IŞİD, iç çatışma ve “Sünni Devrimi”
Bundan tam bir yıl, bir ay önce Reyhanlı’daki terörist saldırı üzerine, şu tespitte bulunmuştuk: “Bölgedeki çatışmaların Türkiye’ye yansımaması mümkün değildir. Suriye’de yüz bine yakın Müslüman’ın öldüğü hatırlanır, yüz binlerce mültecinin Türkiye’ye sığındığı hesaba katılırsa bölgedeki istikrarsızlıktan Türkiye’nin muaf olması düşünülemez.
Bernard Lewis’in, bölgede ‘medeniyetler arası çatışma değil, medeniyet içi çatışmalar yaşanacak, İslam kendi içinde çatışacaktır’ diye bir iddiası vardır. Aleksandr Dugin ise bunu ‘İslam’a karşı İslam’ın çatışması olarak nitelemişti. Bugün bölgede yaşanan ‘Şii-Sünni’ çatışması, malum stratejilerin ürünüdür. Suriye İslam’a karşı İslam stratejisinin uygulandığı bir laboratuvardır.”
Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta Doğu bölgesi, küresel güç mahfilleri tarafından “küreselleşmenin ozon deliği” olarak görülmektedir. Küresel odaklara göre bölgeyi, ‘istikrara kavuşturmanın’ meşhur deyimle ‘küresel sisteme eklemlemenin’yolu, İslam’ın iç çelişkilerini (mezhep, etnisite, radikal ve ılımlı İslam araçlarını) kullanmaktan geçmektedir. Bunun için de bir arada, barış içinde yaşayan “Şii-Sünni”, “Arap-Kürt” ya da “Türk-Kürt” birlikteliğini bozmak gerekir.
Çelişkiler yoluyla zayıflatılan ve denklemden (güçten) düşürülen ülkeler, üzerinde her türlü tasarruf yapılmaya uygun hale gelir. Böylece ‘yapısal olarak teröre uygun bir alan’, demokrasiye, liberalizme, modernizme ve serbest piyasa ekonomisine uygun hale gelir.
Büyük resim ve amaç budur. Ancak olgu yalnız bundan ibaret de değildir. IŞİD’in başarısını küresel hesapların yanında, toplumsal yapı, siyasi tutum, askeri durum ve biriken Sünni öfkesi üretmiştir.
IŞİD’in birden bire ortaya çıktığı, sahip olduğu güçle milyonluk kentleri ve büyük bir araziyi bir hamlede denetim altına aldığı yolundaki anlayış doğru değildir.
IŞİD’in zaferinin arkasında eski Baasçıların maddi, lojistik, istihbari, askeri destekleri vardır. Saddam rejiminin tüm askeri teçhizatı ve depoları da IŞİD’in elindedir. IŞİD’in lider kadrosunun yarısı Saddam rejimi kurmaylarından oluşmaktadır.
Irak’taki Maliki rejimi, adeta halkın IŞİD’in yanında yer alması için elinden geleni yapmıştır. Nitekim Dünya Müslüman Alimler Birliği, IŞİD’in yaptıklarını “Sünni Devrim” olarak nitelendirmektedir. Ona göre; “Irak’ta yaşanan olaylar, zulüm, yolsuzluk ve kısıtlama politikasının ürünüdür”... Irak’ta “Ordunun, polisin çöküşü boşluktan kaynaklanmadı. Musul’un düşmesi, halk devrimi sonucu gerçekleşen bir olaydan başka bir şey ile açıklanamaz. Gücü ne olursa olsun bir örgüt 4 milyon nüfuslu bir kenti ele geçiremez... Eğer Sünni halka yönelik kötü uygulamalar, adil, olgun ve mezhepçilikten uzak bir siyasetle tedavi edilseydi bunlar yaşanmayabilirdi.”
Irak gerçeğine daha yakından bakmak gerekir: Irak, kâğıt üzerinde ulus-devlet gibi görünüyorsa da aslında bir aşiretler, mezhepler ve çıkarlar koalisyonudur. Saddam’ın petrol, askeri gücü ve otoriter yönetimi, halkın ses çıkarmasına izin vermiyordu.
Saddam’ın Baas rejimi ise Şii çoğunluğa karşı Sünni hâkimiyeti temsil ediyordu. ABD işgali Saddam rejimini çökerttikten sonra Saddam’ın yerine adeta onun Şii kopyası olan Maliki’yi koydu. Saddam, Şii çoğunluğu Sünni azınlıkla, Maliki de Sünni azınlığı Şii çoğunlukla ezdi.
Maliki döneminde Sünniler için Irak’ta sürdürülebilir bir yaşam kalmamıştır. Saddam döneminde Şii halkın çektiği sıkıntıların bedeli Sünni halka ödetilmiştir. Siyasi temsil bağlamında Sünniler yönetimden dışlanmıştır. Maliki dönemi Sünniler için zulüm dönemi olmuştur. Bu durum, hiçbir zaman tam bir entegrasyon gerçekleştirememiş olan Irak halkını “Şii-Sünni” temelli olarak bölmüştür.
Saddam’ın dağıtılmış ordusunun eski kalıntıları, ezilmiş Baasçı unsurlar, onuruyla oynanmış Sünni aşiretler ülkenin her yanında sinmiş X gününü bekliyordu. İşte IŞİD ile bu fırsat yakalanmış, Saddam’ın ruhu da bu anlamda Irak’a geri dönmüştür.