'İşte bu bizim hikâyemiz'
(Lüzumuna binaen)
Kültür, tarih, sanat, matematik, fizik, kimya hatta ekonomi...
O’nu hiçbir şeyden anlamaz, hiçbir şeyi bilmez zannederdik...
Meğer yanılmışız... Bir şeyi bilirmiş, hem de çok iyi bilirmiş... O bildiği de, Sen’in karakterin veya karaktersizliğinmiş!..
O, en iyi bildiği bu gerçek üzerinden yönetir, yönetir, yönetirmiş...
O, çok iyi bilir ki, Sen’in bütün itirazın, eleştirin, muhalefetin, çağrılmayı umduğun, çağrıldığın ya da huzura kabul edildiğin âna kadardır!..
Kapalı devre veya açık toplantılarda, zulalarda, farketmez, istediğin kadar salla, bir parmak şıklatma sesi duyar duymaz, ayak tabanlarınla arkanı döve döve koşturup, huzurda diz çökeceğini en iyi O bilir...
Sen huzurdan büyük bir hürmetle geri geri adımlayarak ayrıldığında, O yanındakileri, ’İşte bunlar böyledir’ der gibi, mağrur, alaycı ve belki de haklı bir edayla süzer...
Emin ol Sen hiç bitmezsin!.. Sen gidersin, öbür Sen gelir!..
Herhangi bir Sen’in batakhanede siyasî ikbali sönmeyegörsün, boşalan ’Sen kadrosu’na girebilmek için, ’ülkü devi’ve ’efsane’ kavramlarını işportaya düşürmüş diğer Sen’ler biribirilerinİ çiğnemekten ar bile etmezler!...
Bir Sen kalkar tedavülden, öbür Sen gelir!.. Sen’ler devirdaim yaparken, O hep kalır!..
‘Etekten tutunma şerefi’ne nail olununca, eski söylenenler unutulur, ’O aslında iyi de, etrafı kötüymüş’nakaratını tekrarlama nöbeti yeni Sen’lere düşer...
Sen’i herkes tanıyor, ama en iyi O tanıyor...
Sen bazen korkaksın!.. Savaşın bittiğinden habersiz, ormanda 35-40 sene saklanan o Japon askerleri gibi... Nasrettin Hoca’yla Timur’un huzuruna çıkmaya giderken, yolda viraj alan o köylüler gibi...
Sen aslında bu karakterinle, O’nun kurduğu statünün teminatısın...
Sen varsan, O’na da, statüsüne de bir şey olmaz...
Mağlubiyetlerin kahredici tahribatını, Sen’in bu karakterin telafi edebilir ancak!.. O’nun için Sen çok gereklisin!..
Sahi, ne istiyorsun?
Hiçbir mevki, makam, rozet bu denli küçülmeye değer mi?
Hani Allah’ın rasulüne halini arzetmek için yaşlı bir kadın gelmişti de, heyecandan tir tir titreyip bir şey söyleyemeyince, Efendimiz ona şöyle seslenmişti:
“Korkma! Ben kuru et yiyen Kureyşli bir kadının oğluyum!..”
Allah rasulü bile kendisine ‘kuru et yiyen kadının oğlu’ unvanını layık görürken, biz sana ünvan beğendiremiyoruz pabucumun devi!..
Sen kim mi?
Sen benim aslında!..
Ben, sen, yani biz!..
Sen, bu yazıya en çok kızacak olan veya üzerine alınması gerektiği halde hiç oralı olmayacak olandır!..
Sen, değirmeni perişan etmiş değirmenciye bir yandan kızıp, bir yandan da yaranabilmek için, bir kısmı su taşıyan, bir kısmı ise değirmenin haznesine takla atarak girendir!...
Sen, fırsatçı, ilkesiz ve korkaktır... Üstelik, ‘Eceli gelmeyene ok değmez’ yazılı Kutadgu Bilig’den nasipsiz bir korkaktır...
Sen, karakter kaybından adamlığın öleceğini bilmeyendir!...
Sen, benim aslında!..
Ben, sen, yani biz!...
“İşte bu bizim hikâyemiz!..”