"İktidar ekonominin düzeleceğini sanıyor"

"İktidar ekonominin düzeleceğini sanıyor"

Ünlü ekonomist Uğur Gürses, "Kendi kuyruğunu kovalayan politika" başlıklı yazısında AKP iktidarının ve Merkez Bankası'nın yeni atanan başkanının para politikasını eleştirdi.

Ünlü ekonomist Uğur Gürses, kişisel internet sitesinde kaleme aldığı "Kendi kuyruğunu kovalayan politika" başlıklı yazısında, iktidarın faizleri düşürünce ekonominin yola gireceğini sandığını belirtti. İktidarın ve yeni Merkez Bankası'nın para politikalarını eleştiren Gürses, "Ekonomi Bakanı Albayrak bunu ilk üç ayda baskıyla bankalara faiz düşürterek denemiş, meyvası ise TL’den kaçış, 25 milyar dolarlık dolarizasyon olmuştu" dedi.

Gürses'in yazısının tamam şöyle:

Ankara faizleri düşürürse ekonominin yoluna gireceğiniz sanıyor. Ekonomi Bakanı Albayrak bunu ilk üç ayda baskıyla bankalara faiz düşürterek denemiş, meyvası ise TL’den kaçış, 25 milyar dolarlık dolarizasyon olmuştu. Bunu karşılayarak kura birşey olmasın diye de Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini arka kapıdan kamu bankaları eliyle sattırmıştı.

Ne yazıki iş başında öğrenme maliyeti çok yüksek. Başka bir ülkede olsaydı. Krizi kötü yöneterek daha da çıkmaza sokmak kovulma sebebidir.

Şimdi de yeni bir deneye girişiliyor. Merkez Bankası başkanı azledildi, faizler 4.25 puan düşürüldü, bir bu kadar indirime göz kırpıldı. Bir dizi uygulama da yürürlüğe sokuldu.

Ne yapılmaya çalışıldığına bakalaım.

Merkez Bankası’nın başkan değişikliği ile birkaç karar art arda geldi. Önce faiz indirimi ki bunu Cumhurbaşkanı önceden ilan etmişti.

Ardından 5 Ağustos günü (pazartesi) iki kararı yürürlüğe soktu; birincisi, döviz mevduatlarına uygulanan zorunlu karşılık oranlarını 1 puan artırılması, böylelikle 2.1 milyar dolar kadar banka rezervleri artacaktı.

Bununla birlikte dolar olarak Merkez Bankası’nda tutulan zorunlu karşılık, TL yerine dolar olarak tutulan zorunlu karşılık (ROM) ve serbest döviz hesaplarına ödenen faizler 1 puan düşürülüyordu. Böylece Merkez Bankası kendi nezdinde zorunlu veya gönüllü tutulan dolar hesaplarına sadece yüzde 1 faiz ödeyecekti. Aylık Libor faizinin yüzde 2.22 olduğunu da not düşelim.

İkinci karar da Merkez Bankası bünyesinde çalıştırılan swap piyasasında “çoklu ihale yöntemine” geçilmesi kararı. Malum şimdiye dek bu piyasada Merkez Bankası kendi yüzde 24’te olan (şimdi yüzde 19.75) kotasyonunu giriyor TL veriyor, yüzde 2.5 verip dolar borçlanıyordu. Böylece rezervlerini güçlendirdiğini düşündürüyordu. Böyle niteliyorum; zira bu swap pazarını açtıktan sonra 10-13 milyar dolar civarında bir swap kanalından döviz borçlandığı halde rezervi artmamıştı.

Para politikası delik deşik

Şimdi Merkez Bankası diyor ki bugüne kadar haftalık yaptığımız swap işlemlerini 1, 3 ve 6 ay vadeli olarak da yapacağız. Böylece işlemler kotasyon yanında ve çoklu teklif yöntemli ihale yoluyla da gerçekleştirilecekti. İhalede de katılımcılar swap puanı teklif edeceklerdi.

İlk ihale 7 Ağustos Çarşamba günü yapıldı; 2.3 milyar dolar teklif geldi, Merkez Bankası 1 milyar dolarlık kısmını kabul etti. İhalede ortalama swap puanı 745.78 oldu. Bunun ima ettiği TL faizi ise yüzde 17.66 yapıyor.

Anlamı şu; Merkez Bankası 1 milyar doları bir aylığına borç alıp rezervini artırırken, buna karşılık da yüzde 17.66 faiz üzerinden 1 milyar dolar karşılığı yaklaşık 5.5 milyar TL’yi bankalara verdi. Tekrar altını çizelim; Merkez Bankası swap işlemlerinde ihale yöntemine geçerek bankaların kendisine teklif ettiği “ucuzdan TL ver” talebini karşılamış oldu. İşte burada yeni bir gevşetmenin olduğunu, para politikasının kendi kendine delikler açtığı çok açık.

Politika faizi haftalık vade yüzde 19.75, gecelik borç verme faiz yüzde 21.25, gecelik borç alma faizi ise yüzde 18.25’te. Piyasa yapıcısı bankalar ise gecelik faizin 1 puan altından borçlanabiliyorlar; yüzde 18.75.

Çarşamba günü buna bir de aylık yüzde 17.66 ile borç verme işlemi eklendi. Bu faiz oranı da, gecelik yüzde 17.05’le borç almaya denk geliyor. Merkez Bankası oysa gecelik olarak piyasa yapıcılarına yüzde 18.75’le, diğer bankalara da yüzde 21.25’le borç veriyor.

Bitmedi, Merkez Bankası’nın günlük fonlama tablosuna bakanlar şunu görecekler; banka her gün istisnasız ortalama 8 milyar TL’yi kotasyon faizi ile çekiyor; yüzde 18.25’le. Banka Çarşamba başladığı swap işleminde ise gecelik yüzde 17.05’e denk gelen bir faizle borç TL vermeye başladı. Alış fiyatının altında para veren tüccar gibi.

