Nisan 2024'te Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak, İngiltere'nin tartışmalı göç önerilerini engellemesi halinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden ayrılmasına yeşil ışık yakacağını belirtti. Böylesi bir karar sadece Avrupa'da demokrasi ve insan haklarını denetleyen Avrupa Konseyi'nden çıkmak anlamına gelmeyeceği, zaman içerisinde idam cezasının yeniden getirilmesi de dahil olmak üzere diğer önemli adımların da önünü açabileceği için kargaşaya yol açtı. Bunun aynı zamanda Britanya'nın uluslararası ilişkileri üzerinde de derin etkileri olacağa benziyor.
Modern uluslararası ilişkilerdeki en önemli değişikliklerden biri insan haklarının gelişmesi olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Birleşmiş Milletler'in dönüm noktası niteliğindeki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni kabul etmesiyle birlikte çerçeve önemli ölçüde genişledi. Günümüzde 1979 Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, 1989 Çocuk Hakları Sözleşmesi ve 2006 Engelli Hakları Sözleşmesi gibi birçok uluslararası insan hakları sözleşmesi bulunuyor. Ayrıca bölgesel düzeyde sivil hakların ve insan haklarının geliştirilmesine yönelik adımlar da atılıyor. Bunlar arasında Afrika İnsan ve Halk Hakları Şartı, Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi, Asya İnsan Hakları Bildirgesi ve tabii ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmeleri özellikle anılmaya değer. Söz konusu sözleşmeler genellikle Afrika İnsan ve Halk Hakları Mahkemesi, Amerika Kıtası İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi ihlallerle ilgili davalara bakabilen yasal kurumlar tarafından destekleniyor.
Son yıllarda egemenliğe verilen desteğin artması ve dış mahkemeler tarafından getirilen sınırlamalardan duyulan hoşnutsuzluğun artmasıyla birlikte buna karşı bir tepki var. Pek çok devlet bunu giderek egemenliklerine yönelik kabul edilemez bir ihlal olarak görüyor. Bu durum Birleşik Krallık'ın Avrupa sözleşmesinden ayrılıp yerine yeni, ulusal bir çerçeve getirebileceği yönündeki önerileri de beraberinde getiriyor. Sunak’ın vereceği karar aynı zamanda Britanya'nın Avrupa Konseyi'nden ayrılmasına da yol açabilir.
Hikayemiz 1949'da 10 Avrupa ülkesinin Avrupa Konseyi'ni oluşturmak için bir araya gelmesiyle başlıyor. Bu, Batı Avrupa'da insan haklarını korumak, demokrasiyi geliştirmek ve hukukun üstünlüğünü teşvik etmek için tasarlanan bir birleşme idi. Konsey bir sonraki yıl, artık Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olarak bilinen İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'nin taslağını hazırladı. 18 maddeden oluşan bu taslak metin, yaşam hakkı, işkence ve zalimce cezaların yasaklanması, mahremiyet hakkı, ifade özgürlüğü hakkı ve ayrımcılığın yasaklanması gibi alanları kapsıyordu; bu liste daha sonra ilavelerle genişletildi. Ancak belki de en önemli atılım 1959'da konseyin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ni kurmasıyla gerçekleşti. Merkezi Fransa'nın Strasbourg kentinde bulunan kurum, bireylerden ve kuruluşlardan gelen şikayetleri dinleyerek sözleşmeyi uygulamak için kuruldu. Ayrıca eyaletler arasındaki davalara da bakabilme yetkisine sahip.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, o günden bu yana ülkesindeki yasal seçenekleri tüketenlerin son çaresi haline geldi. Para cezası ve telafi kararları verebilen mahkemenin kararları, üyeler açısından bağlayıcıdır ve sözleşmeye bağlı kalmayı üyeliğin resmi bir şartı haline getiren Avrupa Konseyi tarafından uygulanır. Bugün, sözleşme ve eklemeleri ulusal yasalara, Avrupa genelinde ölüm cezasının kaldırılması da dahil olmak üzere geniş kapsamlı değişiklikler getirmiştir.
Bu arada, Soğuk Savaş öncesinde ve sonrasında istikrarlı bir şekilde genişlemesi sayesinde şu anda 46 üyesi olan Avrupa Konseyi Mahkemesi şuana kadar 25.000 karara imza attı. Bunlar batıda İzlanda'dan doğuda Azerbaycan'a, kuzeyde Finlandiya'dan güneyde Kıbrıs ve Malta'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyadaki insanları kapsayan kararlardı.
Konseyin gözlemci üyeleri Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Kanada, Meksika, İsrail ve Vatikan’dan oluşuyor. Kosova ise yakın bir süre sonra konseyin yeni üyesi olmak üzere. Aslında şu anki durumda sadece iki Avrupa ülkesi konseye üye değil. Bunlar hiçbir zaman üye olmayan Belarus ve 2022'de Ukrayna'yı işgalinin ardından sınır dışı edilen Rusya.
Britanya şu anda konseyin dışındaki üç Avrupa ülkesinden biri olmanın eşiğinde mi?
