Yol geçeceği için istimlak edilen ve anılarını, çocuk yaşta kurduğu hayallerini yanına alıp giderken, hatıralarını da geride bırakmıştı.
Önemli bir bölümü yıkılan Trabzon’un Boztepe semtinde; Nemlioğlu Konağı ile sembolik olarak yolun ortasında bırakılan Gözaçan Camii’nin hemen altından, Yenicuma Mahallesine doğru gidilirdi.
Şimdi yerinde yeller esen, suyun başında aşıkların göz göze geldiği ‘’Vişne Çeşmesi’’ni yüz metre kadar geçince, sağdaki pembe, beyaz boyalı iki katlı müstakil bir evde doğdu. Vişne Çeşmesi’nin yanında, Macar bodur vişne ağaçları vardı. Çeşmenin adı da oradan kalmıştı. Şimdi yerinde yeller esiyor tabi, cadde geçti.
Boztepe İlkokulu’nun eski idarecilerinden merhum Mehmet Sabit Konuralp (71) torunu, rahmetli Aymelek ve Kemal Atakan çiftinin evlatlarından biriydi. Evin tek erkek çocuğuydu.
‘’Anlatılmaz bin dert ile geçiyor ömrüm
Bir vefasız kaderinden eriyor garip gönlüm
Şu simsiyah geceler mi, acep ben mi öksüzüm?
Bir vefasız kaderimden eriyor garip gönlüm’’
parçası, en çok sevdiği şarkılardan birinin mısralarıydı. Söz ve müziğini Erdoğan Yıldızeli’nin yaptığı hicaz makamındaki parçasını, fırsat buldukça çıktığı her sahnede seslendirirdi.
Dünyada iklim değişikliği başlamadığı yıllarda, Trabzon’un ayazı sert olan eski günlerinden birinde, 1955 yılının aralık ayında kiracı olarak oturdukları o pembe, beyaz sevimli evde doğmuştu. Çünkü aile sıcaklığını veren o müstakil ev, onlar için köşktü ya da öyle algılanırdı.
O, acı tatlı günleri içinde yaşatan, mangal közündeki köpüklü karınca batmaz Türk kahvelerinin yapıldığı, gaz lambalı ve lüküs lambalı gecelerinin aydınlattığı günleri de yaşadığı ev de dünyaya gözlerini açmıştı.
Annesi Aymelek Hanım, çok iyi ud çalan bir udi idi aynı zamanda…
O yıllarda, neredeyse her sokağına bir sanatçının düştüğü bu kentin kadın udilerinden biriydi. Esirgeme kurumunda fahri annelik yapan, herkesin yardımına koşan bir anneydi. 1980’lere kadar bu kentin sosyal kültürel yaşamına katkıları olan kadınlarımızdan biriydi.
Bu dar sokaklarda, o dönemlerde bile her sokakta, neredeyse mutlak bir enstrüman kullanan biri vardı. Aynı zamanda iyi bir ev hanımı olan udi annesi, 1996’da Trabzonspor’un şampiyonluğunun bir taş ile çalındığı! O yılda, 70 yaşına girdiğinde İstanbul’da, bu dünyadan göç ederken, geride hatıra olarak duvarda asılı udunu da bırakmıştı. Bağlama çalan iki amcası ve tasavvuf müziğine ilgisi olan bir büyük dedesi, onun köklerinde de müzik olduğunu gösteriyordu zaten.
*
Annesinin babası, dedesi hem öğretmen hem de hafızdı.
Boztepe İlkokulu'nun idarecilerindendi. O da, 1988 yılında İstanbul'da, 70' inde beyaz atlara binip giden Trabzon'un iyi ve gerçek eğitimcilerden biriydi.
Babası Kemal Bey, yıllarca marangozhanesinde çalıştığı karayollarından emekliydi. Vefat etmeden Alzheimer rahatsızlığı onu teslim almıştı.
Tasavvuf müziğine de ilgi kanlarında vardı. Müzik hayatı ile hafızlığın kardeşçe ve anlayışla yaşandığı, inorganik Trabzonlu bir ailenin çocuğuydu! Yenicumalı idi.
Üç kız kardeşin arasında tek erkek çocuğu o olunca, daha farklı bir durumu vardı. Evin içinde torpilliydi sanki!
Kız kardeşleri olan Ayhan, Mübeccel ve Gülperi, hepsi evli. İkisi İstanbul'da, biri Ankara'da yaşıyor. Kız kardeşlerinden ikisi TRT'den emekli.
