağırlayacağız.
Kiraz üreticilerimizin yaşadıkları sorunlara, dikkat çekmek,
dertlerini bizzat kendilerinden dinlemek için,
Murat Çerçinli bugün aramızda.
Buyurun, Murat Bey.
Söz de, kürsü de sizindir.

Peki kiraz üreticilerimiz için, İYİ Parti olarak, biz ne yapacağız?
İlk olarak;
Kiraz’ı da, diğer stratejik 30 ürünümüz gibi, korumaya alacağız.
Rekoltesi belli olduktan sonra, “eşik fiyatını” açıklayacağız. 
Hasattan 1 hafta önce, alt ve üst “müdahale fiyatlarını” açıklayacağız.
Üretici fiyatlarının, bu sınırlar içinde kalması için,
kamunun, “hakemlik rolünü” yerine getireceğiz.
Yani üreticimizin ürününü, hak ettiği fiyattan satmasını sağlayacağız.

Ayrıca üreticilerimize,
ambalajlama, tasnifleme, ön işleme ve depolama imkânları da sağlayacağız. 
3 yıl süreyle;
mazotta yüzde 30,
gübrede yüzde 25, 
elektrik ve sulamada ise, yüzde 20 destek sağlayacağız. 

Önce çiftçimizi, sonra da ihracatçımızı;
Ezmeyeceğiz. 
Ezdirmeyeceğiz,
Ezilmelerine izin vermeyeceğiz. 
İhracatçılara getirilen kısıtları kaldıracak,
ihracat ile iç piyasa dengesini kuracağız.

Buradan başta kiraz üreticilerimiz olmak üzere, 
tüm çiftçilere sesleniyorum. 
Biliyorum;
Çok yoruldunuz, çok bunaldınız.
Ama dişinizi biraz daha sıkın.
Lütfen ağaçlarınızı kesmeyin.
Çünkü yüzünüzün güleceği, 
cebinizin dolacağı, 
ürünlerimizin değerleneceği,
bereketli günlerimize çok az kaldı!

İYİ Parti olarak sizlere;
Cennet vatanımızın, her bir değerini korumanın sözünü veriyoruz!

İYİ Parti olarak sizlere;
“Üreterek kazanan, kazandıkça kalkınan bir Türkiye’nin” sözünü veriyoruz.

İYİ Parti olarak sizlere;
Bolluğun, bereketin ve huzurlu bir geleceğin sözünü veriyoruz. 
Bize inanın, bize güvenin. 
Hiç merak etmeyin;
Çok az kaldı!

Aziz milletim;
Bay Kriz ve arkadaşlarının, basiretsiz yönetimi sebebiyle,
yaşadığımız devlet krizinin, bir başka boyutu da;
maalesef çevre felaketleriyle karşımıza çıkıyor.
Geçtiğimiz hafta, yine topraklarımıza yapılan bir ihanetle, 
rant uğruna sebep olunan, bir doğa katliamıyla karşılaştık.
Erzincan İliç’teki altın madeninde meydana gelen,
siyanür sızıntısı hepimizi dehşete düşürdü.
Her ne kadar valilik ve şirket yetkilileri, 
siyanürün temizlendiğini söylüyor olsa da;
Kirliliğin tespiti için, bağımsız kurumlarca yapılacak testlerin, sonuçlarını bekliyoruz.
Bu felaketi, il ve ilçe başkanlarımızla beraber, yakından takip ediyoruz.

Kurulduğumuz ilk günden beri, 
madencilik sektörünün, Türk ekonomisi için, kilit role sahip olduğunu söylüyoruz. 
Hangi gelişmiş ülkeye bakarsanız bakın, 
sanayinin hammaddesi olan madencilik sektörünü, geliştirmeye çalıştığını görürsünüz. 
Biz de, ülkemizin yer altı zenginliklerinin, 
milletimizle paylaşacak, ve Türk sanayisinin hizmetine sunacak şekilde, 
çıkartılması gerektiğine inanıyoruz. 
Ama en önemlisi de, madencilik faaliyetlerinin, 
doğamızı, tarım arazilerimizi ve en nihayetinde bizleri, 
tehdit etmeyecek şekilde yapılması gerektiğini düşünüyoruz. 