Öncelikle, şu anda siyasi gündemde olmasına rağmen, Britanya'nın ayrılışıyla ilgili konuşmalar yeni değil; neredeyse 30 yıldır İngiliz siyasi hayatının tam merkezinde bulunuyor. İlk kez 1998 yılında İşçi Partisi hükümetinin Avrupa Sözleşmesi'ni yeni İnsan Hakları Yasası'na dahil etmesiyle gündeme geldi . Bu, Britanya'da insan haklarının korunmasını güçlendirmek için tasarlanmış olsa da, kısa sürede muhalefetteki muhafazakarlar için siyasi açıdan hassas bir konu haline geldi. Onlara göre bu hareket, tarihsel olarak medeni hakların ve insan haklarının geliştirilmesinde ön sıralarda yer alan ve 1215'teki Magna Carta'ya ve 1688 Haklar Bildirgesi'ne kadar uzanan bir ülkeye gereksiz bir yabancı tecavüzdü. Oradan, mevzuatın güvenlik üzerindeki etkilerine yönelik öfke giderek arttı. Bu durum, radikal Müslüman din adamlarının sınır dışı edilmesinin engellendiği düşünülen bir dizi olaydan kaynaklandı. Aynı zamanda İngiltere'nin Avrupa Birliği ile olan ilişkisine de kapıldı.
Avrupa Konseyi AB'den tamamen ayrı olsa da ikisi sıklıkla karıştırılıyor. Bilerek ya da bilmeyerek Britanya'nın AB'den ayrılması için kampanya yürütenler, Brexit'i meşrulaştırmak için sıklıkla AİHM kararlarına atıfta bulunma yolunu tutuyorlar. O zamandan bu yana, birçok Brexitçi için sözleşmeden vazgeçme çağrıları, Britanya meseleleri üzerindeki her türlü dış kontrolün kaldırılması yönündeki bir sonraki mantıksal adımı yansıtıyor. Ancak tüm bunlar tarihsel bağlamı sağlasa da doğrudan itici güç İngiliz hükümetinin artan göçle mücadele etme girişimleridir. Bu durum, sığınmacıları Ruanda'ya göndermeye yönelik oldukça tartışmalı bir planın ortaya çıkmasına yol açtı. Yüz milyonlarca sterline mal olmasına rağmen plan İngiliz mahkemelerinde ertelendiği için henüz Afrika'ya kimse gönderilmedi. Ancak hükümet bu sorunu çözmeye çalışırken, konunun AİHM'ye taşınabileceği yönündeki spekülasyonlar da arttı.
Nisan 2024'te İngiltere'nin Avrupa Mahkemesi'nin plana karşı kararını kabul edip etmeyeceği sorulduğunda tüm bunlar doruğa ulaştı. Başbakan Sunak, planın işe yaraması için gerekirse konvansiyondan ayrılmaya hazır olduklarını duyurdu. Bu durum, sözleşmeden ayrılmaya yönelik herhangi bir hareketin geniş kapsamlı ve son derece zarar verici sonuçlar doğuracağı konusunda ısrar eden birçok siyasi, hukuki ve akademik şahsiyetin öfkeli tepkilerine yol açtı.
Her şeyden önce, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi üyeliğinin İngiliz vatandaşları için hayati önem taşıyan ekstra bir koruma düzeyi sağladığını ileri sürüyorlar. Konvansiyondan ayrılmak onlara hükümetin aşırı müdahalesine meydan okumak için çok daha az yol verecektir.
İkincisi, Britanya'nın Avrupa'daki konumunu zayıflatacaktır. Uzmanlar, Birleşik Krallık'ın konseyin kurucu üyesi olmasını bir kenara bırakarak, Britanya'nın devam eden üyeliğinin Brexit sonrasında Avrupalı ortaklarıyla diyalog için çok önemli bir ortam sağladığına dikkat çekiyorlar.
Üçüncüsü, aynı zamanda Britanya'nın daha geniş uluslararası diplomasisine de zarar verecek. Avrupa Konseyi'nden ayrılmak ve Avrupa Sözleşmesi'ni terk etmek, Britanya'nın uluslararası normlara ve anlaşmalara bağlılığından geri adım atılacağına işaret edecek ve ülkenin diğer devletlere çok taraflı insan hakları sözleşmelerine uyma konusunda baskı yapma yeteneğini azaltacak.
Son olarak, bunun dünya çapında insan haklarına da temelden zarar verebileceğini öne sürülüyor. Şayet Britanya konseyden ayrılırsa, diğer hükümetler de vatandaşlarına kendilerine meydan okuma olanağı sağlayan bir kurumun parçası olarak kalmaları gerektiğini sorgulamaya başlayabilirler. Zaten Türkiye'nin giderek Konsey'den uzaklaştığı yönünde endişeler var. Aynı şekilde Sırbistan da idam cezasının yeniden getirilmesi konusunda tartışma başlatarak ayrılma olasılığını artırıyor gibi görünüyor. Bu arada, Macaristan gibi diğer ülkeler de aynı yolu izlemeyi deneyebilir; ancak bu durumda, konsey üyeliği ve sözleşmeye bağlılık, AB üyeliğinin bir gereği olduğundan bu durum ciddi sorunlar yaratacak.
