İngiliz'i, Amerikalı ve Avrupalıyı Atatürk’e tercih edenler!
Fransız Charles Mismer 1870’te yayımlanan “Soirees de Constantinopole” isimli eserinde, Kur’an-ı Kerim’in nasıl bir ilim ve medeniyet kaynağı olduğundan bahsederek, “Bugüne kadar yeryüzünde görülmüş en parlak, en âlemşümul, en demokratik ve bin yıllık bir medeniyetin başlıca ve yegâne âmili bir Kur’an esası olduktan sonra bu günkü Müslüman cemaatlerinin cehalet sebebi nasıl olur da İslâmiyet’e dayandırılabilir?” der ve ekler:
“Hıristiyanlar âlim olunca Hıristiyanlıktan, Müslümanlar da cahil kalınca Müslümanlıktan çıkarlar.”
Mismer haklıdır, “İnanan insanın bilim yapma hakkı yoktur, iman ile ilim bir arada bulunmaz” diyen ve bunu Atatürk adına yaptığını iddia eden kara kafalı cahillere karşı Yüce Allah Kur’an-ı Kerîm’inde, “Ancak âlimler Allah’tan korkar (Fatır/28) ve, ” Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu (Zümmer/9) “ buyurur.
İşte emperyalizm Kur’an’ın bu hikmetinden çok ama çok korktu, korkuyor ve bizi O’ndan, O’nu da bizden kopartmak için içimizdeki, ’kendilerinden olanları’ kullanmak dahil, her yol ve metodu denemeyi sürdürüyor, sürdürecek.
Daha önce de hatırlattık. 1895 yılında Londra’da Lordlar Kamarası’nda, 59 yaşındaki Liberal David Lloyd Geogre, elinde Kur’ân, bağırır:
” Türkleri bu kitaptan uzaklaştırmadıkça onları tam olarak mağlup edemeyiz. Ya bu kitabı onlardan koparmalıyız ya onları bu kitaptan uzaklaştırmalıyız.
1800’lü yıllardan itibaren Kur’ân’ı Türklerden ve biz Türkleri de Kur’ân’dan koparmak için mesai harcayan İngilizler bizzat inşa ettikleri Vahhabilik’le Sünni itikat anlayışına darbe indirmiş, bu darbe sonrası Osmanlı çökmüş, Osmanlı çökünce de İslâm coğrafyası Haçlı saldırılarının hedefi ve mülkü haline gelmiş, masa başında cetvelle yeni ülkeler peyda edebilecek kadar İngiliz emperyalizminin at oynatma sahası olmuştur.
Bereket ki, Türk milletinin Atatürk önderliğinde verdiği Milli Mücadele zaferle neticelenmiş, Türk’ün bu zaferi, başta üzerinde güneş batmayan İngiliz ve ardından Afrika ve çevresinin kanını emen Fransız ve İtalyan sömürgeciliği için, ’sonun başlangıcı’haline gelmiştir. Kim ne ad koyarsa koysun kadim Türk devletlerinin olduğu gibi Osmanlı’nın bir devamı olan genç Türkiye Cumhuriyeti çekildiği coğrafyanın bütün artı ve eksilerinin genlerinde olduğunu bilmiş, bu bilgi ile, bir an önce derlenip toparlanma yoluna girmiş, devletin kurucusu Atatürk, yetişen nesillerin ve devletin rotasını, “İslâm’ın mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzu altına girmesine mani olacağız (...) Buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz!” sözleriyle çizmiştir.
Böyle olduğu için de o güçlerce öldürülmüştür!
Türkleri Kur’an’dan uzaklaştırmak için her yolu deneyen emperyalizmin karşısına bu sefer de Elinde Kur’an’la Atatürk’ün çıkması rahmetlinin hedef tahtasına konma sebebi olmuştur. Nitekim emperyalizmin bu kinini kaleme alan Kurt Ziemke, 1930’larda yazdığı bir kitapta özetle Batı için, “Kemalizm sömürgeciliğimizin önünde büyük bir tehlikedir. Bu tehlikeyi bertaraf edebilmemiz için Kemalizm’in dinsizlik olduğunu yaymalıyız!” demiştir.
Bugün Atatürk ve onun kurduğu devlet yerine bu topraklarda “Keşke İngilizler olsaydı” ve “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınırız” diyenler ile ABD’nin BOP’una taşeronluk yapanlar işte bu tuzağa düşmüşlerdir.
Oysa Atatürk, “Allah birdir, şanı büyüktür. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Türk milleti daha dindar olmalıdır. Hz.Muhammed Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. (..) Şimdiye kadar dinsiz ve İslâmiyet’e lakayt olmakla itham edildik. Asıl küfür onların bu yanlış zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı, İslâm’ın kâfirlere esir olmasını istemek değildir de nedir?” diyordu.
Atatürk’ten sonra bu sözleri söyleyebilecek bir yiğit çıktı mı?
Çıkmadı...
Amma Haçlı ve Siyonistlere her şeyini satan ve teslim edenler çıkmadı diyebilir misiniz!