Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Özcan YENİÇERİ
Özcan YENİÇERİ

İsterseniz böyle tartışalım!

Osmanlı’nın sosyal ve siyasal dokusu Türk halkı arasında, bir seçkinler sınıfının meydana gelmesine izin verseydi ve bu sınıf hükümdarın yetkilerini sınırlandırabilseydi; Türk demokrasisi bugün çok daha sağlıklı bir zemine oturabilirdi.
Bu durumda kaçınılmaz olarak seçkinler sınıfının ardından milli bir zenginler sınıfının doğması mümkün olabilecek, ardından da büyük halk kitlelerinin yönetimde belirli bir güç kazanması söz konusu olabilecekti.
Sosyal barış için kaçınılmaz olan güçlerin belirli bir süreç sonucunda birbirlerini dengelemesi de mümkün olabilecekti.
Kahır ekseriyeti coğrafi olarak kırsal karakterli yörelerde yaşayanlar vardı. Kent ve deniz kenarlarına inmiş olanları ise gelenekselliğin ve kaderciliğin girdabından bir türlü kurtulamamıştı. Türk milletinin bu sosyolojik karakterine karşın, Levanten ve diğer örgütlü azınlıklar başından beri ekonomi, bürokrasi, siyaset ve diplomasi ile ülke yönetiminde etkin olagelmişlerdi.
Bu yüzdendir ki Osmanlı döneminde çatışmalar, yöneten ve yönetilenlerin çıkarlarının karşıtlığı biçiminde değil, milli çıkarlar ile Levanten ağırlıklı azınlık çıkarları arasında olmuştur.
Osmanlı’nın son döneminde başlayan Türkçülük hareketleri ile 1960’lı yıllardaki milliyetçi hareket bir yönü itibariyle bir kentleşme ve sanayileşme hareketidir.
Özellikle 1944 sonrası Türkçülük hareketinin temeli, sosyolojik yönden böyle bir yapıya dayanır. Türk halkına bir anlamda yalnızca “cephede asker, kırsalda çiftçi” yapmayı öngören ’Levanten Paradigması’na karşı meydana gelen başkaldırı “Türkçülük-Turancılık” davaları ile ezilmiştir.
Milliyetçi Hareket’e 1980’lerde uygulanan muamele de kırsaldan kentlere doğru harekete geçen Türkmen’i geri döndürmek ya da varoşlarda tutabilmek amacına yöneliktir.
Yönetilen olmaktan yöneten olmaya, fakir olmaktan zengin olmaya, mahkûm olmaktan hâkim olmaya yönelen ülkücü kitle önce varoşlarda durdurulmuş sonra da köye dönmeye zorlanmıştır. Bugün üniversitelerde görev almak isteyen Anadolu gencine “yabancı dili yabancılardan daha iyi öğren de gel” demek de aynı anlama gelmektedir.
Türkiye, birden fazla dil bilen, ekonomik gücü elinde tutan, kültür ve sanat faaliyetlerini yönlendiren örgütlü ve milliyet özürlü azınlıkla; örgütsüz milliyetçi çoğunluğun sonucu önceden belli olan mücadelesine sahne olmaya devam etmektedir.
Bu bağlamda yapılan tartışmalar bireysel, genel ve soyut sorunlara yönelmiş, milletin varlığını tehdit eden ekonomik, küresel, sosyal ve stratejik konular ihmal edilmiştir.
Ülkenin gündemini tayin, tespit ve kontrol eden kitle iletişim araçlarına sahip yerli Levantenler ile iktidar destekli medya büyük bir ustalıkla milletin gözünden milli stratejik hedefleri saklamayı becerebilmiştir.
Bu, Türk milletinin öteden beri bir türlü içinden çıkamadığı sarmaldır. Türk milleti, bizzat kurduğu devletlerin yönetimini eline geçiren elitler tarafından dışlanmış, aşağılanmış ve ezilmiştir.
Devletin kurucusu olarak ortaya çıkan milletin kültürü, sanatı ile değerlerinin devlet ve toplum yönetiminden dışlanmasının bir başka örneği tarihte yoktur.
Selçuklu üzerindeki Fars, Osmanlı üzerindeki Arap ve Levanten etkinliği bunun tipik örnekleridir. Tokatlı Leali’nin şu ifadeleri gerçek bir ıstırabı yansıtmaktadır: “Olmak istersen itibara mahal/Ya Arap’tan yahut Acemden gel; Acemin her biri ki Rum’a gelir/Ya vilayet ya sancak kuma gelir.”
Türk milliyetçileri bu somut gerçeği bir kenara bırakmış hâlâ “kendi kendini kırbaçlayarak” sorunlarına çare bulmaya çalışmaktadırlar. Yakınmanın, sızlanmanın, övünmenin ve dövünmenin ne ülküye ne de ülkeye bir yararı vardır.
Birilerinin egosunu tatmin, intikam hırsı çerçevesinde birbirlerini kırbaçlamak amacıyla tartışma yapılmamalıdır. Aklı başında, sistematik olarak yapılan zemini, zamanı ve hedefi iyi tayin edilmiş tartışmalardan, istenilen sonuç alınabilir. Kalitesinin bozuk, seviyesinin düşük olduğu yerde, sevgi ve saygı ortadan kalktığı gibi tartışmalardan beklenen maksat da hasıl olmaz.

Yazarın Diğer Yazıları