İşte tam da bu sebeple, 
doğamızı tahrip, geleceğimizi de tehdit ettiğini düşündüğümüz, 
bütün madencilik faaliyetlerinin, karşısında duruyoruz.
Gerektiğinde de harekete geçiyoruz. 
Nitekim, Erzincan İliç’teki altın madeni de bunlardan biriydi. 
Geçen sene, iki genel başkan yardımcımızın da içinde olduğu, bir heyetimiz, bölgeye gitti.
İncelemelerde bulunup, konuyla ilgili endişelerimizi dile getiren, bir basın açıklaması yaptılar. 
Ankara Milletvekilimiz Şenol Sunat da, konuyla ilgili Meclis’te soru önergesi verdi. 
İktidar bizi, aşırı duyarlı bulduğunu söyleyip, kulağının üzerine yattı.
Yani uyarılarımızı dikkate almadı ve maalesef korkulan oldu. 

Sonuç? 
16 milyon liralık bir ceza ve maden işletmesinin faaliyetlerinin, bir süreliğine durdurulması… 
Şimdi, hepimizin aklına aynı soru geliyor:
“Nasıl oluyor da, Anadolu’nun can suyunu taşıyan, Fırat Nehri’nin yanı başında,
siyanürle altın aramaya, izin veriliyor?”
Madenin ortaklarına baktığımızda,
Sebebini daha iyi anlıyoruz. 
Çünkü yine çok tanıdık bir grubu görüyoruz.
Bu gruplar;
Yol ve köprü ihalelerinde var.
Enerji ihalelerinde var.
Madenlerde var.
Hatta medyada bile, aynı grupların izlerini görüyoruz.

Yani İliç’te yaşanan felaketin kapısı, yine 5’li çeteye çıkıyor. 
İktidarın kayırmaya doyamadığı 5’li çetesi, 
yine topraklarımızı, doğamızı ve geleceğimizi tehlikeye atıyor.

Ne var ki;
Vatan toprağını, kupon arazi olarak gören bir zihniyetin;
Fırat Nehri’nin dibinde, siyanürle altın çıkarılmasına, ses etmemesi doğaldır.
Memleketin geleceğinden, endişe etmemesi de doğaldır. 
Milletin sağlığını tehlikeye atmaktan çekinmemesi de doğaldır.

Çünkü bu iktidar;
Doların yeşilini, doğanın yeşiline tercih eden, bir rant iktidarıdır.

Çünkü bu iktidar;
Memleketinin toprağını, yandaşına peşkeş çeken, bir sömürge iktidarıdır.

Çünkü iktidarın, 5’li çeteyle el ele verip kurduğu bu düzen;
bir haram, bir yalan, bir yolsuzluk düzenidir.

Bu kirli düzen, defalarca ifşa oldu. 
5’li çetenin yolsuzlukları, artık dillere destan oldu. 
Peki ya sonuç?
Sonuçta hiçbir şey olmadı. 
Hesap vermedikleri gibi;
bir de üstüne, Sayın Erdoğan’ın, millete gelince son derece sıkı,
ama yandaşa gelince, fevkalade bonkör eliyle, ihale almaya devam ettiler.

Çünkü ülkemizdeki adalet terazisi, öyle bir sarsıldı ki;
Ne bunlardan hesap soracak bir bürokrat var. 
Ne soruşturma açacak bir savcı var.
Ne de, son kalan birkaç özgür basın kuruluşu dışında, 
bu yolsuzlukları yazacak bir ana akım medya var. 
Ama hiç merak etmeyin, artık biz varız!
İnanın, çok az kaldı!
Önümüzdeki seçim, sadece sayın Erdoğan’a değil,
milletimizin rızkını, kendi malı gibi sömürenlere de, çok büyük bir ders olacak. 

İYİ Parti iktidarında;
Doğamızı, insanımızı ve ahlakı hiçe sayan, bu rant düzeni sona erecek.
Derelerimiz, ırmaklarımız, göllerimiz değil,
rant havuzları kuruyacak.
Ağaçlarımız değil, 
rant muslukları kesilecek.
Artık milletimiz cefa çekmeyecek.
Faturayı da, bu aziz milleti soyanlar ödeyecek!
Bundan hiç şüpheniz olmasın!

Değerli dava arkadaşlarım; Ülkemiz hiç olmadığı kadar kötü günlerden geçiyor.  Milletimiz her gün yoklukla, yoksullukla sınanıyor. Ve tüm bunlara rağmen; İktidar mensupları ise, her zamanki umursamazlıklarıyla, sefa sürmeye devam ediyor…

Dükkânlar, siftahsız esnaflarımızın, Sokaklar, geçinemeyen gençlerimizin çilesiyle dolup taşıyor.

