İntercontinental’den kalabalığa ateş açılmıştı

İntercontinental’den kalabalığa ateş açılmıştı

İntercontinental’den kalabalığa ateş açılmıştı

Olayın düğüm noktalarından biri de Intercontinental Oteli idi. Bu otelde olup bitenlerin önemi buradan da ateş açılmış olmasından ve daha önce de belirttiğim gibi o sabah Amerikalı bir gurubun sahte kimliklerle otele gelmesinden ama olaydan hemen sonra Türkiye’den ayrılmış olmasından kaynaklanıyor. Oysa, otelde çok önceden güvenlik önlemleri alınmış, o gün hiç kimsenin yeni müşteri olarak kabul edilmemesi otel yöneticilerine bildirilmiş, eski müşterilerin kalmakta olduğu katlar dışındaki yerler kapatılmıştı. Üstelik otelin alana bakan bazı odaları asker ve sivil güvenlik makamlarına ayrılmıştı. Otelin personel müdürü Timuçin Alganer’in anlatımına göre; 2. katta 215 ve 216 No.lu odalarda gazeteciler ve yine 2. katta 213 ve 7. katta 713 No.lu odalarda güvenlik görevlileri bulunuyordu. Otelin başdedektifi Kudret İnal’ın belirttiğine göre de, 510 No.lu odada MİT elemanları vardı.
Görgü ve tespit varakası...
Öte yandan, 2 Mayıs 1977 tarihini ve Adli Komiser Muavini Ali Okumuş, polis memuru Salim Yılmaz ve otel personelinden Erdem Orhun’un imzalarını taşıyan  “Görgü Ve Tespit Varakası”nı incelediğimizde ise, bunda,  “Beşinci katta 512 No.lu odada, altıncı katta 613. No.lu odanın pencerelerinde kurşun deliği bulunduğu”nun yazılı olduğunu görürüz. Savcı Cenkdağ’ın bu konudaki değerlendirmesi şöyle:  “Bu katlarda camlarda delikler bulundu. Dışarıdan ateş edildiği gibi o demektir ki buradan da oraya ateş edilmiş. Durup dururken o meydandakiler niye o binaya ateş ediyorlar?”  olayı izleyen Hürriyet muhabiri Necmi Onur’un 9 Mayıs 1977 günlü anlatımı bu değerlendirmeyi doğruluyor:  “Silah sesleri seyrekleştikten sonra tekrar meydana doğru gelen kalabalık otele doğru yumruk sallayıp sopa attılar, bu arada birkaç el otele ateş edildi”. Kemal Türkler’in konuştuğu kürsünün hemen yanında olan DİSK avukatlarından Rasim Öz de  “Intercontinental Oteli’nden doğrudan doğruya kürsü hedef alınarak ateş ediliyordu” demektedir.
Necati Doğru’nun anlattıkları
Demek ki otelden de kalabalığa ateş açılmıştı ama kimler tarafından? O tarihte Günaydın gazetesi’nde çalışan Necati Doğru’nun olaylar patlak vermeden hemen öncesine ilişkin söyledikleri bu sorunun yanıtı olabilir miydi? Doğru’nun anlatımı şöyleydi:
 “Benim Pentax makinem vardı. İyi bir fotoğraf alabilmek için Intercontinental Oteli’nin üst katına çıkarak iyi bir kare yakalayabileceğimi düşündüm ve beşinci katına çıktım. Ve orada bir odanın kapısını açtım ki eğer oda boşsa onun penceresinden, ön odaların penceresinden meydanı çekeyim diye .... Kapıyı açar açmaz çok asık suratlı, mütecaviz insanlar beni ’ne işin var senin’der gibi itelediler ve kendimi o koridorun duvarına yapışmış buldum. O kadar hızlı ittiler ki kapı yüzüme kapandı. O anda gördüm ki uzun namlulu silaha benzer, teleobjektife benzer bir takım âletler vardı o insanların elinde.”
Doğru, ayrıca, orada bulunan garsonlara bu adamların kim olduğunu sorduğunda  “onlar polis” yanıtını aldığını belirtiyor. Otele alınmamaları gerektiği halde, sahte kimliklerle giren Amerikalılar’ın halkın üzerine ateş açıp açmadıkları hakkında belirleyici bir anlatım bulunmuyor. Bu konu, hiç araştırılıp soruşturulmamış. Buna karşılık, gazeteci Şükran Soner’in anlattıkları otelde görevli polisler açısından gelişmelere ışık tutacak nitelikte: “Silahlar yüksekten atılıyordu, asfalta saplanıyordu mermiler. Ve geliş yönüne de bakarak ağırlıkla mermilerin Sular İdaresi tarafından, yukarıdan ama otelin oradan... Bir süre sonra otelin önü hafiflediğinde, boşaldığında kalabalık, hemen otele koştum. İçeri girdim. Bütün girenleri arka kapıdan çıkarıyorlardı. Bana da öyle bir işlem yapılmak istedi. Direttim, gazeteciyim, kalacağım, izleyeceğim diye. Üst rufa çıktım, yine aynı şekilde orada da kavga oldu ama elinde uzun menzilli silahla camın kenarında duran, belli ki sivil bir görevli beni tanıdı. ’İzin verin’dedi, ’gazeteci kalsın, tanıyorum’dedi. Ve kaldım. Oradan yakından gözleyebildim meydanda ne olup bitiyor diye. O, kendisi dahil bana izin veren kişi de zaten aşağıda da polisler, arkamı döndüğüm polisler hep sürekli insanları hedef alarak değil ama panikle kürsüye doğru kaçmakta olan, sığınmaya çalışan, orada çok sıkışmış olan kalabalığa ayağının dibine ateş ediyorlardı. Gerekçeleri de dağılmayı hızlandırmaktı. Öyle bir panik oldu. Onlar devam ettiler o atışa.”
Şimdi bir de İddianame’nin 39.sayfasında yer alan şu satırları okuyalım:
 “171 sayılı Yasa’ya göre görevlendirilen hükümet komiseri, yetkisinde olmasına rağmen, çıkması muhtemel olayları ve bunların sanıklarını belirleyecek film ve fotoğrafçıları, münasip yerlerde görevlendirmesi doğal iken, bu hususun yerine getirilmediği görülmektedir.”

