Konuları çok kolay siyasileştirerek artı ve eksileri ile onları değerlendirme ortamından uzaklaşıyoruz. Bu kötü alışkanlık sürüp gidiyor. Toplumda kamplaştırma süreci de hızlanıyor. Basit siyasi çekişmeleri aşarak ve konuları çok boyutlu ele alarak gerçekleri ortaya koymak durumundayız. Bazı metot yanlışlarından uzaklaşmaya İstanbul Kanalı tartışmalarında da ihtiyacımız vardır.
Öncelikle dünya dili olan Türkçeye ve onun kurallarına saygılı olmak gerekir. “Kanal İstanbul” yerine “İstanbul Kanalı” ifadesini kullanmak bir yanlıştan dönmek olacaktır.
Konuya İstanbul Kanalı’nın sadece gerekli veya gereksiz olduğu tartışmalarından çok; onun öncelikli bir yatırım olup olmadığı açısından da bakabilmeliyiz. Günümüzde çözüm bekleyen öyle sorunlar var ki onlara yeterince eğilmeyi düşünmeden İstanbul Kanalı’nı ele alıyoruz. Yap işlet ve devret şeklindeki bir yol diğer bazı örneklerinde olduğu gibi sorunlarla doludur. Biz bunu kendi bütçe imkanlarımızla yapabiliriz diyorsak bu da çok büyük bir iyimserliktir.
İstanbul Kanalı sadece İstanbul’u ve Marmara bölgesini değil; ülkenin bütününü de ilgilendirir. İstanbul Kanalı’ndaki bazı belirsizlikleri ve hazırlanan raporlara göre ortaya konan yanlışları gidermek durumundayız. DSİ dahil birçok meslek odasının görüşlerini bir tarafa atamayız. Yönetenler İstanbul’a sürekli ihanet etme veya yanlış yapma huylarından da vazgeçmek durumundadırlar. Yanlışlara yeni yanlışlar katmamak, konuyu siyasi bir zıtlaşma olmaktan çıkarmak, düşünen, vatandaşlık sorumluluğunu hisseden ve önce ülkem diyebilen herkesin görevi olmalıdır.
* Türkiye’de son yıllarda dev bir sorun haline gelen ve çok yönlü etkiler yaratan işsizlik çok daha öncelikli bir konudur. Bu sorunun çözümü için yatırımlara ve istihdam şartlarını iyileştirmeye ihtiyaç vardır. Ülkemizdeki siyasi istikrarsızlıklar ve itibar kaybı ekonomide geleceğe güvenin sarsılması, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmemizi zorlaştırmıştır. Yatırımlarda ve desteklerde inşaat sektörünün öne çıkarılması da yanlış olmuştur. Yabancı ve yerli sermayenin Türkiye’den kaçtığı, beyin göçünün arttığı bir gerçektir. Kaldı ki işsizlik sorunu sadece ekonomik boyutu olan bir mesele de değildir. Son yıllarda sosyal devlet anlayışından uzaklaşma, vatandaşı müşteri gibi görme anlayışı bilhassa 1980 sonrası bazı olumsuzlukları da doğurmuştur. Gelir dağılımındaki bozukluklar, her alanda rantı ençoklaştırma gayretleri devletin sosyal fonksiyonlarını ve görevlerini aksatmıştır. Geleceğe güven duygusunun zayıflaması ortaya çıkmıştır. Türk Milletine mensubiyet duygusunun yerine; etnik, mezhep, cemaatleşme (dışa kapalılık) ve aşırı hemşehrilik duygularına nispeten terk etmesi dikkat çekmektedir. İşsizlik moral ve ahlaki değerleri sarsmış, yolsuzluklar ve nepotizm sosyal dokuda kan kaybına sebep olmuştur. İşsizlik artan cinayet, yaralama, öldürme, kadına şiddet, boşanma ve intihar gibi sosyal olayları tetiklemiştir. Yargıya güvenin azalması, silahlanma eğiliminde artışta işsizliğin etkileri dışlanamaz.
* Vatandaşın yaygın işsizliğin yanında toplumla yabancılaşması, geçici koruma altına alınan yabancılar için 40 milyon dolar harcanması, bazı bakımlardan bunların imtiyazlı hale gelmesi, vatandaşlığın açık artırmaya çıkarılır gibi 250.000 dolara satılığa çıkarılması, işsizlikle beraber moral değerleri yıpratmıştır. Toplumumuzda dayanışma ve biz şuurunun yerine ben şuurunun zirve yapması işsizlikle ilgisiz değildir.
* Bize göre, üretim için gerekli ithal girdilerini içeride üretmek, ara malı üretimini Türkiye’de yapmak ve desteklemek, ithal ikameye gitmek İstanbul Kanalı’ndan çok daha önceliklidir.
* Siyasi savurganlık ve kamuda sürekli dikkati çeken israf, fonların amacına uygun kullanılmaması ve kırsal alandaki ağalığa özenme örneklerinin giderilmesi ve zihniyet değişikliğine olan ihtiyaç kanaldan çok daha önceliklidir.
* Özellikle İstanbul’da ulaşım ve otopark sorununun giderilmesi, yüz kızartıcı iş kazalarının ve daha doğrusu iş cinayetlerinin önlenememesi kanaldan çok daha önceliklidir.