Tarlalar, toprağını ekip biçemeyen çiftçilerimizin, Yaylalar, hayvanını besleyip büyütemeyen üreticilerimizin, dertleriyle yankılanıyor. 

Meydanlardan, açlıkla sınanan emeklilerimizin, Hanelerden, çaresiz kalan annelerimizin, feryatları yükseliyor.  

Bildiğiniz üzere biz de, memleketi il il, ilçe ilçe gezerek, bu çileyi, bu dertleri, bu feryatları dinliyoruz. Başta, sarayda yan gelip yatanlar olmak üzere, tüm Türkiye’ye duyuruyoruz.  Ve İYİ Parti olarak projelerimizi, çözümlerimizi oluşturuyoruz. 

Geçtiğimiz hafta da Tekirdağ’daydık. Hem sanayi, hem de tarımın olduğu, bu güzel ilimizde; ne sanayi kalmış, ne de tarım kalmış…
İcra daireleri, dolup taşar olmuş… Tekirdağlı vatandaşlarımızın da sabrı, artık tükenmiş…

Mesela bir vatandaşımız diyor ki; “İcra dairelerinde, dosyalar patlamış durumda, memurlar başa çıkamıyor.  Bu halkın tamamı, icralık olmuş durumda. Elektrik, su, doğal gaz, vergi daireleri, hepsi icralık…”

Mesela; Bir başka kardeşim diyor ki; “’Türkiye’nin gidişatında bir şey yok abartıyorlar.’ diyorlar.  Herhâlde bu adamlar başka ülkede yaşıyor.  Sokağa da çıkamıyorlar.  Yazıklar olsun.”

Mesela; Kasap dükkânı işleten bir kardeşim diyor ki; “Tekirdağ’da mezbahada, bir haftada 600-700 kesim yapılırken, şimdi 150’ye düştü. Sabit müşterilerimiz, artık 3 haftada bir geliyor. Lokantalara hizmet ederek, ayakta durmaya çalışıyoruz.”

Mesela; Malkara yolunda uğradığım bir köy kahvesinde, bir başka vatandaşımız diyor ki; “Battık battık yine çıktık.  5’li çete, 5’li market derken, biz orta tabaka gittik.”

Mesela;  Süleymanpaşa’da, tatlıcıda çalışan bir kardeşim diyor ki; “Nefes almak istiyoruz işte, ama onu da alamıyoruz.  Bir kadın olarak ayakta durmak, benim için daha zor. Fiyatlar çok dengesizleşti, her hafta zam geliyor.  Mecburen yansıtmak zorunda kalıyoruz.  Bir de esnaf olarak, biz suçluymuşuz gibi gösteriliyor. Türkiye’de yaşıyoruz ama, vatandaş olarak kıymetimiz yok.  Türk vatandaşı olarak kıymetli değiliz. Dışarıdan gelenler daha kıymetli oldu.”

Mesela;Malkaralı emekli bir hanım diyor ki; “Tek maaşım var, açız. Et alamıyoruz, bir şey alamıyoruz. 
Rahatsızız doktora gidemiyoruz.  Çünkü devlet yok.  Hani Tayyip Erdoğan çok iyiydi, hani nerede şimdi? Randevu alamıyoruz.  Ne olursunuz; ölüyoruz artık kurtarın bizi.”

Değerli dava arkadaşlarım; Bakın, bir tarafta;  Türk vatandaşı olarak kıymet görmediğini söyleyen bir kardeşimiz… Diğer tarafta “ölüyoruz” diye haykıran bir kadın… Bu ne demek biliyor musunuz?

Bu; Kadınların omuzlarında yükselen devletimiz,  Artık, kadınların omuzlarına basarak yönetiliyor demek.

Bu; Devletimizi, değerlerimizi ve namusumuzu korumak için, can veren milletimiz; Artık; Değer görmek için, aç kalmamak için, hayatta kalmak için, mücadele ediyor demek.

Bu; Ak Parti iktidarı artık, Türkiye’yi yönetemiyor demek! Sayın Erdoğan artık, bu millete hizmet etmiyor demek! Yani bu iktidar, artık bu büyük millete, sırtını dönmüş demek!

Nitekim; Bu durumun, açtığı yaraları, sebep olduğu krizleri ve sorunları; ekonomide, adalette, sosyal hayatta olduğu gibi, maalesef sağlıkta da görüyoruz.