Nasıl kafanız karıştı mı? Hali hazırda 4 faiz oranından Merkez Bankası para veriyor, çekiyor.

Şimdi buna itiraz edecekler olacak; “efendim swap piyasasında ima edilen faizler yüzde 17’lere geriledi” diye. Olabilir. Swap piyasasında ima edilen faizler yüzde 35’e geldiğinde ne oluyordu?

Merkez Bankası uyguladığı para politikasıyla swap pazarını ve oradaki faizleri etkileyebilir.  Ama bir ticari banka gibi swap pazarında oluşan faizden para vermesi anlaşılır gibi değil. Olacağı şu; orta vadede bugün itibarı kalmamış para politikasını daha da darmadağın ediyor.

Sıra mevduat pazarını dağıtmaya geldi

Bitmedi; şimdi ilginç bir tablo daha ortaya çıkacak. O da bankanın tuttuğu ihtiyat akçesinin Hazine’ye devri ile beraber 41 milyar TL piyasaya sürülecek. Bir kısmı sürüldü bile. Bayram öncesi de Perşembe-Cuma kamu maaş ödemeleri ve emekli ikramiye ödemeleri nedeniyle 30 milyara yakın bir fon Hazine hesaplarından bankalara akacak. Bayramda nakit talebi nedeniyle görmeyeceğiz ama bayram sonrası nakitler yeniden bankalara dönecek, bankalar da Merkez Bankası’na olan açık piyasa işlemlerinden borçlarını ödeyecekler. Böylece bayram sonrası nakit dönüşleriyle birlikte kısa vadede “Parasal Taban” değişmeyecek olsa da bankaların Merkez Bankası’ndan yapmış oldukları borçlanmalar azalacak. Bu Merkez Bankası’ndan istediklerinde yeniden borç alabilme kapasitesi demek.

Merkez Bankası’na 1 milyar dolar götüren banka, Merkez Bankası’ndan 1 aylık yüzde 17.66 ile borç alabiliyor. Bu ne getirir? Dövizi olan Merkez Bankası’na swapa koşar, TL mevduata da brüt yüzde 18’in üzerinde vermemeye çalışır. Yıllık yüzde 15.3 net faiz demek bu. Olacak olan şu; yüzde 15 net faiz yerine, “hazır dolar düşmüşken alayım”cılar harekete geçmesi olur. Bu defa yine aynı döngü; faizi düşürmeye devam etmek ve kuru tutmak için kamu bankaları eliyle “arka kapıdan” döviz satışına ve nihai olarak Merkez Bankası rezervlerini eritmeye devam.

Bunun sürdürülebilir olmadığını Ankara’dakiler de biliyor. Ama “koptuğunda dananın kuyruğu kimin elinde kalırsa”ya kalmış iş.

Küresel koşullar, olmadığı kadar bizim gibi ülkeler lehine; ABD’de 10 yıllık tahvil faizleri tarihsel rekor düşük seviyesine 40 baz puan yaklaştı. O kadar düşük. Almanya’da 10 yıllık tahvil faizleri de rekor düşük düzeye, yüzde -0.56’ya geriledi. Normal koşullarda gelişen ülkeler için müthiş bir çevre koşulu. İşte bu koşullara karşın Türkiye piyasasında iyileşme kayda değer değil.

Dövizleri getirin

Yılbaşından bu yana Merkez Bankası’nın karşılık politikasına bakılırsa zımni olarak kaydığı yeni bir patika var. O da, ROM mekanizmasıyla isteğe bağlı döviz getirmeniz yerine giderek yabancı para zorunlu karşılıkları yükselterek “kalıcı karşılığı” tercih ediyor Merkez Bankası.

 Banka üç ayrı hamlede 6.5 milyar dolarlık bir ilave karşılığı kalıcı olarak rezervlerine ekledi.

Mart ayında, “arka kapı operasyonlarla” kamu bankalarına verilen dövizlerin hesaptan düşülmesiyle net döviz pozisyonu kabaca 10 milyar dolar düşünce başlayan tartışmaları anımsatalım. Herkes net rezervler üzerine odaklanırken, Merkez Bankası’nın adını vermeyen yetkilisi “önemli olan brüt rezervlerdir” demişti. Bu konuda haklıydı.

Merkez Bankası’nın brüt rezervi kullanılabilir rezervdir banka için. Açık pozisyon da yapar, borç dövizi de kullanır, satar. Yeteri ki izlediği para politikası basiretli ve doğru olsun. Rezerv erimesinin getireceği riskleri bu doğru rota ile karşılayabilir.

Ancak bizim Merkez Bankası için bunu söylemek zor. Evet gerektiğinde brüt rezervi kullanırsınız ama hatalı para politikasıyla hepsini bir anda eritir gidersiniz.

İşte bu yüzden, Ankara’da hala bu riskleri gören birileri olmalı ki; yabancı para zorunlu karşılıkları artırarak bankanın rezervlerinin tahkim edilmesi yoluna gidilmesini sağlıyor. Bu politikanın devam edeceğini ve yabancı para karşılıkların “opsiyon” değil zorunluluk olarak arttırılacağını sanıyorum.

İşte bu “saldım çayıra para politikası” kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan bir patikada ilerleyecek; faizleri düşürme uğruna dolarizasyon yükselirken, yurttaşların ve şirketlerin döviz talebini Merkez Bankası arka kapıdan kamu bankaları eliyle satarken, diğer taraftan da dolarizasyonla artan döviz likiditesini ön kapıdan yabancı para zorunlu karşılıkları yükselterek bankaların elinden alacak.