Kimden mi bahsediyorum? Trabzon'un yetiştirdiği bir dönemin önemli ses sanatçılarından birinden;
IŞIK ATAKAN…
1970, 1980, 1990'lı yıllarda İhsan Eyüboğlu, Ali İhsan Tunç, Salim Önder, Temel Uzlu, Ahmet Özdemir, Fadıl Yoloğlu, rahmetliler Selahattin Tiryaki, Göksel Özel gibi vs… Solist ağırlıklı çalışan kadın ses sanatçılarının haricinde, erkek sanatçı arkadaşlarıyla, tatlı bir rekabette yaşarken, Trabzon'un çevre il ve ilçelerinde, düğünlerde, konserlerde, özel gecelerde, balolarda, restoranlarda, Kalepark Orduevi'nde, kapalı spor ve sinema salonlarında, avuç içi ve parmaklarının arasındaki mikrofondan en güzel eserleri seslendiriyor, izleyenler onu alkışlar arasında selamlıyordu.
**
Işık Atakan, Trabzon’da yaşadığı yıllarda ilkokulu Boztepe, ortaokulu maşatlık mevkiindeki Atatürk Ortaokulu'nda tamamlamıştı.
Yaklaşık bir buçuk asırlık Trabzon Lisesi'nde iki yıl okumuş ama o dönem neredeyse üniversite eğitimi veren bu zor okulu, o yıllarda müziğe olan tutkusu nedeniyle derslerini biraz geri plana atınca tamamlayamamıştı. Liseyi akşamları eğitim veren Kavak Meydan semtindeki Ticaret Lisesi'nde bitirmişti.
Daha bebek yaşta altı aylıkken havale geçiren Işık'ı, sağlığıyla ilgili sıkıntılı yıllarda yaşadı. İki ablası vardı. Kız kardeşi ise henüz dünyaya gelmemişti.
Annesi bir gün havale geçirmeye başlayan Işık'ı, kaptığı gibi doktora getirdi. Yıl 1956.
Tabi o yıllarda kentteki doktor sayısı çok az. Bir kısmı bu memleketin çocukları olan gayrimüslim doktorlardan biri idi, merhum Hayri Alev.
Anlatılanlara göre; Dr. Alev, bebek Işık'a sağ ayağından bir iğne yapıyor ama bu iğneyi yanlış yerden vurduğu ileri sürülüyor. Sağ ayağının hareket siniri zedelenince çocuk felci geçiriyor. O gün bugündür ses sanatçısı Atakan'ın sağ ayağı ortopedik engelli olarak kalıyor.
Şimdi 69 yaşında olan ve İstanbul’un Maltepe semtinde kendin ait evinde yaşayan Atakan'ın ailesi onu, o kara gün iğnesinden sonra! kucakladığı gibi, Trabzon’dan Ankara Hacettepe Hastanesi'ne götürdü. Evin terk erkek çocuğu olunca dış yüzeyi o pembe, beyaz boyalı eve adeta sıkıntı çöktü ve moraller dibe vurdu o akşam...
Üç yaşına gelince aynı hastanede ilk iki ameliyatını oldu.
İlkokula başlayana kadar, bir taķım ameliyatlar daha geçirdi. Bu zaman zarfında hem kendisi, hem ailesi, genelde Işık'ın tedavisi ve yaşamıyla uğraştı. Hayatını daha iyi hale getirebilmek için sağ ayağına ortopedi cihazı takıldı. Haliyle o yaşta bastonla tanışmak zorunda da kaldı.
O gün bugündür sağ ayağında problem olması onu asla ama asla yıldırmadı. Çok genç yaşlarda zamanının çoğunu okul dışında evde geçirmeye başladı. Rahmetli annesi udunu eline alıp çalmaya başlayınca, Işık da onunla birlikte, dizlerinin dibinde çaldığı şarkıları mırıldanmaya başladı.
" Gecenin matemini aşkına örtüp sarayım.
Gittin artık ben seni nerede bulup yalvarayım."
Sözleri, Mustafa Nafız Irmak'a ait olan, müziğini Sebahattin Pınar'ın yaptığı bu hüzzam makamındaki şarkı, Türk Sanat Müziği dünyasında, ileride iyi bir ses sanatçısı olacak olan Işık Atakan'ın, annesinin yanı başında söyleye söyleye öğrendiği ilk eser olarak, arşivinde ve hafızasında yer aldı.
Bu şarkı için Işık: " Annemden öğrendiğim bu ilk şarkımın, bende oldukça duygulu bir yeri var. Bazen sahnelerde söylerken, anam aklıma gelir her zaman ve gözlerim dolar."