Pandeminin zorlu sürecini atlatan sağlık sistemimiz, iktidarın basiretsiz politikaları sebebiyle, sistematik bir şekilde, gittikçe derinleşen bir krizin içerisine sürükleniyor. Bu krizin izleri de, en net şekilde sokaklardan anlaşılıyor. Hemen hemen gittiğimiz her ilde, bir vatandaşımız yanımıza geliyor; “Nerede bu devlet?” diye soruyor.  Bu sese kulak verdiğimizde de; Hastaneden randevu alamadıklarını, Randevu alsalar bile, doktor bulamadıklarını, Doktoru bulsalar bile, bu sefer de, ilaçlarına ulaşamadıklarını söylüyorlar.

Yani sağlıkta yaşanan sorunlar, zincirleme bir şekilde ilerliyor. Zincirin ilk halkası randevu sistemi… “Hastane kuyruklarını bitirdik.” diye övünenler, aslında, sanal kuyruklar oluşturmuşlar. Merkezi Hekim Randevu Sistemi üzerinden, randevu alabilenler, artık birbirlerini tebrik eder hale gelmiş durumda. Evet, artık hastane kuyrukları yok.  Çünkü sistem üzerinden randevu alıp, hastaneye gidebilen yok. Artık randevu kuyrukları var…

Hasta, ya da hasta yakınları, işi gücü bırakıp, saat tam 16:00''da, yeni açılacak randevu kayıtları için, sistemin başında bekliyor. Üstelik bunu da, düzenli periyotlarla yapmaları lazım. Çünkü, randevu açılacağının garantisi yok. Yani randevu alana kadar, her gün alarm kurup, tam o saatte, sisteme girmeleri lazım…  Şu işe bakar mısınız? 

Yani; hasta vatandaşlarımız, doktoru artık hastanede değil, evde bekliyor. Yani;  Ak Parti iktidarı, her konuda olduğu gibi, yine sorunu çözmek yerine, sorunun şeklini değiştirmeyi seçiyor.

Aziz milletim; Merkezi Hekim Randevu Sistemi’nde alınamayan randevular, sorunun sadece görünen yüzü. 
Altında yatan esas sebep ise; sağlık sistemimizdeki sorunlar zincirinin ikinci halkası olan, doktor yetersizliği… Son OECD verilerine göre,  Ülkemizde 100 bin kişiye, 195 hekim ve 240 hemşire düşüyor.  Oysa, nüfuslarımızın birbirine çok yakın olduğu Almanya’da; 100 bin kişiye, 450 hekim ve 13 bin 900 hemşire düşüyor.  Almanya’da, 100 bin kişiye düşen sağlık çalışanı, 644 iken, biz de ise bu sayı, sadece 112… Hani Almanya bizi kıskanıyordu?

Doktor sayımız da yetersiz,  sağlık personeli sayımız da yetersiz.  Ama Bay Kriz’e göre;
“Giderlerse gitsinler!” değil mi? Yazıklar olsun!

Değerli dava arkadaşlarım; Diyelim ki randevu alındı, doktor da bulundu.  Bu sefer de karşımıza; sağlık sistemimizdeki sorunlar zincirinin, üçüncü halkası çıkıyor. O da, muayene süresi…

Bugün ülkemizde, bir hastanın muayene süresi ne kadar, biliyor musunuz? 5 dakika… Yanlış duymadınız, sadece 5 dakika.
Musluk tamiri, 10 dakika,  Lastik tamiri, 20 dakika, Araç muayenesi, 45 dakika,  Ama hasta muayenesi, sadece 5 dakika.  Yani iktidarıngözünde;
Milletimizin, artık araba lastiği kadar değeri yok. İşte size, iktidarın öve öve bitiremediği, sağlıkta dönüşüm programı…

Muayene sürelerini 5 dakikaya indirmek,  ve hekimlerin, günde 90’dan fazla hasta bakmasını istemek; hem hastaya, hem de hekimlerimize karşı yapılabilecek, en büyük kötülüktür.  Dünya Sağlık Örgütü, muayene süresi standardını, 20 dakika olarak belirlerken,  Sağlık Bakanlığı''nın, 5 dakika gibi bir süreyi öngörmesi; hem sağlıkta şiddet vakalarını artmasına, hem hekimlerimizin, mesleki tatmin duygusunun zedelenmesine, hem de hastalarımızın, tanı ve tedavisinin, iyi yapılamamasına yol açıyor.

