IŞİD ya da İslam’ı İslam’la vurmak!
Küresel güçlerin stratejik beyinleri, soğuk savaş döneminin “ideolojik” mücadelesinin yerini kültürün aldığını ve küresel dünyadaki mücadelenin “medeniyetler arasında” süreceğini iddia etmişlerdi. Medeniyetler arası çatışmanın bir zorunluluk olduğunu ileri süren bu odaklar bir yandan buna hazırlanırken, diğer yandan da medeniyetler arası çatışmayı medeniyet içerisi çatışma haline getirmenin yolunu aramaya başlamışlardır.
Süreçte medeniyetler arası çatışmanın maliyetinin ağırlığı Afganistan ve Irak operasyonlarıyla ortaya çıkmıştır.
Samuel Huntington’un aksine Bernarde Lewis, yaşanacakları önceden itiraf eder gibi genel manada “medeniyetler çatışması değil, asıl medeniyet içi çatışmalar yaşanacak, İslam kendi içinde çatışacaktır” iddiasını ortaya atmıştır.
Sonuçta bölgede medeniyetler arası çatışma, Arap Baharı olarak süreçte medeniyet içi çatışmaya dönüştürülmüştür. Küresel mihraklar medeniyet içi çatışmayı tahrik için, sivil itaatsizlik gösterileri, etnik ve mezhep farklılıkları tahrik ettiler.
Lewis, işi daha da ileri götürerek ‘ kuralsız şiddet’ olarak nitelendirdiği terörün bölgenin arızi değil, “yapısal” bir parçası olduğunu iddia etmiştir. Çatışmanın “İslam Medeniyeti içinde” olduğuna vurgu yaparak, tek yolun bu “yapı”nın değiştirilmesi olduğunu ileri sürmüştür.
Başta Büyük Orta Doğu Projesi olmak üzere Arap Baharı ve IŞİD olgusu tamamen bu küresel projelerin yan ürünüdür. Bu projelerin amacı da ‘küresel sistemin ozon deliği’olarak nitelenen İslam jeopolitiğini küresel sisteme ve ihtiyaçlarına eklemlemek olarak belirmiştir.
Yaşanan bu süreçte Putin’in danışmanı Aleksandr Gelyeviç Dugin, “İslam’a karşı İslam” adlı bir de makale yayınlamıştı. Dugin makalesinde, NATO’nun varlığını İslami tehdidin varlığıyla açıkladığını belirterek, Batı ile Rusya’nın siyasal ve stratejik ilişkilerini belirleyen etmenlerin başında İslami tehdidinin geldiğini yazmıştır.
Dugin, Yeni Dünya Düzeninin mimarlarının, “tek kaynaklı bir İslami köktenciliğin varlığı ve onun saldırgan gücü”nden söz etmektedirler, diyerek “İslam dünyasının tek kaynaklı olmaktan uzak olduğunu, içinde dinsel, tarihsel, kültürel akımlar yönünden ve gelişme biçimleri açısından farklılıklara” özellikle dikkati çekmiştir.
Türkiye dahil bütün İslam coğrafyası küresel güçler tarafından medeniyet içi çatışmanın laboratuvarı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Arap dünyasında meydana gelen ayaklanmaların bu süreçle yakından ilişkisi vardır.
IŞİD, İslam coğrafyasının Batılı güçler tarafından yeniden dizayn etme stratejisinin aracıdır. Bu örgütün barbarlığı ve vahşiliği küresel güçlerin bölgeye müdahalelerine zemin hazırlamıştır. İslam’ı terörle özdeşleştirenler bunu IŞİD özelinde somut olarak ortaya koymuş bulunmaktadır.
IŞİD’in gerçekleştirdiği zalim, vahşi, barbar ve insanlık dışı görüntülerle İslam’ı bir arada konuşmak İslam’a yapılan en büyük kötülüktür. Bu yönü itibarıyla IŞİD, en büyük darbeyi, İslam Dininin dünyadaki imajına vurmaktadır. IŞİD’in cinayet erbabı tam da bu amaca hizmet ediyor.
IŞİD’e göre selefiler dışında ‘Müslümanım’ diyen herkes gerçekte dinden çıkmış (mürted) kişilerdir ve katli vaciptir!
IŞİD bir diğer yönüyle de Şii İslam’a karşı geliştirilmiş Sünni selefi İslam stratejisidir. IŞİD gerçekte ABD/İsrail ikilisinin İran’ın önderliğindeki Şii İslam’ı bloke etmek ve bölgeyi istikrarsızlaştırmaya hizmet etmektedir. IŞİD’in bütün vahşi eylemlerini Müslümanlara karşı gerçekleştirmesi bu stratejinin gereğidir.
ABD’nin IŞİD’e yönelik olarak gerçekleştirdiği hava hareketinin çelişki gibi değerlendirenler çıkacaktır. Halbuki öyle değildir. ABD, büyütüp, besleyip, teçhiz ettiği bir çok terör örgütünü terbiye ve sınırlarını göstermek için bu tür operasyonlar dünyanın her yerinde gerçekleştirmektedir.
Amerika IŞİD’e karşı; vuran ama ezmeyen, örseleyen ama öldürmeyen bir strateji izlemektedir. ABD IŞİD’e haddini aşmamayı ikaz ediyor. ABD bölgede kurmayı düşündüğü İsrail odaklı düzenin oluşmasına IŞİD’in katkı sağlamasını istiyor. IŞİD de bunun gereğini yerine getiriyor!