*
Küçük Atakan, on iki, on üç yaşlarına geldiğinde; bugün Kunduracılar Caddesi üzerinde Trabzon Şehir Müzesi aralığında kalan, ahşap döner merdivenle çıkılan eski bir bina vardı. Şimdi yerini ahşap ya da taş değil, dış sıvasındaki çimentosu adeta fokur fokur kaynayan! Beton yapılı kentin içini yaz günleri hamama çeviren çirkin binalar aldı.
Orası Trabzon Liselerinden Yetişenler Derneği'nin (TLYD) lokaliydi.
Işık bir gün; çıkarken gacur, gucur öten o merdivenleri zorlukla tırmanıp! TLYD'nin kapısını çaldı. Halen Trabzon'un kültür, eğitim, sanat ve müzik dünyasında faaliyetlerine devam eden kentin, bu önemli derneği kendisini çok hoş karşıladı. Ardından şahsına ve ailesine şunu söyledi:" Daha yaşı küçük. Biraz daha çalışsın, biraz daha büyüsün, ondan sonra tekrar bir daha görüşelim."
İlk kez sahneye sekiz yaşında (1964) Ayasofya Müzesi’nin altındaki yol üstünde bulunan yan yana iki gazinodan (Çakıl ve Orkide) biri olan Orkide Gazinosu’nda çıkan Işık: " Bir yaz akşamı ailece Orkide Gazinosu’na gitmiştik, babamın isteği üzerine ilk kez sahneye orada çıkıp söylemiştim. Asıl sahneye çıkma ise 1960’lı yılların başında gerçekleşti. İlerleyen yıllarda, yine eski evimize yakın sayılan Takan Caddesi'ndeki Nemlizade Konağı’nın yanındaki Toprak Sokağa taşındık" diyerek, sözlerine şöyle devam etti:" Üç yaşından, yirmi beş yaşına kadar orada yaşadık. Geçen ay gelip gördüm ki; o evler, anılarımızla, komşularımızla, acı, tatlı günlerimizle beraber yıkılmış. Sadece koruma altında olan tarihi ve görkemli bir bina olduğu için, yeni yapılan viyadüğün altında, gemiyi terk etmeyen son kaptan gibi, Nemlizadelerin Konağı yerinde duruyor, daha doğrusu ayakta durmaya çalışıyor."
Artık Işık için, hayat gündüzleri provalarla, geceleri şarkılarla geçiyordu.
"Bu ayakla bile armut ağacına çıkar şarkı söylerdim. Beni gören o güzel komşularımız, bana gülerek şakayla bağırırdılar 'Işıkkkkk... Ağaçtaki guşlar hep dökildi. İndiler düştiler ardina, in aşağıya.'
Kunduracılar Caddesi'nde Velioğlu Pasaja'nın içinde ayakkabı tamircisi Hamdi Usta vardı. Bazı günler ona yardımcı olan oğlu renkli bir simaydı, Süleyman Sırrı. Şimdi ikisi de rahmetli. Trabzon'da genellikle kadın ayakkabıları iki, üç tamirci ustası daha dahil o küçücük dükkanda onarılır, tamir edilir yenilenirdi. Atakan ailesinin de komşularıydı.
Işık’ın arkadaşı rahmetli Süleyman, müzikle de ilgileniyor. Çok da iyi darbuka çalıyordu. Aynı zamanda Sanat Okulu'nda ( Endüstri Meslek Lisesi) okulun bando takımının en önünde yürüyen şefiydi.
Işık, Lise 1.sınıfta okurken bir gün yine Süleyman Sırrı ile dertleşip sohbet ediyordu, konu dönmüş dolaşmış yine sahneye çıkma, sahnede söyleme, okuma işine gelmiş. Gelin devamını Işık’tan dinleyelim: ‘’Trabzon’da o yıllarda olan müzik gruplarından biri vardı; Çakıl Taşları Grubu. Şefleri de Hakkı Dalmaç idi. Hakkı ağabeyimiz beni bir akşam yanına alarak Yazlık Fuar Sineması’na götürdü. Şimdi yerinde Emniyet Müdürlüğü il binası ile Bölge Adliyesi olan yerde yazlık Fuar Sineması vardı. Büyük bir alanı vardı. Film perdesinin önü aynı zamanda sahneydi. T şeklinde izleyicilerin arasında doğru uzantısı vardı sahnesinin. Saz sanatçıları yan yana sahnedeki yerini alır. Önlerindeki solistte elinde mikrofonla sahnede ve seyircilere doğru uzanmış T şeklindeki podyumda yürür, şarkılar, türküler söylerdi. Film seyretmeye gelenler film başlamadan önce bir saat konser dinlerdi. Hem Türk sanat hem Türk halk müziği icra edilirdi. Koca beyaz film perdesinin önü gazino sahnesi gibiydi. Fuar Sineması’nın işletmecisi şu anda hayatta olan ve Trabzon’da yaşayan, Allah selametini versin Muzaffer Lülecioğlu Ağabeyimizdi. Beni onun yanına getirdi ve sesimi dinletti. O zamanlar İstanbul Maksim Gazinosu’nun sahnesi ne ise Fuar Sineması’nın Sahnesi de manevi anlamda oydu. Muzaffer ağabey, beni dinledikten sonra Hakkı ağabeye döndü ve dedi ki: ’ Eğer kendini hazır hissediyorsa onu hemen bu akşam filmde önce sahneye çıkarırım.’ O akşam da ‘Güneşin Oğlu’ isminde güzel bir Japon filmi oynuyordu. O akşam çıktım sahne aldım. Çok heyecanlıydım. Yazlık sinemanın, masalı ve sırayla yan yana, arka arkaya dizilmiş demir ve tahtadan yapılmış sandalyeli bahçesi doluydu. Yanlış hatırlamıyorsam ilk parçam o günlerin moda eserlerinden olan ’Kahverengi Gözlerin’ parçasını okumuştum. Daha kapıya resmimim olduğu afiş bile henüz asılmamıştı. O yaz sezonu boyunca orada çalıştım. Ne kadar alırdım hatırlamıyorum ama her gece paramı aldım. En azından harçlık konusunda eve yük olmuyordum.’’
