İster tap, ister ye!

Ne diyordu Hz. Ömer(r.a):
“- Cahiliye devrinde biz helvadan putlar yapar, onlara tapardık. Sonra yolculuk esnasında acıkınca da onları yerdik!”
İnsanoğlu önce “Demokrasi” diye bir “Tanrı” üretti, ona taptı. Yeni putu demokrasi için adaleti, sosyal güvenliği, devleti, hukuku, milleti, aile müessesesini, milli varlıkları ve toprakları, kültür ve inançları, ehliyeti gözden çıkarttı.
Türkiye’de de durum bu.
Dünyada da durum bu.
Fransızların ünlü düşünürlerinden gazeteci yazar Jean François Revel 1980’li yıllarda yazdığı “Yararsız Bilgi” adlı belgesel kitabında, “Demokrasinin kana kana içtiği haber kaynaklarına yalan karıştığını” söylediğinde SSCB dağılmamıştı bile. Demokrasiyi, ona içirilen işte bu “yalanlar” öldürdü. “Demokrasi hakikat, totalitarizm de yalan olmadan yaşayamaz” diyen Revel haksız mıydı? “Yalanın istilasına uğradığı zaman demokrasi intihar eder” diyen Revel için, “Saçmalama” diyebilir miyiz?
Diyemeyiz.
Ravel, Time dergisinin Hitler’i, New York Times’in de Stalin’i kamuoyuna sunuş tarzları Münih ve Yalta’yı hazırlamıştı der ve eler: “İnsanoğlu hakikati sevmez.”
Haksız mı?
Hakikati söylediğinizde size kızmayacak bir siyasi parti lideri var mı? Ve Türkiye’de “Demokrasi” demek, “Lider ne derse o” demek değil mi? Bir yanda “Yalanın istilasına uğradığı zaman intihar ettiği kesin olan bir demokrasi” diğer yanda da, “Hakikate tahammül edemeyen” siyasetin helvadan putları.
Yalnızca siyasi liderler mi “Hakikati sevmeyen ve yalanı” tercih edenler.
Keşke öyle olsaydı. Bakınız ne diyor Fransız düşünür:
“- Bilginler, gazeteciler, öğretim üyeleri ve hatta Papalık arsızca yalana sarılmaktan çekinmez.”
Ve devam eder:
“- Hakikat şu ki, bizleri hakikat ilgilendirmiyor.”
Ve noktayı koyar:
“- Artık bugün düşman bilgisizlik değil, yalandır!”
Şayet demokrasi ile yalan arasında sigara kanser ilişkisi gibi can alıcı bir ilişki varsa ve doğudan batıya bütün milletler, öğretim üyesinden gazetecisine, siyasetçisinden bilginlerine kadar her meslekten insanlık, ille de “yalan” diyorsa, insanları bilgilendirme kanallarının tamamına yakını işi gücü “yalan dünyada, dünyalık için yalan üretmek” olan mihrakların eline geçtiyse, orada hakikat diye bir şey kalmış mıdır?
Hakikatin olmadığı yerde demokrasinin tek ve alternatifsiz hakikat diye sunulması Hz. Ömer (r.a.)’in cahiliye devrinde kendi elleriyle yaptığı helvadan put değildir de nedir?
Hem tap, hem ye..
Tapılan bu puta yakından baktığında ne görüldüğünü Gazeteci Nezih Tavlaş, Ayşegül Akın ve Melih Aksoy 1992 yılında örnekleme yoluyla ürettikleri bir ankette gözümüzün içine sermişlerdi.
Milletvekillerinden yüzde 39’u Türkiye’de kaç il olduğunu bilmiyordu.
Milletvekillerinden yüzde 35.6’sı Türkiye’nin nüfusundan habersizdi.
Milletvekillerinin yüzde 32.8’i Meclisin kuruluş tarihini bilmiyordu.
Milletvekillerinin yüzde 43.8’i IMF’den habersizdi.
Milletvekillerinin yüzde 43’8’i NATO’yu tanımıyordu.
Ve bu “Bilmeme” listesi uzayıp gidiyordu.
Bugün durum ne kadar farklıdır biz de onu bilmiyoruz.
Amma “Bilenler” ne kadar biliyor, yani IMF’yi bilen hakikaten IMF’yi biliyor mu? BM’yi bizzat BM’de çalışanlar biliyor mu? ABD’yi ABD vatandaşları ne kadar biliyor ki, Türkiye’dekiler bilsin ve bugün BM’yi bilmeden, ABD’yi, İsrail’i bilmeden, Türk’ün bu coğrafyadaki serüvenini bilmeden Türkiye’yi yönetmek mümkün mü?
Ama demokrasi bu.
Halkın bilmesine gerek yok, çünkü milletvekilini halk değil, lider seçiyor.
Milletvekilinin de bilmesine gerek yok, çünkü her şeye lider karar veriyor.
Aslında liderin de bilmesine gerek yok, çünkü Time Dergisi’nin Hitler’i, New York Times’in Stalin’i kamuoyuna sunuş tarzları dün nasıl Yalta’yı hazırladı ise bugün de aynı mihrakların sosyal ve tarihi olayları takdim tarzları Büyük Ortadoğu Proje’sini, IMF reçetelerini, AB süreçlerini, Afganistan ve Irak’a müdahaleleri, PKK’ları, Turuncu Devrimleri hazırlıyor, liderlere de bu süreçlerde “görev üstlenmek” düşüyor..
İşte demokrasi bu!
İster tap, ister ye..

Yazarın Diğer Yazıları