"İradeye saygı"

O kocaman, görkemli, büyülü, boyumuzdan büyük isimlerimizin tavırlarımızın önünde seyrettiği ve ne yazık ki iyi-kötü çoğu kez tavırlarımızı hükümsüzleştirdiği şu günlerde;

"Şahsiyetçilik" yerini ışık hızıyla "şahsiciliğe" terk ederken, ilkeler üzerinden yazınca ayrı bir gezegenden bildiriyor durumuna düşüyoruz ya...

Buyurun size tam da mevcut medya düzenine uygun "şahsi" bir tarafgirlik gerekçesi;

Adam bir kere Sanat Tarihçisi!

Bir yerde "meslektaş" sayılırız yani... "Lonca"dan tut "ahiliğe" kadar giden bir "aidiyet" oluşturma zemini yaratabilir insan -zorlarsa-...

Ve fakat, Suat Başaran'ı içinde "MHP" yahut "Ülkücü Hareket" geçen bir konu başlığının altında anmak, anlatmak, anlattıklarını aktarmak için "zorlama"ya gerek olmadığından, kalem bugün alabildiğine rahat.

Son tahlilde, MHP'nin "savruluşu(!)" karşısında konuşması gereken biri varsa, buna "hakkı" olanlardan biri de Suat Başaran. Az iş değil; 12 Eylül darbesinden sonra "ocak"ın yeniden tütmesini sağlayan ekibin başıydı. "Bizim Ocak"ı çıkardı. Peşinden Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yaptı.

Öte yandan...

MHP'nin, bugün, her gece bir başka televizyon kanalında, iktidar yandaşlarınınkiler dahil gazete köşelerinde, siyasi rakiplerinin ağzına sakız olacak halde bir "konuşulacak durumu" varsa; bunun vebalini taşıyanlardan biri de Suat Başaran.

Hem Avrupa'da Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu'nda hem de MHP'de birçok görev aldı

Hem hesap sormak, hem de hesap vermek konumunda.

Bundan olmalı "sürece dair basın toplantısı" yapacağını duyduğumda hayli merak ettim ne anlatacağını.

***

Mariot Otel'de düzenlediği basın toplantısında Başaran yalnız değildi; yanında Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmış dört isim daha vardı:

Azmi Karamahmutoğlu, Hakan Ünser, Harun Öztürk ve Servet Avcı.

Önünde konuştukları fonda "İradeye Saygı" yazılıydı. Özetle de bu zaten bütün itirazlarının kaynağı:

- MHP Genel Merkezi, MHP tüzüğünün verdiği demokratik ve meşru bir hakkı kullanan MHP delegesinin iradesine saygı duymalı...

Çünkü... Her şeyden önce;

- Kendi kurultayını yapamayan, kendi delegesinin tüzükten doğan haklarını gayrimeşru ilan eden bir anlayış, ülkedeki hukuk tanımazlığı ve keyfiliği eleştiremez...

Ve işte tam da bu nedenle;

- Sadece bu kurultayın toplanması ve bu "hak"ka saygı duyulması da yetmez; MHP Genel Merkez Yönetimi bu kurultaydan çıkacak sonucu da tanımalı.

Bu manada "gayretinin, öncelikle, mümkün olduğunca çok delegenin değişim talebine destek vermesini sağlamak yönünde olacağını" açıkladı Başaran.

Peki aylardır devam eden il gezileri, hem delegeyle, hem hareketin "aksakal" tabir edilen "büyükleri", "kanaat önderleri"yle görüşmeleri sadece bu tavrı olgunlaştırmak amaçlı mıydı?

Peki ya hemen her kongrede en az bir kere anılan "adaylığı"; bu sefer olacak mıydı?

"Ülkücü iradenin üzerime yükleyeceği her görev gibi genel başkan adaylığı da benim için mukaddes bir vazife olacaktır" dedi.

"Muallak" bulan gazetecilerin soruları üzerine yaptığı tercüme "Tüzük kurultayından sonra aday olma ihtimalinin bulunduğu" şeklindeydi.

Nitekim, "Ülkücü Hareket"in bu sürece dahil olan herkesin "ömrünün en şerefli sayfası olduğunu, öyle olması gerektiğini" , "üslupsuzluk ve ölçüsüzlüğün yarınlarda bir arada omuz omuza yürümek durumunda olan ülküdaşlar arasında yeni kırılmalara yol açacak tarzda olduğunu", "hiçbir ülkücünün rencide edilmemesi, küçük düşürülmemesi, birbirleriyle çatıştırılmaması" gerektiğini ve içinden geçilen dönemin "kritik" olduğunu "hafife almayı, zamana yaymayı, itiraz edenleri yaftalamayı" kaldırmayacağını, en nihayetinde "kişilere dönük suçlamalarda bulunanların, onları kimseye nasip olmayacak görevlere getirenler olması" gibi bir çelişkinin varlığını mümkün olan en "nezaketli" ifadelerle izah edip, en kısa şekliyle "yapmayın" diye özetleyebileceğim bir uyarıda bulundu Başaran.

Şu misali aktarmadan olmaz:

"Başbuğ'u biz seçmedik, o bizi seçmişti. Ama ondan sonra Genel Başkanı biz seçtik. Ve şimdi kendi seçtiğimiz Genel Başkanı demokratik yolla gönderebilmeyi başararak Türkiye'ye de bir mesaj verebiliriz. İncinmeden, incitmeden gitmeyi/göndermeyi öğrenmek zorundayız. Sırf buna bile değer..."

***

Buraya kadar olan kısmı birinci derecede "parti içi dengeler"le ilgili. Benim Başaran'ın "genel duruma" ilişkin en önemsediğim, altını çizdiğim cümlesi:

"Ölçüsü kaybolmuş bir mücadelenin sonunda kazanan olmayacaktır!

Yazarın Diğer Yazıları