Trabzon’daki erkek solistlere artık bir aday isim daha ekleniyordu: Işık Atakan…
Işık, Yazlık Fuar Sineması’ndan ilk sahne alışından bir yıl sonra, Beşirli Mahallesinde Kancalar Sitesi yapılmadan o sitenin olduğu yerde ‘’Şükrü’nün Yeri’’ diye içkili bir restoran vardı. Hafta sonları orada ‘Çakıl Taşları Grubu’ ile sahne almaya başlamıştı. Artık Işık için önünde ışıklı günler başlamıştı. Çevresinde o yıllarda çok yerleşim olmayan ‘Şükrü’nün Yeri’’nde söylemeye başlamıştım:
‘’Fikriminnnn ince gülüüüü, kalbiminnnn şen bülbülüüüüüü
O gün ki görrrrdüm seniiii, yaktın ahhh yaktın beniiii…’’
**
O aralar, ülkenin önemli kadın as solistlerinden Sevim Çağlayan, Trabzon Yeşilyurt Pavyona bir süreliğine sahne almaya gelmişti. Babası Işık’ı kolundan tuttuğu gibi, sevim Çağlayan’ın yanına getirmiş ona da sesini dinletmişti.
Işık, babasını anlatırken, gözleri bir noktaya takılı kalarak: ’’Trabzon Gazeteciler Cemiyeti’nin olduğu tarihi binanın sağına, bitişik içeri doğru geniş yanları açık bir koridorla girilen, döneri de meşhur içkili bir restoran vardı; Gülbahçe. Babam akşamları genelde oraya takılırdı. Kafası iyi olduğu zamanlar eve geldiğinde annem, kendisine köpüklü bir Türk kahvesi yapardı! Babam da o çakır keyifle ‘Aynaya baktım saç beyaz olmuş,’ Bir de ‘ Portakalı soyamadım başucuma koyamadım,’ şarkılarını söylerdi. Ayrıca ‘ Son tesellim serap oldu,’ dizelerini de okumadan geçmezdi.’’ dedi.
İyi bir eğitim-öğretimin uygulandığı Trabzon Lisesi’nin 2. sınıfında dört dersten yine sınıfta kalan Işık, tasdiknamesi eline verilerek okuldan uzaklaştırılmıştı. Sonra daha kolay bir eğitim veren Ticaret Lisesi’nin akşam bölümüne kaydını yaptırmış ve nihayet orayı bitirerek, lise diplomasını cebine koymuştu.
Vatan görevi vakti de gelmeye başlamıştı. Önce Samsun, sonra Erzurum’daki Mareşal Fevzi Çakmak Hastanesi’nde askerlik yoklamasını yaptırdı. Kendisine haliyle askerlik yapmaya elverişli değildir raporu verildi.
Kısa bir dönemin ardından, Tekirdağ’ın Şarköy ilçesinde ikamet eden evli ablasının yanına giden Atakan, orada Trakya’daki restoranlarda da sahne alıp, şarkılarını seslendiremeye , sanatını icra etmeye devam etti. Kendisini genç yaşta, İstanbul’daki en iyi gazino sahiplerine tavsiye etikleri zaman’’ Ama onun bıyıkları var. Türk Sanat Müziği söyleyen kişide sakal, bıyık olmaz. Hiç hoş durmuyor. Bıyıklarını kesmesi lazım. ‘’ derlerdi. (Gülüşüyoruz)
DEVLET MEMURLUĞU GÜNLERİ
‘’Tekirdağ’da günlerim böyle gelip geçerken, bir gün babam telefon yazdırmada sıraya girip saatlerce bekledikten sonra, evdeki sabit telefonumuzdan beni aradı. ‘Sana devlet katında iş buldum dön gel artık.’ dedi. Anne, babadan emir gelince, emir demiri kesti! Döndük tabi.’’
