İntizamsızlık mahşeri...
Felsefî ve fikrî derinliğin hayat bulamadığı, felsefesiz, fikirsiz, romansız, tiyatrosuz, musikisiz, muhalefetsiz bir çürümenin içinde, idrâkimizin pencerelerinin kapandığı, içine ışık sızmadığı bir ülkede nemli bir kâğıt tomarı gibi küf kokuyor demlerimiz. İçinde yaşadığımız felâketleri yokluğa fırlatamıyoruz.
Kalbimizi ve kafamızı ve dahi ruhumuzu; insanî tarafları tamamen unutulmuş iktisadın acımasız kaanunlarına ve iktidar denilen şehvetli ihtiraslara peşkeş çekiyoruz.
Sanki hâlimizden bir ân bile hoşnûd olmamıza izin vermeyecek kadar yoğun seyreden hâl-i pür melâlimize yeterince korkunç bir ad takamıyorum açıkçası.
Sanatsız, kalite kaygısından uzak, en fazla elli yıl öncesinin bir kaç kelimesine bile tahammülü olmayan zavallı nesiller, kısır bir hamâsete hapsedilmiş milliyetçilik, ağızlara pelesenk edilen ve arkasına aslında saydamlıktan nefret eden seçkinlerin saklandığı liberalizm aldatmacaları ve nihâyet filâs etmiş bir İslâmcılık.
Aristokrasisini yitirmiş, ulemâsını tasfiye etmiş, üstelik milletin geçen yüzyıllarda kendi kendine geliştirdiği soyluluk tarzlarına ve geleneklerine sırt çevirmiş, 'Demokrat Parti'nin, "Her mahalleye bir milyoner" ve 'Anavatan Partisi'nin "Benim memurum işini bilir", AKP'nin "müslüman herşeyin en iyisine lâyıktır" popülizmiyle tahrik ve tecviz edilen sınıf değiştirme gayretleri ve ortalığı kaplayan seviyesizlikler, yerden bitercesine türeyen, görgüden kıt ama paradan yana zengin orta sınıf şaşkınları.
Dinin yalnızca ibâdetten ibâret olmayıp, aynı zamanda bir ahlâki bütün olduğunu görmezden gelen ve hâlâ yerleşik bir düzene uyum sağlayamayan göçebelik-köylülük; çirkin minâreler, nisbetsiz kubbeler, gecekondular için mantar gibi çoğalan câmi yaptırma dernekleri, dağıtmaktan çok toplamağa alışan vakıflar, şirâzesi kaymış tarikatler.
Hiçbir başarısızlık, hiçbir gaf ve hiçbir skandalın ardından gerçekleşmiş tek bir istifayı tarihine kaydedememiş bir liyakat fecaati.
Siyâset alanı tek sesli Türk Halk Müziği Korosu gibi.
Haddızâtında fikir ve dahi siyâset, insanca varoluşumuzun pek tabiî bir tezahürü. Düşünüyorum ki insan bir topluluk dahilinde ve bir toprak üzerinde durduğunu fehmettikce, siyasî tavır-alışların zincirini tahrik etmektedir. Kendi derûnu âdeta toplumun ve toprağın nabzı mesâbesindedir ve topluluğa iştirâki nisbetinde, toprağa taâlluku nisbetinde; haydi gelin bu serencâmı kısaltıp 'toplanmak' diyelim.. toplandıkca kendi tek oluşunu kavrayabilmektedir. Lâkin bu memleket külliyen bir istisnâ teşkil etmektedir; yani, en rakik duyuşlardan, hissedişlerden, en kaba ve kesif sosyal teorilere kadar hiçbir kalb-i salimin ve hiçbir akl-ı selîmin ihâta edemeyeceği bir 'İntizamsızlık mahşeri'.
Olmadı, olmuyor ve'l-hâsıl...
Sakîl.. sakîm.. kavruk kalıyor herşey...