Polis memuru Nazmi Arı’nın ölümü
Olay sırasında ölenlerden biri de o zaman var olan Toplum Polisi’nde görevli Nazmi Arı idi. Arı, otelden ve Sular İdaresi üzerinden açılan ateş üzerine arkadaşları ile birlikte toplu halde otele sığınmak amacıyla koşarken vurulmuştu. Mermi başının yan tarafından gelmişti ve yapılan incelemeye göre de çok yakın bir atıştı. Ne var ki, bu duruma karşın, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcılarının Arı’nın ölümü üzerinde ayrıca durmak gereğini duymadıkları anlaşılıyor. Oysa, eğer bu polis memuruyla birlikte otele doğru arkadaşı polis memurları ile birlikte kaçarken merminin geldiği tarafta hangi memurların bulunduğu saptanmış olsaydı, ki bunu saptamak o gün için çok kolaydı, ve onların silahları incelenseydi büyük bir olasılıkla, panik halinde kaçan bu memurların üzerlerine açılan ateş tarafına doğru kendileri de ateş ettiklerinde içlerinden birinin fark etmeden yanlışlıkla arkadaşını vurduğu anlaşılabilecekti. Aksini düşünmek için bu polislerin arasında polis olmayan başka birinin de olduğunu ve onun Nazmi Arı’yı yakın mesafeden ateş ederek öldürdüğünü kabul etmek gerekir!...

Polis telsiz konuşmasının ortaya koyduğu gerçek
Ürkmüş, korkmuş, paniğe kapılmış yüz binlerce kişinin üzerine dağılmalarını sağlamak amacıyla ateş etmek acaba hangi akla sığar? Bir de buna panzerlerin halkın üzerine, anlaşılan aynı amaçla(!) sürüldüğünü ekleyin!...
Dava dosyasındaki delilleri incelediğimde, daha sonra kendileriyle görüştüğüm tanıklardan edindiğim bilgilere ve Barış Yetkin’in hazırladığı adı geçen belgeselinde ilgili kişilerin de belirttiklerine göre, bu konuda benim ulaştığım sonuç şudur: Genel olarak bakarsak olayda alt düzey emniyet görevlilerinin ciddi bir katkısı olduğunu söylemek güçtür. O kadar ki polis memurlarından da ölen ve yaralananlar vardır. Bununla birlikte bu polislerin arasında bu polis kitlesiyle uyum içinde olmayan, önceden angaje edilmiş kişilerin bulunduğu da bir gerçektir.
Bir başka gerçek de, o gün görevli kimi polis amirlerinin paniğin çıkmasına değilse de, büyümesine ve bu nedenle de ölümlere ve yaralanmalara neden olduklarıdır. Örneğin, şu polis telsiz konuşması bunu durumun çok açık bir kanıtıdır:
 “-430. 20 numaralı müdürüme.
-Dinliyorum.
-Müdürüm Tarlabaşı’nda Behzat Bey başkomiserimin birliği toplu halde buraya... guruplar var... caddede panzerle dağıtmaya çalışıyor.
-42. Kardeşim neyi dağıtmaya çalışıyorsunuz?
-Taksimden dağılan... toplanıyorlar silahlı atış yap.
-Merkez 136, panzer Taksim’deki topluluğun üzerine gitsin ateş ediyorlar arkadaşlarımıza topluluğa.
-20 numara.
-20.
-120 numara.
-147 430 sağ sol yaparak git gaz bombası at kardeşim.”
Bu uygulamanın tanıklarından olan Coşkun Aral’ın, Barış Yetkin’e anlattıkları ise şöyle:
“Panzerlerin yanlarından zırhlı kapaklar açılıp içinden, hiç unutmam, çok yakından gördüğümü söyleyebilirim, makineli tüfeklerin namlularını görüyordum, gelişigüzel atış yapıyordu. Birkaç kişinin vurulduğuna tanık oldum. Bir kadının tam Taksim’de şu anda tramvay geçişi olduğu yerde üzerinden panzerin geçişini görüntüledim.”
Polis panzeri tarafından ezilerek yaşamını yitiren o kadının adı Meral Özkol’du.