Çok kısa bir süre sonra devlet memuru olduğunu belirten Işık:’’ İşçi pozisyonunda masa başında memur oldum. Artık Zirai Mücadele Karantina Müdürlüğü’nün bir personeliydim. Müdürlük binamız, Arafilboyu Mahallesinde şimdiki Trabzon Barosu’nun olduğu tarihi bina idi. Tabi aklım yine müzikte, sahnenin tozunda! Aklım şarkılarda, alkışlarda, sazlarda. Baktım bu iş bana göre değil ama ne de olsa devlet kapısı. Trabzon’a gelen zamanın ünlü sesleriyle aynı sahneyi paylaşıyordum artık, mesela; Mine Koşan, Tülay, Huri Sapan, Atilla Atasoy, Kuzey Vargın, İlhan İrem ve Nükhet Duru gibi isimler…
Bir gün Kavak Meydan semtinde; şimdi yıkılmış olan 19 Mayıs Spor Salonu’nda, organizatörlüğünü namı diğer Uzun Ömer’in yaptığı (Ömer Uzun, ilerleyen zamanda uzun yıllar futbol antrenörlüğü görevinde bulundu.) bir konserde, İbrahim Tatlıses ve Arzu Okay ile ilk sahne alan benim Trabzon’da.‘’diye konuştu.
Ardından bu gece ile ilgili unutamadığı bir anısını, görmesem inanmazdım diyerek, heyecanla anlattı:
‘’1978’in Kasım ayı idi. ‘Ayağında Kundura’ türküsüyle ünlenen İbrahim Tatlıses ve yanında o yılların Yeşilçam’daki erotik filmlerinin yıldızı meşhur Arzu Okay ile birlikte zamanın ünlü organizatörü rahmetli Hasan Bora tarafından konser turuna çıkmışlardı. Bu tur ayağının Karadeniz’deki bir durağı da Trabzon’du. O yıllarda Trabzon halkının Türk Sanat Müziği’ne olan tutkusu öncelikliydi. Trabzon’da daha çok futbol adamlığı ile tanınan değerli ağabeyim Ömer Uzun, belirttiğim bu tarihten bir, iki gün önce kendi menajerim Süleyman Sırrı Şen aracılığıyla ile beni buldu ve Ömer Uzun Ağabey ‘Işık, ben Trabzon’da, İstanbul’dan konser bağlantıları yapıyorum. Menajer Hasan Bora ile anlaştım. Önümüzdeki günlerde 19 Mayıs Spor Salonu’na İbrahim Tatlıses ve Arzu Okay konser için gelecekler. Trabzon seyircisi yalnız türkü dinlemez. Yanındaki Arzu Okay'ın ismi var ama sahnedeki müziği halka güven vermez. Ayrıca Samsun’da ona eşlik eden iki,üç saz arkadaşı ile aralarında sorun olmuş. İstanbul’a geri dönmüşler. Senden ricam bu konsere sazlarını alıp hem ona hem de sana eşlik ederek, bu müzik açığını sen kapatacaksın’ dedi. Bende "Tamam" dedim. Ömer Abi ile anlaştık. Konser günü sanatçılar Trabzon’a geldi ve meydandaki Otel Özgür'e yerleştiler. Konser gündüz ve akşam iki matine olacaktı. Trabzon halkının bu konsere müthiş bir ilgisi vardı. Her iki matine de sahneye ilk olarak ben çıktım. Programımın sonunda sahneye Arzu Okay’ı davet ettim. O da İbrahim Tatlıses'i davet etti. Konserin gündüz ki matinesi çok muhteşem geçmişti. Akşamki matine de ise benim gündüz ki sahne performansımı duyup merak eden Tatlıses ile sahneden inerken, koridor çıkışı önünde durup beni dinlediğini fark ettim ve ilk kez yüz yüze karşılaştım. Tatlıses; Işık bir dakika, senin adını gündüz ki matinede bana dediler ama otelden geç çıktım. Bu akşam merak ettim. Senin için erken gelip sesini dinlemek istedim koçum. Hele gel bi gözlerinden öpeyim. Maşallah sana. Gel bize katıl, yurt turnesine birlikte gidelim" demişti. Ben de teşekkür edip, Trabzon’da bir kamu kurumunda yeni memur olduğumu iş yerimle ve ailemle konuşup izin almam gerektiğini söyledim ve soyunma kulisine gittim. Sonrasında izin çıkmayınca turneye onlarla gidemedim. Kuliste benim menajerim Süleyman Sırrı Şen, Ömer Uzun Ağabey ve bir iki tanıdık arkadaş oturuyorlardı. Biz sohbet ederken yaklaşık bir saat sonra Arzu Okay'ın sahne konseri bitti, o da kulise bornozunu giyip, yanımıza geldi. Arzu Okay'a, İbrahim Tatlıses’ten daha çok ilgi vardı. Öyle ki kulisin kapısına kadar hayranları dayanmıştı. O sırada Arzu Okay köşede duran masa üzerine bir torba fotoğrafını dökmüş, onları imzalayıp kapının aralığından hayranlarına dağıtıyordu. O sırada kulis kapımıza dayanıp içeri girmek isteyenler vardı. Kapının dışı oldukça yoğundu. Ömer Ağabey o fizikli kalıbıyla yerinden kalkıp: ’Yahu ne oluyoruz arkadaşlar lütfen kapıyı zorlamayın.’ diye dışarı doğru bağırdı ve bir ayağını da kapının arkasına dayadı. Bu kez kapının aralığından tok ve kalın ses duyuldu. ‘La Ömer, ha bu kapıyı bi aç bakayım.’ Ömer Ağabey, kapıyı araladı ama önce bir an tanımadı, birazda şaşkınlıkla ‘Ohh, sen misin baba?’’ dedi. O, tok sesli iri yarı bir adam, omuzlarında taba renginde bir palto, elleri cebinde kabadayı gibi içeri girdi. Belli ki konuşmasında kafa da çakır. Alkol almış olmalı. Kuliste hepimizin yüzüne sırayla şöyle bir baktı ve Arzu Okay’ın önüne gidip durdu. Arzu Okay da sürekli fotoğraflarını imzalıyordu. Başını kaldırıp hiç ona bakmadı. Kuliste birden sessiz kaldık. O adam Arzu Okay’a seslenerek ‘N’ber Kız? Hoş Geldin’ dedi. Okay, umursamadı. Adam aynı ifadeyi bir defa tekrarladı. ‘Hoş geldin’ diye. Arzu Okay, başını kaldırıp ona baktı. Adam ‘Beni tanıdın mı?’ dedi. Arzu Okay ‘Hayır tanımadım.’ dedi. Adam "Doğru tanımazsın şimdi ünlü oldun ya! Az mı çamaşırlarımızı yıkadın kız" dedi. Arzu Okay şaşkın şaşkın adama bakarken, Adam ‘Ben Ergun, Baba Ergun, Ergun Kantarcı.’ dedi. Arzu Okay: ‘Aaayyy... Ergun’ diyerek yerinden kalkıp onun boynuna sarılması bir oldu. Adam ‘Yaaaa...’ derken, Arzu Okay ‘Sen burada ne arıyorsun?’ dedi. Bizlerde bu sırada şaşkın şaşkın onları izliyorduk. Meğer kulisten içeri giren adam Trabzon’umuzun eski ünlü futbolcularından ve teknik direktörlerinden sevilen isim Ergun Kantarcı imiş. Ne tesadüf ki bu kulis karşılaşmasından önce benim sahneme özel çiçek sepeti (çelenk) gönderip, sonradan çokta kültürlü bir insan olduğunu öğrendiğim ağabeyimiz benden "Derdimi ummana döktüm, asumana inlerim" şarkısını isteyen adammış. Ben o zaman kadar çok iyi tanımıyordum. İstediği bu şarkı konser akışına çok ağır olacağı için başka bir şarkı okumaya çalışmıştım. Ben de kuliste bu kez oturduğum yerden ayağı kalkıp "Ergun Bey siz misiniz"? dedim. Orada Arzu Okay ile dostlukların nereden geldiğini öğrendim. Çok iyi, teknik ve zeki bir futbolcu olan Ergun Kantarcı, İstanbul kulüplerinde yıllarca oynarken, Beşiktaşlı rahmetli Vedat Okyar ile birlikte bekar iki arkadaş evi olarak Şişli’de oturmuşlar. Arzu Okay da yeni yeni Yeşilçam filmlerinde oynamaya başlamış. Bir başka aktrist olma yolunda olan kız arkadaşıyla birlikte Ergun Kantarcı ile Vedat Okyar'ın evine girip çıkarlarmış.‘’
Işık, derin bir nefes aldı ve kaldığı yerden anlatmaya devam etti: ‘’Bu konserin ardından birkaç gün geçmişti. Trabzon’da Uzun Sokak’ta yürüyordum. Bir otomobil önümde durdu. İçinden biri seslenerek: ‘Sen hala gitmedin mi?’ dedi. Bir baktım Ergun Ağabey ’Yok Abi gitmedim. Ben buralıyım, Trabzonluyum’ dedim. Ergun Ağabey ‘Ben de seni İstanbul’dan Arzu ve İbrahim ile beraber geldin sandım. Çok memnun oldum. Görüşelim’ dedi. İnanır mısınız? Sonrasında çok methini duyduğum Baba Ergun Ağabeyle! Bir daha karşılaşmak kısmet olmadı. Duydum, dokuz yıl önce Karabük’te 69 yaşında Rahmetli olmuş. Allah rahmet eylesin.’’