Buradan, Sağlık Bakanlığı’na bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bu uygulamadan, derhal vazgeçin. Hem sağlık çalışanlarımızın, iş yükünün hafifletilmesi, hem de milletimizin, kaliteli bir sağlık hizmeti alabilmesi için, gelin, bilimsel gereklere uygun olarak, Dünya Sağlık Örgütü''nün de öngördüğü çerçevede, gerekli önlemleri alın. Hekimlerimizin ve hastalarımızın, daha fazla mağdur olmasına izin vermeyin. 

Eveet… Randevuyu aldık, doktoru bulduk; 5 dakika da olsa, muayene de olduk.  Doktor da, 5 dakikada teşhis koyup, ilaç yazdı diyelim… İşte bu sefer de karşımıza; Sağlık sistemimizdeki sorunlar zincirinin dördüncü halkası çıkıyor. O da ilaç yokluğu…

Avrupa kapsamında yapılan bir çalışmaya göre; Avrupa Birliği’nde ilaç erişilebilirliği, ortalama yüzde 49 iken,  Türkiye’de bu oran, sadece yüzde 12… Kanser ilaçlarında,  Avrupa Birliği’nin ortalaması yüzde 58’ken, Türkiye’de, sadece yüzde 22…  Yetim ilaçlarda, yani, nadir hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlarda; Avrupa Birliği’nin ortalaması, yüzde 41’ken, Türkiye’de bu oran yalnızca yüzde 6…

Bu tablonun sebebi ne biliyor musunuz? Artık güncelliğini kaybeden, sabit ilaç kuru. 2022 Şubat’ında, yılın tamamı için belirlenen avro kuru, 6,29 lira. Hâli hazırdaki kur seviyesiyse, 17 buçuk lira. Sabitlenen kurla, gerçek kur arasındaki makasın büyüklüğü nedeniyle, ülkemize yeni ilaç gelmiyor. Yerli ilaç sanayimiz ise, kura bağlı maliyet artışları nedeniyle,  neredeyse üretimden vazgeçmek üzere… 

Peki, sağlıktaki kriz, her geçen gün daha da derinleşirken; Bay Kriz ne yapıyor dersiniz? Kendisi hâlâ kürsülerden şov yapmakla, diktiği hastane binalarıyla övünmekle meşgul… Doktorların, dertlerinden bihaber. Sağlık sisteminin, sorunlarından bihaber. Hasta vatandaşlarımızın, çektiği çileden bihaber. Varsa yoksa inşaat…

Sayın Erdoğan; O işler öyle olmaz. Böyle sığ bir anlayışla devlet yönetilmez. Eğer en iyi sağlık hizmeti, en iyi binada verilseydi, en iyi fotoğraf makinesiyle, en güzel fotoğraf çekilirdi. Nitekim, aynı cahilliği eğitimde yaptın, sonuçlarını gördün. İçinde bilim olmayan binalarda, gençlerimizin geleceklerini heba ettin. Hatandan ders almadığın gibi,  şimdi de çıkmışsın, sağlığı bina dikmeye indirgeyip, milletimizin sağlığını tehlikeye atıyorsun.

Ayıptır, günahtır.
Aziz milletim; İYİ Parti iktidarında, ilk işimiz,  ücretlerin iyileştirilmesi,  iş-yaşam dengesinin sağlanması,  çalışan haklarının korunması, 
ve çalışma güvenliğinin tesisi olacak. Sağlık çalışanlarımızı küstürmeyeceğiz. Performans sisteminin, hekimlerimiz üzerindeki baskısını kaldıracak, artık bu eziyete son vereceğiz. 

Sonrasında; Sağlık çalışanlarının, istihdam modelini değiştireceğiz.  Daha az yük, daha çok gelir sağlayacak, bir çalışma düzeni kuracağız. 
Sağlık çalışanlarımıza, güvenceli ve kadrolu iş ortamı sağlayacağız.  Bunu da, sağlık sektöründeki çalışan sayısını artırarak yapacağız.

Sevk zincirinin, etkin çalışmasını sağlayacak, ilk ve en önemli adım, birinci kademenin, fiziksel ve beşeri sermayesi ile güçlü olmasıdır.
O nedenle, birinci basamak sağlık hizmetlerini güçlendireceğiz.  Bu çerçevede; Aile hekimliği kurumunu, amacına uygun hâle getireceğiz.  Aile hekimlerinin, ikinci ve üçüncü basamak kurumları ile etkileşimde olmasını sağlayacak,  teletıp altyapısını geliştireceğiz.  Kiracı aile hekimlikleri uygulamasını sonlandırıp,  aile hekimliklerini güçlendirerek, birer semt polikliniği altyapısına kavuşmalarını sağlayacağız.