Beri yandan sözleşmeden ayrılmayı savunanlar konunun temelde ulusal egemenlik ve hukuki özerklikle ilgili olduğunun altını çiziyorlar. Dahası konsey üyeliğinin devam etmesinin, İngiltere'nin özellikle göç ve ulusal güvenlik gibi kritik konularda kendi yasalarını yapma ve uygulama becerisini sınırladığı görüşündeler. Bu aynı zamanda yabancı bir mahkemenin İngiliz halkının demokratik iradesini engellemesine olanak tanıyor ve Birleşik Krallık'ı, İngiliz değerlerine ve hukuk ilkelerine aykırı olabileceğini iddia ettiği pozisyonları kabul etmeye zorluyor gibi bir görüş de mevcut.
Aslında diğer büyük ülkeler, ABD'nin Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi'ni onaylamadığını hatta Kanada'nın imzalamadığını belirterek, bu tür uluslar üstü organlara bağlı kalmayı reddediyorlar. Ayrıca ayrılmaya karşı çıkanların öne sürdüğü birçok noktanın abartılı olduğunda da ısrarcılar. Örneğin, İngiltere'nin dış denetime ihtiyaç duymadan insan haklarını fazlasıyla koruyabilecek yerleşik bir hukuk sistemine sahip olduğuna dikkat çekiyorlar. Ayrıca, sözleşmeden ayrılmanın İngiltere'nin diğer ülkelerle insan hakları sorunlarını gündeme getirme becerisinin zayıflayacağını öne sürmenin saçma olduğunu da savunuyorlar.
Son olarak, mahkemenin sürekli olarak yetkisini aştığını ileri sürerek yargı aktivizminin arttığına vurgu yapıyorlar. Bu durum, mahkemenin iklim değişikliği konusundaki eylemsizliğinin insan haklarını ihlal ettiğini öne süren son dönemdeki kararıyla da vurgulanmış oldu. Bütün bu yaşananlar muhafazakar kesim tarafından mahkemenin fazla ileri giderek geçerliliğini riske attığı yönündeki iddialarını daha gür bir sesle çıkartmaya başlamasına da neden oldu. Ancak bütün bu tartışmalara rağmen asıl soru, Britanya'nın gerçekten de sözleşmeden ve konseyden ayrılıp ayrılamayacağı. Konsey tüzüğünün 7. maddesi uyarınca herhangi bir üye, genel sekretere bu niyetini bildirerek ayrılabilir. Daha sonra fiili ayrılış o mali yılın sonunda gerçekleşir ama Britanya'nın gerçekten ayrılması neredeyse imkansız gibi duruyor.
Eğer Sunak basit bir siyasi blöf yapmıyorsa bu, İngiltere'nin Avrupa Birliği ve ABD ile olan ilişkisini temelden zayıflatabilir. Çünkü ilgililerinin bileceği üzere Kuzey İrlanda Barış Anlaşması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi etrafında inşa edilmiştir. Bunu terk etmek, Kuzey İrlanda'daki barışın tüm çerçevesini riske atacaktır. Hem ABD hem de Avrupa Birliği, bu düzenlemeyi tehlikeye atacak hiçbir adıma tolerans göstermeyeceklerini açıkça ortaya koyuyor. Dahası, bu fikir Muhafazakar Parti'nin daha sağcı kesimlerinde, medyada ve kamuoyunda popüler olsa da, birçok muhafazakar milletvekili ve hatta üst düzey bakan, bu kadar önemli bir adım atmanın tehlikelerinin farkında. Raporlar, Kabine'nin üçte ikisine kadarının buna karşı oy kullanabileceğini gösteriyor. Daha da önemlisi, ufukta seçim varken, böyle bir kararı uygulamaya koymak için artık çok az zaman var. Ve muhafazakarların ağır bir şekilde kaybedecekleri ihtimaliyle birlikte, bir sonraki Parlamento'da bunu başarmak için yeniden iktidara gelme şansları artık çok az görünüyor.
Bu arada, muhalefetteki İşçi Partisi göreve gelmeye hazırlanırken, liderleri Sir Keir Starmer yalnızca Britanya'nın Avrupa ile daha fazla işbirliğinin güçlü bir destekçisi değil, aynı zamanda ünlü bir insan hakları avukatı. AİHM'den ve Avrupa Konseyi'nden ayrılmak gündeminin dışında kalması düşünülemez. Ancak her ne kadar İngiltere'nin Avrupa Konseyi'nden ayrılmayacağı kesin görünse de bu tartışma gayet önemli. Şöyle ki bu tartışma ulusal egemenliğe ilişkin mevcut tartışmaların, uluslararası ilişkiler, politika ve dünya çapında insan hakları üzerinde derin etkileri olacak şekilde, yerleşik uluslararası düzeni ne kadar parçalama tehdidinde bulunduğunun altını çiziyor.