İktidar, Etekleme ve İtekleme
Sanılanların aksine zorbayı, zorbalığı ve zulmü zalimler değil mazlumlar yaratır. Özneler izin vermedikçe hiç kimse onlara nesne muamelesi yapamaz. Zorbalık müsait insanlar, uygun ortamlar ve denetlenebilir şartlar ister.
Anti demokratik uygulamalar için uygun toplumsal şartlara ihtiyaç vardır. Özgürlüğün, özgünlüğün ve bağımsızlığın önemsizleştirildiği yerde taklit ve bağımlılık en fazla satan değer olur.
Bir ülkenin insan yetiştirme düzeni emir almayı özendirici, bürokrasisi “evet efendimci” demeyi teşvik edici ise o ülkenin beşeri envanteri de sorunlu olacaktır.
“Ben Erdoğan’ın... kılıyım” ya da “tüyüm” diyenlere “kıl” muamelesi yapılması son derece doğaldır. Kendisini iktidarın kılı mertebesine indirenlerin olduğu yerde insan olarak kalmak kolay bir iş değildir. Bu türden kendilerini çaresiz, zavallı bir kıl olarak görenler her türlü zilleti içselleştirerek sineye çekerler.
Onlar için sorun yoktur. Onlar maddi kurtuluşun yolunun manevi yönden alçalmaktan geçtiğine inanırlar. Alçaldıkça yükseleceğine inanları kurtaracak hiçbir formül yoktur.
Allah’tan ve kendinden umudunu kesenler kullardan kurtuluş beklerler. Yöneticilerine “kurtar bizi baba” diye bağıranlar, kurtulma karşılığı olarak “gönüllü kulluk” etmeye hazır olduklarını ilan etmiş olurlar.
Marifetleriyle yükselemeyenler, iltifatlarıyla alçalırlar. Kendi varlığıyla gurur duyamayanlar ancak -Türkiye’nin- bir başkasının varlığıyla gurur duyduğunu haykırır!
Yanaşmalığın, yılışıklığın ve dalkavukluğun zirveye vurduğu yerlerden şahsiyet göç eder. Bu şahsiyetsizlik, ilkesizlik yaratır. Kula kulluk dalkavukluk şeklinde somutlaşır. Dalkavukluğun gelenek halini aldığı yerde karşı çıkış risklidir. ‘Herkesin kör olduğu yerde’ ayakta kalmak için şaşı olmak tek çıkar yolsa, orada özgür birey yok demektir. Bu yerlerde karşı koyuş, dik baş ve dik duruş iktidar oligarklarının şiddetini çeker.
Günümüz Türkiye’sinde dik baş ve dik duruş iktidarın şiddetini çekmesi için yeterlidir. Eğilmekten bastona dönen başların, alkışlamaktan nasıra dönen ellerin olduğu yerde karşı duruşun iktidarın şiddetini çekmesi doğaldır.
Alkışın, el sallamanın ve evet demenin özgürlük olarak kabul edildiği yerde “hayır” deyiş ve karşı koyuş en büyük risktir. Özgürlük için önce bu riski göze almak gerekir.
Özgürlük -her şeyden önce- uğrunda prangalar yıpratacak bilekli ve yürekli insanlar ister. Uyumu bozacak sesler, özgürlüğü yaratacak nefesler çileleri ve zindanları göze almak zorundadır. Bütün idealler bu yüzden çilelerin rahminde mayalanır. İdealistlerin yumuşak yatak alışkanlığı olmayanlar arasından çıkmasının nedeni de budur.
Hayatı çıkardan ibaret görenlerin yanından şahsiyet ve idealizm göç eder. Herkesle her kılığa girenler, herkesle her şey olanlar değeri ve idealleri olmayanlardır.
Hakkını yemeden söyleyelim, döneklerin ve saray soytarılarının işi de sanıldığı gibi kolay değildir. Nabza göre şerbet verenlerin, güç önünde diz çökenlerin, her devrin adamı olanların yaptıkları iş de küçümsenemez. Efendiye hizmet millete hizmetten çok daha fazla eğilmek, bükülmek, kıvranmak ister!
İktidardakilerle nimetleri birlikte paylaşanlar genellikle söylemde idealist, eylemde materyalisttirler. Onların, vatan ya da makam: millet ya da çıkar; ahiret ya da dünyadan hangisi için mücadele ettiğini muktedir konumlarındaki icraatları ortaya çıkarır.
Şair bunu yüz yıl önce veciz bir biçimde özetlemiştir: “Geldik Vatan kavgasına/ Düştük rütbe yağmasına/ Daldık Dünya sefasına/ Kimi görsek etekleriz/ Ne utanmaz köpekleriz!”
Aradan geçen onlarca yıla rağmen siyasetin “etekleme” ve itekleme çelişkisinde değişen fazla bir şey olmamış. İnsanın doğası ile sistemin yapısı, eğik baş insan modeli üzerine bina edilmiştir. Başarı ya da başarısızlık her şeyden önce bu algıyı kökten değiştirmekten geçmektedir.