***
Sonrasında Işık, zamanın As Sineması’nda yapılan konserlerde (Kardeşler İş Hanı) Trabzon’un eski nezih mekanlarından Dallas Gazinosu’nda kırk gece ünlü türkücü Belkıs Akkale ile de sahne almıştı. O günün ücretiyle gecede iyi para sayılan 2,5 lira alırdı. İlerleyen aylarda Hıdırnebi Yayla Tesisleri’nde altmış gün iyi bir ücretle program yaptı. Beğeniyle izlenip dinlendi, çok alkış aldı. Misafirlerin şarkı isteklerine cevap verdi.
Dallas Gazinosu’nda programa çıkarken, bir gece gazinoya müşteri olarak arkadaşlarıyla beraber, zamanın ünlü Zenit dikiş makinelerinin sahibi geldi İstanbul’dan. O gece Işık’ı izledi. Beğendi, görüştüler ve onun kanalıyla müdürlüğünden iki ay ücretsiz izin alarak İstanbul’a gitti. Kanlıca’daki Taç Restoranda bir ay seslendirdi şarkılarını. Bir ay daha izni vardı devam edecekti ama annesi, babası onu geri çağırdı.
Beş yıllık memurluk hayatı boyunca müzik ile irtibatı halen daha kesmeyen 69 yaşındaki Işık Atakan, Konser ve sahne hayatına Hopa’dan Samsun’a, Gümüşhane’den Erzurum’a kadar olan konserlerine devam etti.
Özellikle Trabzon’un, eğlence, çay partileri, önemli düğünler, defile, konser ve özel gecelerde sık sık şarkılarıyla yer aldı. Şimdi maalesef kapalı olan ve açılması beklenen Kalepark Orduevi’nin hemen girişindeki salonda defalarca düzenlenen gecelerde yer aldı.
Trabzon’daki sahne hayatı ve beş yıllık memuriyet döneminden sonra artık İstanbul’da sahne almak için bu mega kentin yolunu tutan Yenicumalı Işık, Bağdat Caddesi’ndeki Zirai Karantina Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü’ne tayin olur.
Böyle hızlı ve hareketli geçen bir hayatta, henüz bir sevgilisi dahi olmamıştı Işık’ın. Anne ve babası tek oğullarının mürüvvetini istiyordu. Evlatlarının engelli bir birey oluşu yuva kurmak isterken acaba kendisine bir sıkıntı yaratacak mıydı?
Trabzon Yenimahalle Bahçeli Evler’de oturan, Yenimahalle dolmuş durağının emektar taksicilerinden Vakfıkebirli Hasan Bankoğlu’nun kızlarından Zehra da, aynı daireden mesai arkadaşıydı.
‘’Şehir içinde ve dışında iken mektuplaşıyoruz Zehra ile ama sıradan bir arkadaş gibi.’’ diyen, Trabzon’un yetiştirdiği ses sanatçılarından Işık’tan gelin gerisini dinleyelim: ’’Bu yazışmalarımızın zamanla platonik bir ortama sonra da aşka dönüştü. İstanbul’dan Trabzon’a döndüm. Zehra Hanım’ı Kalepark Orduevi’nin bahçesine sohbet etmeye davet ettim. Oradaki zakkum ağacının dibine oturduk. Kısa bir sohbetten sonra cesaretimi toplayarak, kalbimde küt küt atmaya başlamışken, kendisine pat diye evlenme teklif ettim ve kabul etti. Ardından Zehra Hanım bana çok güzel bir şey söyledi: ’’Ben, seni severken ayağındaki problem hiç aklıma bile gelmedi. Ben senin fiziki durumunu değil, kalbini, ruhunu, şarkılarını ve insanlığını sevdim.’’ demişti.
