İnsanlığın ağrıyan vicdanı!
Üç buçuk yaşındaki yeğeninin yüzünü kezzap atarak gözünün kör olmasına neden olan adamlardan ya da çocuklarının anasını, çocuklarının gözü önünde bıçaklayarak katleden vahşi yaratıklardan haber programları geçilmez oldu. Cinayet, ilk insanın var oluşuyla başlar. Ancak öldürmenin dehşeti, vahşeti ve sınırsızlığı günümüzde bütün ölçüleri aşmış durumdadır.
Diğer yandan suç oranlarında ve niteliğinde büyük bir değişim oluşmuştur. Yargıtay'daki ekonomik suçlar dörde katlanmış. Önceki yıllarda 15-20 bin olan elektrik ve su hırsızlığı dosyaları 100 binleri aşmış. 25-30 bin civarındaki karşılıksız çek suçları 45-50 bini geçmiştir. Halen Yargıtay'da karar bekleyen 60 bin hırsızlık ve gasp, 20 bini aşkın sahtecilik dosyasından söz ediliyor.
Dahası, insan canına kıymanın bu kadar ucuzladığı bir dönemi belki de insanlık tarihi ilk kez yaşıyor. İki kişiyi öldürüp, iki kişiyi de ağır yaralayan adam "Çok ses çıkarıyorlardı. Uyardım, tepki gösterince vurdum. Oldu bir kere" diyor. Bir başkası "çık dedim, çıkmadı ben de öldürdüm" diyor. Cinayet sıradanlaştı.
Sebepsiz katillik, anne, evlat ya da eş cinayetlerinde ciddi bir artış yaşanıyor. Bu durum gerçekte toplumsal psikolojinin yapısal bozukluğunu göstermektedir.
Bu trajik vakalar günümüz insanının artan bir ivmeyle önce kendisine sonra da insanlığa yabancılaştığını göstermektedir. Yaşananlar gerçekte doğal, ekonomik ve siyasal düzenin yabancılaşmasının insan üzerindeki iz düşümüdür.
Bu durum aynı zamanda günümüz insanının akıl ile gönül arasındaki bağının ne kadar pamuk ipliğiyle birbirine bağlı olduğunu da göstermektedir. Bu ciddi bir travmadır. İnsan eylemlerini denetleyen akıl ve vicdanın çok kolay bir biçimde devreden çıkabilmesi insanlık için en büyük tehdittir.
Maddi alandaki her gelişmenin öznel alandaki bir erdemi eksiltmesi bu duruma neden olmuştur. İnsanlar arasındaki ilişkiler, giderek daha çok paranın parayla, cıvatanın başka bir cıvatayla, eşyanın bir başka eşyayla ilişkisiyle karıştırılır olmuştur. Buna "şeyleşme" diyenler de vardır.
Yoksullukla boğaz boğaza mücadele verilen bir dünyada şu haber "şeyleşme"nin ve vicdanın materyalistleşme boyutunu göstermesi bakımından ilginçtir. Haber şöyle; "Çok zengindi. Hatta o kadar çok zengindi ki bundan iki ay önce som altından tuvalet yaptırdı. Ancak "Altın tuvaletli iş adamı" aniden fenalaşarak öldü." Bu zat, yaptırdığı altın tuvaletinin değil ama insanlığın içini fena halde kirleterek şeyleşip gitmiştir.
Bu bağlamda var oluşun bir çeşit yabancılaşma olduğu söylenebilir. Ancak günümüz insanını çepeçevre kuşatan şartlar onun kendisini daha çok cinayete, intihara açık hale getirmiştir. Bu duruma tümüyle insan elinden çıkma bir mekânda, sanal dünyasına kapanan insanın manevi ve moral değerlerden uzaklaşması neden olmuştur.
Sonuçta olgular duygusuz, sevgisiz, acımasız, insafsız ve vahşi bir insan türünü ortaya çıkartmıştır. Bu, annesinin yoksullar evinde öldüğü kendisine söylendiğinde bunu, "iyi, patrondan beş gün izin istemek için iyi bir gerekçe" olarak değerlendiren insandır.
Güdü ve dürtülerinin emrindeki yabancılaşmış insan, sebepsiz yere cinayet işleyebilmektedir. Canice doğradığı masum insanları parçalara ayırarak her bir parçayı bir başka mekana atabilmektedir.
Materyalist ilişkiler insanlığı ciddi bir biçimde rayından çıkarmıştır. Kitle iletişim araçları zevk pazarlayan makinelere dönüşmüştür. Güç insanlığın ölçüsü haline gelmiş, manevi ve insani değerler ise aşağılanır haldedir.
İnsan, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar insanlığını kaybetmiştir. Ahlakın medeniyeti değil, paranın medeniyeti çağa damgasını vurmuştur. Günümüz insanının ciddi bir rehabilitasyona ihtiyacı vardır.
Hapishanelerin sayısı artırılarak, cezalar ağırlaştırılarak, emniyet güçlendirilerek insanlığın güvenliğinin sağlanamayacağı artık anlaşılmalıdır. İnsanlığın vicdanı ağrımaktadır. Tedaviye oradan başlamak gerekir.