* İhtisasa ve liyakata saygı gösterilmesi, kuvvetler ayrılığı prensibine ve hukuk devletine riayet ve iyileştirilmiş demokratik parlamenter sisteme dönüş için gerekli sürecin hazırlanması kanaldan çok daha önceliklidir.
* Ülkemizin özellikle kırılan itibar ve dış güveninin tekrar kazanılması, Türkiye’nin sıradan bir Ortadoğu ülkesi olmadığının tekrar ortaya konulması kanaldan çok daha önceliklidir.
* Tarım ve hayvancılıktaki sorunların giderilmesi, üreticinin diğer bazı ülkelerde olduğu kadar desteklenmesi, tarım alanlarının boşalmaması ve betonlaşmaması yine kanaldan önce düşünülmesi gereken bir konudur.
* Üretim yerine ithalatı çözüm olarak görme yanlışı ve son yıllarda patlayan ithalat anlayışının giderilmesi kanaldan çok daha önceliklidir.
* Asgari ücretin tespitindeki yanlışların giderilmesi ve onun vergi dışı bırakılmasının sağlanması yine öncelikli bir konudur.
* Okul öncesi eğitime ağırlık verilerek çocuklarımızın iyi bir vatandaş ve kendilerine Türk Milletine mensubiyet şuurunun kazandırılması yolunda devletin kaynak ayırması, belediyelerimizin daha fazla kreşler ve anaokulları kurması, gençliği bir takım gurupların elinden kurtarıcı yurtların kurabilmesi için gereğinin yapılması yine kanaldan önce gelir.
* Türkiye’nin nüfus yapısını değiştirecek ve yeni terör örgütleri doğurabilecek yabancı kaynaklı nüfusun vatandaşlığa geçirilmesi yolunda yeterli maddi destek sağlanmadan dış baskılara boyun eğilmesinin düzeltilmesi yine önceliklidir. Harcanan 40 milyon doları hammadde yatırımlarına ve ara malı üretimine destekde kullansaydık; üretimi dışa bağımlı kılmazdık. Cari açığı da daha kolay azaltabilirdik.
* Geçici koruma altındaki Suriyelilere ve diğerlerine harcanan paranın önemli bir bölümünün başta İstanbul’u depreme hazır hale getirici faaliyetlere ayrılması, iyileştirici faaliyetlerin artırılması ve toplanma alanlarının korunması yine kanaldan önce gelir.
* Yıllardır İstanbul’a yönelen iç göç hareketlerini hafifletmek, göç edenleri göç ettikleri şehirlerde istihdama kavuşturmak yerine, İstanbul’a mevcut sorunları daha da ağırlaştırıcı yeni bir şehir ilave etmek, sorunları ancak büyütebilir ve içinden çıkılmaz bir hale getirebilir. Kanalı konuşurken bunu da hesaba katmak gerekir.
* 1936 tarihli Montrö sözleşmesi ile egemenlik haklarımız boğazlar üzerinde tesis edilmiştir. Milletlerarası bir komisyonun denetimine terk edilmek yerine; bizim boğazlar üzerindeki haklarımızı belirleyen bu sözleşmeden rahatsız olmayı doğrusu anlayamıyoruz. Montrö’nün ne kazandırdığı ortadadır. Bize bu sözleşmenin kaybettirdiklerinden bahsedenleri doğrusu hayretle karşılıyoruz. Türk egemenliğini savunanları “Montrö lobisi” olarak suçlayanların acaba hangi lobilerin mensubu olduklarını da doğrusu merak ediyoruz.
* Çarpık ve üretim dışılığı teşvik eden özelleştirme ve daha doğrusu satılan tesislerimizi yabancılaştırma amacı güden özelleştirmelerden uzak durmayı kanaldan önce düşünmek durumundayız.
* Son yıllarda başarılarla dolu harp sanayiinde yerli ve milli üretimi artırıp çeşitlendirebilmek, çeşitli engellemeleri, hatta muhtemel sabotajları aşabilmek için gereğini yapabilmek ve bu alana daha çok kaynak ve ilgi ayırabilmek kanaldan önce gelir.
* KKTC’de bir deniz üssünün kurulma çalışmaları kanaldan önce düşünülmeli idi.
* Türkiye’nin jeopolitiğini fark edebilmek, bunun doğurduğu imkânları kullanabilmek, değişen dünya ekseninin Atlantik’ten Ortadoğu ve Asya’ya kaydığını görebilmek, jeopolitik gücümüze dayanmak, sadece ittifak merkezli hareket etmemek anlayışı kanaldan önce gelir.
* Gençliğe ve geleceğimize dönük uyuşturucu ve gıda terörüne karşı gerekli tedbirleri almak, yapılan güzel hizmetleri artırabilmek yine kanaldan önce gelir.
* Yerli ve milli ilaç sanayini geliştirebilmek için kaynak ayırmak ve desteklemek kanaldan önce gelebilir.
Anadolu coğrafyası üzerinde egemenlik haklarımızı perçinleyen Montrö Sözleşmesini yapanları ve bu uğurda emeği geçenleri, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere saygı ve rahmetle anmayı bir görev biliriz.