Nihayet kısa bir süre sonra Zehra’yı istemeye giden Atakan ailesi, Kunduracılar Caddesindeki zamanın aktif düğün salonlarından olan Trabzon Düğün Salonu’nda da (Trabzonspor’un eski oyuncularından Bülent Gürsoytrak işletirdi.) çiftlerin nikahı kıyılmıştı.
Nikahtan sonra İstanbul’a tayin isteyip, Küçükyalı’da ilk evlerini tutmuşlardı. Atakan çifti gündüzleri aynı dairede mesailerini yaparken, Işık ta geceleri restoranlarda, gazinolarda sahne almaya, şarkılarını söyleyerek müzik yaşamına devam ediyordu.
İstanbul gecelerinde sesi boğazın kıyılarına doğru akıp gitmeye başlamışken, ek bir kazanç sağlamaya başlayınca malulen erken emeklilik hakkını da kullandı. Evini ve arabasını da alınca ( O yıllarda emekli olunca bunlar alınabiliyordu. Şimdi olsaydı belki sadece bir motosiklet alabilirdi!) müziğe artık tüm gününü harcamaya başlamıştı. Hanımı da kendisinden on yıl sonra 2002’de emekli olunca ‘Yelkenler fora, tam yol şarkılar’ dedi.
**
İstanbul’da site yöneticiliğini kendi yaptığı Maltepe’deki evinde yaşamaya devam ediyor. Yaş 62’ye gelince, sahne hayatına artık yeter diyerek jubile yapan Işık Atakan, son 7 yıldır sahnelerde yer almıyor ama sosyal platformlarda söylemeye devam ediyor. TSM ses yarışmalarında dereceler aldı. TRT denetiminden geçmiş bir sanatçı olarak radyo ve televizyonlarda müzik programları yaptı.
Bir ara fırsat bulup ‘’Geçmişten Günümüze Trabzon’da Müzik‘’ ismindeki kitabının yazarlığına imza atan Işık, fırsat buldukça bayramda seyranda! Memleketi Trabzon’u ailesiyle birlikte ziyarete geliyor ve hasret gidermeye devam ediyor.
İşte Trabzon’a bu gelişlerinden birinde, bu yaz yakalayıp kendisiyle bu söyleşimizi kaleme alıp ölümsüzleştireceğimiz bu satırlarda, tabi ki birçok anısından bir kaçının anlatmadan bırakmadık.
Yine bir gün Yenicuma Mahallesinde büyüdüğü ev de iken anne gibi sevdiği bir komşusu vardı. Işık devlet memuru olup ilk maaşını aldığında, annesi demiş ki: ’’Oğlum ilk maaşını aldı. Fırından ekmekler alıp tüm mahalleye kapı kapı dağıtayım ki bereketli olsun. ’’O anne gibi sevdiği komşusu bunu duyunca, Işık’ın annesine seslenerek: ‘’Gıııı… Aymelek, ben ekmek, mekmek istemiyrim. Işık’a söyle, kocamın hoşuna gider bana kırmızı don alsın.’’ Diyince, etrafta bunu duyanlar o an kahkahayı patlatmış. (Biz de gülüyoruz tabi)
O yılların dar sokaklı Trabzon’undaki komşuluk, böyle samimi, böyle içten ve hiçbir ard niyet düşünmeden, birbirine yakın dost, akraba gibi, paylaşımcı insanların yaşadığı mahalle kültürünün en güzel örnekleriydi.
Artık evinde, kendisine verilmiş başarı ve teşekkür plaketleriyle yaptığı köşesindeki masasından, kendi sosyal hesaplarındaki paylaşımlarından müzik kaydı yapıp, oradan eski günlerini bazen hüzünle, bazen sevinçle, bazen de duygu yoğunluğuyla yad ederek izleten Işık Atakan, şimdilerde de kitap olması için hayatını yazmaya başlamış. Behnan, Berfin, ve Işık Berhan adlı üç yetişkin evlat babası olan Işık’ın evli olan büyük kızı Behnan'dan, Beril ve Koralp adlı iki de torun sahibi.
Trabzon’dan İstanbul’a, her mecburi dönüşte gözü nemli olarak, hatıralarını geride bırakan Işık’ın, giderken mikrofonda kalan güzel sesi geliyordu. Arkasındaki sazların eşliğinde Trabzon’da sahne aldığı yerlerden, halen yerlerinde olan ya da olmayan tüm mekanların içerisinden, nağmelerle yankılanarak geliyordu derinden:
‘’Şimdiiiiiiii uzaaaklardasınnnnnn, gönülll hicccranlaa dooolduuu.
Hiç ayrılamaaammm deeeerkennn, kaaavuşmak hayallll ooolduuuu’’