İktidardan düşme korkusu
İktidarlar gelip geçer... Kaybedip iktidardan düşseniz bile, yeniden iktidara gelme ümidi sizi hayatta tutar... Siyasî hayatta kaybetmek veya kazanmak ‘olağan akış’ın bir parçasıdır...
Her iktidar böyle değildir elbette, istisnalar da vardır... İktidar, artık sizin için hava gibi, su gibidir... Kaybettiğinizde yolun sonu gelmiştir... “Ben yoruldum, dinlenmeye çekiliyorum, kazananlara başarılar diliyorum” deyip bir kenara çekilme şansını çoktan yemişsinizdir...
Oturduğunuz koltuk, sizin -hukuk da dahil- her türlü güce karşı koruyucu zırhınızdır... Namusunuz ve şerefiniz üzerine yemin ettiğiniz anayasayı ‘bekleme odası’na o güç sayesinde alır, kanunu uygulamakla görevli olanları, kanunu delme uzmanlarına yem edebilirsiniz... Güç sizde olduktan sonra ‘tarafsızlık’ ilkesi devlet yönetiminde hiçbir şey ifade etmeyebilir... Hem etse ne olacak, üzerine basar geçersiniz...
Ne yaparsanız yapın, kazandığınız sürece problem yoktur... Felâket kaybedince başlar... Pedalı çeviremez hâle geldiğinizde veya pedal başkası tarafından döndürülmeye başladığında işte o vakit siyaseten sûra üflendiği vakittir ve kötü final başlar...
O kötü finali görmemek için iktidarda kalmak şarttır ve onu başarmak için de her yol mübahtır... Aksi halde adalet önünde ağır hesaplaşma süreçleri başlar çünkü... Üstelik sadece sizle değil, çoluğunuz çocuğunuzla, hukuksuzluğunuza eşlik eden herkesle... Bilirsiniz ki, düşerken ilk taşı fırlatanların bir kısmı en yakınınızdakiler olur... Satan satana bir bir tablo yaşanır...
Sonu cezaevi veya kaçaklıkla bitecek ‘parlak’ yılların devamı için hangi araçlar kullanılırsa kullanılsın ‘başarı’dan başka alternatif yok... Tekraren ifadeyle, başarısızlığın yaptırımı sonu belirsizliklerle dolu kapkaranlık bir hayat... Kaybedince “Bir dahaki maça bakacağız” diyebileceğiniz tren çoktan kaçtı... Artık mesele varlık-yokluk meselesi...
Hâl böyle olunca anayasa, hukuk, adalet hepsi hikâyeye dönüşüyor maalesef... Bütün mesele, biraz da panik içinde, “İktidarda nasıl, hangi araç ve yöntemlerle tutunurum”a dönüşmüş durumda... Bunların siyasî ahlâka uygun olması hiç gerekmiyor? İşe yarıyor mu, yaramıyor mu, onu bilmek yeterli...
Bu tip durumlarda, iktidarı koruma hırsı, daha doğrusu mecburiyeti, başarıyı elde etmek için başvurulan yöntemlerin ahlâki veya hukukî olmasından ziyade, sonuç alıcı olup olmamasına odaklanıyor... Çünkü kaybettiğinizde sadece iktidarı değil, o iktidar sayesinde elde ettiğiniz en varsa ve en önemlisi geleceğinizi kaybediyorsunuz... İktidar nimetlerini ve hükmetme duygusunu sonuna kadar tadan ve bir anda bunlardan mahrum kalma ihtimalini ensesinde hisseden muktedirler için bu, çok büyük bir endişe kaynağı...
Anayasal metinlerdeki ‘namus ve şeref’ üzerine edilen ‘tarafsızlık’ yeminleri işte bu endişenin gölgesinde anlamını yitiriyor!.. O yüzden topyekûn topa giriliyor!.. Oysa doğrusu, tarafsız kalması gerekenin tarafsız kalması, kaybedenin sonucu olgunlukla karşılayıp, sorumluluğunu yerine getirmesi, kazananın ise artık sadece partisi ve partilileri için değil, bütün vatandaşlar nâmına hükmetmesiydi...
Bugün demokrasilerde görmeye alışık olmadığımız seçim kampanyasının temelinde ‘kaybetme’ korkusu vardır... Elbette bu mutlaka kaybedecekleri anlamına gelmez, kaybetme korkusunun insana neler yaptırdığını, hukuku nasıl ayaklar altına aldırdığını gösterir... Korkunun büyüklüğüne delalet eder...
Biliyorlar kendilerini normal bir emeklilik hayatının beklemediğini... ‘Devr-i sabık’ın ne büyük şiddette olacağını... Onun için konu, kendileri açısından ‘hatt-ı müdafaa değil, sath-ı müdafaa’ konusudur ve o satıh gücün her şeyi örttüğü ‘iktidar’dır...
Biraz klasikleşti ama biz de o kalıba göndermede bulunalım: 7 Haziran’dan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak... Kim kazanırsa kazansın, kim kaybederse kaybetsin, farklı bir geleceğe uyanacağız..