İnsan hedefleriyle yaşar

İnsan hedefleriyle yaşar

İlk kez karşılaştığınız çok az insanla hemen kaynaşabilirsiniz ancak. Hesapsız, düzgün, dürüst, temiz, içten, vicdanı olan birisiyle karşı karşıya olduğunuzu anlarsınız. Kendinizi karşısında saklama gereği duymazsınız. İşte bu insanla arkadaşlık edilir, onunla yola çıkılır, çok şey paylaşılır dersiniz. Size güven verir... Onu uzun yıllar önce tanıdım ve iyi ki tanıdım diyebileceğim az sayı- da insandan biri oldu bu sinemacı dostum. İlkeli, işini seven, dostlarına saygıda kusur etmeyen, cömert biri... Ve elbette ki bu güzel özellikleri olan her insan gibi hayattan, dostlardan, dost olmayanlardan yemesi gereken kazığı da yemiştir. Birkaç kez, içi çok acıdığından depresyonun ilk evrelerinde gezinse de, tez elden çıkmayı bilmiştir çukurdan. Geçen günlerdeki son buluşmamızda, kısa bir girizgahın ardından “Hep iyi ol, ama kendini de çok iyi koru” dedik birbirimize bir kez daha. Hayatını istediği hale getirmişti. İşinde pek sıkıntısı kalmamış gibiydi ve iyi yol alıyordu. Son projesini anlattı heyecan içinde, yaklaşık bir on dakika. Kendi hayatından kesitler... Gözlerine baktım arada bir. Işıl ışıldı. Başarma azmiyle doluydu ve sabırla çalışacağı belliydi. Kendini artık keşfettiğini düşündüm... Bir ara dikkatle bakışlarını yüz hatlarımda gezdirdi. Durdu, yutkundu ve şöyle dedi: “Abi, inanıyorum ki, Azrail dikkatle izliyor bizim yaşımızdaki insanları. Belki 60 yaşını geçenleri diyelim. Onlarda bir ışık arıyor bence. Hayatın ışığı, heyecan, çalışma azmi, üretime yönelik birkaç adım diyelim... Bireyin toplum ve kendisi için yapmak istediği bir şey var mı? Yoksa yan gelip yatarak benim onu ziyareti mi bekliyor bu fani? Bunları izliyor bence... “İlginç” dedim şaşkınlıkla, “peki ya sonra?” “Sonra iki şey oluyor” dedi heyecanla, “eğer faninin hedefleri varsa, ona uzun yıllar bahşederek yanına uğramıyor. Şayet yan gelip yatıyorsa fani, bir ara uğrayıp götürüyor onu yanında... Tuhaf dedim içimden ve haklı olabilirsin anlamında başımı salladım. Vapur boğazın sularını yararken martılarla paylaşıyordum ikinci simidimi ve keyfim yerindeydi. Zira zor zamanlarına tanık olduğum dostum, sonuna kadar savaşmaya kararlıydı! Akıl başta olduğu ve el kalem tuttuğu sürece devam dedim içimden...

OKUYUNUZ

İran’ın çağdaş şairlerinden Furûğ Ferruhzâd, dördüncü kitabı olan “Bir Başka Doğuş” da, bir anlamda şiirde yeniden doğar... Furûğ’un bu eserindeki şiirlerde “gerçekler dünyası”na tünel açan bir kadın görüyoruz. Anlattığı “aşk” cinsel ve bedensel bir temeli ve kaynağı olan “aşk”tan tümüyle farklıdır. Mizah ve mistik yönü olan bu aşkta yaşamın kanı hızla akmaktadır. Şairin doğayı betimleyen ve güzellikleri öven şiirleri bizi yepyeni dünyalara götürüyor...

BEYEFENDİ

En çok kaçtığın şey

Tilki uykularının birinden daha ter ve sıkıntı içinde uyandı gecenin içinde. Bir süre oturdu yatakta ve şaşkın bakışları dolaştı odada. Uykusunun kaçıp gittiğini anladı çok geçmeden ve bir daha da saatler sonra ancak belki çıkıp gelebilirdi. Yorganı usulca yana kaydırdı üstünden. En iyisi dedi bir limonlu çay eşliğinde birkaç sayfa kitap okumak. Gözlerim yorulunca da uykum gelir. Düşündüklerini yaptı. Ama uykusu çıkıp gelmedi. Yerine karabasan gibi geçmişi çöktü üstüne. Caz iyi gelir belki diye düşünerek internetten buldu uzun bir parça. Başlarda iyiydi. İlgisini kaybetti sonra. Ve yine o kötü hayaller diye mırıldandı. Kaçtığım, kurtulmak istediğim o yürek sızıntıları. Ve asla düzeltemeyeceğim şeyler... Çocukluğum, ilk gençliğim, gençliğim, orta yaşlılığım ve daha dün... Niye bütün bir geçmişim kovalayıp durur beni, gece gündüz demeden? Niye ille de annemin memesini emmediğim zamanlara kadar gitmek zorundayım sabaha duran gecelerde? Hay Allah, acaba herkes benim gibi mi boğuşuyor geçmişiyle? Onlar da mı uyuyamıyor? Kalkıp ışıkları söndürdü. Görüş alanına düşen binlerce daireye göz gezdirdi pencereden. Sokak ışıkları dışında pek bir şey göremedi. Millet uyuyor birader diye çıkıştı kendine. Acaba dedi sonra, dertli insanlar ışıkları açmadan pansuman yapıyor olabilir mi yaralı vicdanlarına? Olabilir mi bu? Belki diye mırıldandı. Durdu. Dinledi kendini bir süre. Büyük acı veren bir yarayı tümden iyileştirmek, onu yok hükmünde saymak mümkün mü? Ürküttü onu kendi sorusu. Zira deneyimleri bunun mümkün olmadığını anlatıyordu. Işıkları açtı. Kocaman bir bardaktan ılık suyu yudumladı. Eli usulca gitti elektrik düğmesine sonra. Şehir ışıklarının loşluğunda koltuğa kıvrılırken, insan en çok kaçtığı şeyden asla kurtulamıyor, ne tuhaf diye mırıldandı ve kapattı gözlerini...

İNSANCA

Bazı fotoğraflar vardır ki, onları kendi başlarına bırakmak şarttır. Mekandan, zamandan, koşullardan, çevrenin etkilerinden, yaştan soyutlamak gerekir o kareleri... Onlara bakacak ve baktığımızı görmeye çalışacağız sadece. Ve sonra, insanı, dostluğu, dayanışma ruhunu ve kendi hayatlarımızı düşüneceğiz... Ve bir ufak soru soracağız kendimize: Böylesine bir dostluğu, dayanışmayı hak edebilmek için bir şeyler yapıyor muyuz, belimiz bükülmeden? Hepsi bu...