Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ahmet B. ERCİLASUN
Ahmet B. ERCİLASUN

İktidar ve sorumluluk

Ülkede olanlardan “devlet”i sorumlu tutmak yaygın bir tutumdur. Bilindiği gibi devlet yasama (meclis), yürütme (hükümet) ve yargı organlarından oluşur. Herhangi bir olay, kanuni bir eksiklikten doğuyorsa sorumlu meclistir. Olay, savcıların ve mahkemelerin adaletsiz uygulama ve kararlarına dayanıyorsa sorumlu ilgili yargı organıdır. Bunlar dışındaki bütün uygulama ve aksaklıklardan hükümet sorumludur. “Devlet” sözü Türkiye’de çok defa silahlı kuvvetler ve MİT gibi organları hatıra getirmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki onlar da hükümete bağlıdır. Dolayısıyla güvenlik, asayiş, ekonomi, eğitim, dış ilişkiler vb. bütün uygulamalardan hükümetler sorumludur.
Bazı durumlarda yasama ve yargı organlarına ait sorumluluk da hükümete döner. Eğer bir ülkede hükümeti oluşturan iktidar partisi kanun yapma çoğunluğunu elinde bulunduruyorsa meclise ait sorumluluk da aynı zamanda hükümete ait olur. Eğer bir ülkede yargı organları da şu veya bu şekilde iktidara bağlı hâle gelmişse o zaman adaletsiz uygulama ve kararlardan da hükümet sorumlu duruma düşer.
Bu tespitlerden sonra sorumluluğun gereği üzerinde durulmalıdır. Demokrasilerde elbette iktidarlar seçimle gelirler, seçimle giderler. Ülke işleri kötüye gidiyorsa, asayiş sağlanamıyorsa, adalet çiğneniyorsa halk gereğini yapar ve iktidar partisine oy vermeyerek onu cezalandırır.
Çok sık tekrarlanan bu sözler doğru olmakla beraber, kolay ve basit açıklamalardır. Sürekli örnek gösterilen Batı demokrasilerinde herhangi bir olay üzerine sorumlu mevkilerde bulunan kişilerin istifalarına sık sık şahit oluruz. Bu da gösteriyor ki sorumluluğun gereği sadece seçimi beklemek değildir. “İleri demokrasilerde” “kamu oyu vicdanı, demokratik vicdan” diyebileceğimiz bir sorumluluk duygusu da gelişmiştir ve insanlar seçim filan beklemeden istifa ederek sorumluluklarının gereğini yerine getirir. Bazen de kamu oyu onları istifaya zorlar. Başka bir ifadeyle “ileri demokrasilerde” makam ve mevki sahiplerinin utanma duyguları ve bu duygudan kaynaklanan yüz kızarması özelliği henüz kaybolmamıştır.
Bir ülkede bir şehrin bir grup insanı (Mersin’deki Conolar örneğinde olduğu gibi), şehre sonradan gelmiş anarşist bir grup tarafından sürekli saldırıya uğruyor ve ülkenin güvenlik güçleri o insanları koruyamıyor ve çare olarak saldırıya uğrayanları başka bir şehre yerleştirmek zorunda kalıyorsa bu, sorumluların yüzünü kızartacak bir olay değil midir?
Bir ülkede bir grup insan bir toprak parçasını kendi bölgesi ilan ediyor, ayrı güvenlik gücü kurmaktan ve vergi vermemekten bahsediyor ve bu durum sürüp gidiyorsa bu, sorumluları utandıracak bir olay değil midir?
Ayrı yönetim kurduk, deyip vergi vermemekten bahseden bir grup insan ülkenin sınırına gidip pasaport kontrolünden dem vuruyorsa bu, yüzleri kızartacak bir olay değil midir?
Bir ülkede dağa çıkmış asiler sürekli insanları öldürüyor, karakolları basıyor ve ülkeyi yönetenler bunları önleyemiyorsa bu durum yönetenlerin yüzünü kızartmamalı mıdır?
Bir ülkede asiler şehirlere iniyor; evleri, arabaları, panzerleri bombalıyor; kepenkleri kapattırıyorsa ve bunlar bir defa değil sürekli oluyorsa bu durum, yöneticilerin şikâyet edecekleri bir durum mudur; yoksa önlemek zorunda oldukları bir durum mudur? Önleyemiyorlarsa utanmaları ve istifa etmeleri gerekmez mi?
Yukarıda sıraladığım olaylar ve bunlara benzer daha birçokları bir ülkede cereyan ediyorsa “demokratik vicdan” sahibi yöneticiler istifa ederler. İstifa etmezlerse sivil toplum kuruluşlarıyla, basın yayın organlarıyla kamu oyu onları istifaya zorlar.
Şimdi şöyle bir ülke düşünün. Yukarıdaki olaylar ve benzerleri yıllardan beri tekrarlanıyor olsun. Ülkenin yöneticileri, utanacaklarına ve özür dileyip istifa edeceklerine bir de sürekli böbürlenen bir eda ile her gün insanların karşısına çıkıyor olsun. Basın yayın ve sivil toplum kuruluşları da durmadan onları alkışlasın. Böyle bir ülkede sorumluluk, vicdan, utanma kavramlarının kaldığını söyleyebilir misiniz?

Yazarın Diğer Yazıları