İYİ Parti iktidarında; Şehir hastanelerinde de kullanılan, Yap-işlet-hüplet sistemine son verip,  yandaşlara akıtılan, rant musluklarını kapatacağız.  Mevcut hastanelerin tümünün, sözleşmelerini yeniden ele alacak, gereken durumlarda, hukuki süreçleri çalıştıracağız.

Mevcut şehir hastanelerinin, daha etkin çalışması için; mimari ve sağlık hizmeti açısından, yeniden planlama yapacak,  ve hastaların, hastane içindeki çilelerine son vereceğiz.  Uygun görülen şehir hastanesi kampüslerinde, sağlık teknolojilerine yönelik, Ar-Ge merkezleri kuracağız.

Ayrıca, üniversite hastanelerimize de, doğrudan finansal desteği artıracağız.  Üniversite hastanelerinin, hastalardan ek bedeller talep etmek durumunda kalmaları, Ak Parti iktidarının, sağlık sistemimize verdiği en büyük zararlardan biri oldu.  İYİ Parti iktidarında;
Üniversite hastaneleri yeniden, bu ülkenin, en nitelikli hekimlerinin çalıştığı,  ve en nitelikli hekimlerini yetiştiren kurumlar hâline gelecek.

İlaç yokluğuna son vermek için ise; İlaç fiyatlarını belirleme ve ilaç tedariğinde, sadece ilaç firmaları ile anlaşmak yerine; eczacılar, ecza depoları ve eczacılık meslek odalarını da kapsayan, katılımcı bir mekanizma geliştireceğiz.  Kur ayarlaması da, piyasa koşulları dikkate alınarak, yılda birkaç defa yapılabilecek. Ayrıca, eczane ve ecza depolarında da, “ilaç yokluğu uyarı sistemini” devreye sokacağız.

Ez cümle;  İktidarın, sağlıkta dönüşüm diye başlattığı; ama sağlıkta çöküşe götüren bu düzeni, beraber değiştireceğiz.  Devri iktidarlarında kaçırdıkları, yetişmiş insanlarımızın, ülkemize dönüşünü beraber mutlulukla izleyeceğiz. Mutsuz, değersiz ve çaresiz hisseden sağlık çalışanlarımızın, mesleklerini huzurla yapmalarını sağlayacak, Türkiye’yi hak ettiği gibi bir sağlık sistemine, birlikte kavuşturacağız.  Emin olun, çok az kaldı!

Değerli dava arkadaşlarım; Atatürk’ümüzün, o büyük Cumhuriyet vizyonundan aldığımız ilhamla, Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye için; enerjimiz de, kadrolarımız da, çözümlerimiz de hazır. Sadece bir yıl içinde, enflasyonu da, faizi de tek haneye indireceğiz. Sadece bir yıl içinde, milletimize kaybettiği alım gücünü geri vereceğiz. Sadece bir yıl içinde, Türkiye’ye huzuru getireceğiz.

İYİ Parti iktidarında; Türk lirası da değerli olacak, alın teri de değerli olacak, emek de değerli olacak. Bu ülkede, hukuk da olacak, adalet de olacak, liyakat de olacak. Demokrasi olacak, özgürlük olacak, saygı olacak.

Hazır olun. Sandık ufukta göründü. Allah’ın izni, milletimizin de, her geçen gün artan desteğiyle, iktidarı devralmamıza, çok az kaldı!

İYİ Parti, hakkı yenilen milyonların iktidarı olacak!

İYİ Parti, ezilenlerin iktidarı olacak!

İYİ Parti, umutları çalınan gençlerin iktidarı olacak!

İYİ Parti, sesleri kısılmaya çalışılan kadınların iktidarı olacak!

İYİ Parti, bir başına bırakılan emeklilerin iktidarı olacak!

İYİ Parti, fikri hür, vicdanı hür nesillerin iktidarı olacak!

Ez cümle; İYİ Parti, istibdatın sonu, hürriyetin başlangıcı olacak! Bir kişi kaybedecek, 84 milyon kazanacak. Rantçılar gidecek, söz yeniden milletimizin olacak. Hiç merak etmeyin, güneş yeniden doğacak, Ve Türkiye İYİ Olacak!

Toplantımızı şereflendirdiniz.Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.

İlgili Haberler