İkinci ‘tek parti’ dönemi
Bir ara liberallerin öncülüğünde ‘ikinci cumhuriyet’ tartışmaları yapılıyordu... Çok gayret ettiler ama ‘ikinci’ unvanlı bir cumhuriyet kurulamadı... Fakat ne hikmetse yine aynı kesimlerin omuz vermesiyle ‘ikinci tek parti dönemi’ hayata geçti!.. Daha fazla demokrasi ve özgürlük için çıkılan yolun ‘ikinci şef’e doğru viraj alması ilginç bir durum!..
‘Birinci tek parti’ güçlü görünse de, acizdi aslında... Tüm yetkiler elinde olmasına ve demokrasiye geçişle ilgili toplumsal baskıyla sıkışmış olmamasına rağmen kendi elleriyle çok partili hayata geçti... İsteseydi bütün dikta rejimleri gibi iktidar süresini uzatmak için ayak direyebilirdi... Üstelik uluslararası rüzgârlara rağmen...
Çağın şartlarının dayattığı ekonomik geriliğe, savaş yıllarının kendine özgü baskıları eklenmişti... Tek parti, sistemi oturtmanın yöntemi olarak insanların hayat tarzını değiştirmeyi denemiş, bunun için zorlayıcı tedbirlere başvurmuş, dinî hayatı baskı altına almıştı... Batıcı anlayış, yönetenlerle yönetilenler arasında korkunç kültürel uçurumlar oluşturmuştu... Diğer yandan bütün idarî mekanizmada ‘parti’ demek ‘devlet’ demek, ‘devlet’ demek ‘parti’ demekti... Bu düzen doğaldır ki, kendisini ifade edemese de içten içe kaynayan bir toplumsal muhalefet meydana getirmişti ve ülkeyi yönetenler bunu bilmiyor olamazlardı... Sebepler ne olursa olsun buna rağmen ‘çok partili hayat’a geçerek ‘şeflik düzeni’ni riske attılar... İlk sandık tehlikesini ‘açık oy-gizli sayım’ tekniğiyle savuşturdular!..
Tek parti dönemine ve özellikle şeflik yıllarına rahmet okumanın âlemi yok elbette; millî hafızada kapladığı yer hiç de hoş değil... Fakat ‘mukayese’açısından iki dönemi, yani dünle bugünü beraberce değerlendirmekte fayda var... Birisi yasalardan aldığı tartışılmaz ‘şeflik’ gücünü kaybetme ihtimaline rağmen demokrasiye geçerken, diğeri demokrasiden aldığı gücü şefliğe çeviriyor!.. Birisi kendi eliyle rejimini sona erdirirken, diğeri rejimin gücüyle ‘tek adam-tek parti sistemi’ inşa ediyor... Önceki modelde parti ‘devletlik’ iddiasından vazgeçerken, şimdiki modelde parti devletleşiyor, devlet partileşiyor...
Önceki tek parti döneminde Cumhurbaşkanı da ‘resmen’ partiliydi, valiler de... Şimdikiler ‘resmen’ partili değil!.. ‘Kuvvetler’o kadar ayrı, o kadar ayrı ki, polis savcıyı takmıyor, takarsa başına iş alıyor!.. Adalet Bakanı bir nevî ‘beylerbeyi’ne dönüşürken, rejimin ‘demokratik’ niteliğine nedense gölge düşmüş olmuyor!..
İşin garip tarafı ‘ikinci cumhuriyet’ yâveleriyle ortaya dökülüp, sonra da ikinci tek parti rejimiyle karşılaşanların, 20. Yüzyıl’ın ilk yarısındaki modelin, çok daha ağırını yaşatılıyor olmamıza seslerini çıkarmıyor olmaları ne tuhaf bir çelişki... Birinci tek partiye itiraz edebilecek, onu denetleyecek bir kurum yoktu, bu doğru!.. Peki bugünkü, yani 21. Yüzyıl’daki tek partiyi ve onun tek adamını kamu adına denetleyebilecek, itiraz edebilecek, bırakın itirazı ‘istişare’ edebilecek bir kurum var mı? Varsa hangisi? Meclis mi, Millî Güvenlik Kurulu mu, Anayasa Mahkemesi mi, Yargıtay mı, Sayıştay mı, Danıştay mı, Millî İstihbarat Teşkilatı mı, asker mi, polis mi?
Bu garip bir yolculuk aslında... Tıpkı, Şener Şen’in “Sizi Almanya’ya götüreceğim” diye kamyon kasasına doldurup, “Geldik” diyerek sabaha karşı İstanbul’a indirdiği saf köylülerin macerası gibi!.. Daha demokratik ve özgür yeni bir cumhuriyete, ‘ikinci cumhuriyet’e kanatlandığını zannedip, kona kona yeni bir şeflik ve tek parti düzenine konanların komik ve bir o kadar hazin hikâyesi!..
İslâmî kavramların alabildiğine işportaya düşürüldüğü, medya ve para destekli bu ‘modern istibdat’ arayışları, ‘ikinci cumhuriyet’e geçiyoruz derken gözlerini yeni bir ‘tek parti dönemi’nde açanları ayıktırır mı acaba? Doğrusu çok da ümitvar olmak doğru değil... ‘Bulgar sınırı’nı geçerken havlayan köpekler bile bunları uyandıramadıktan sonra, uyanmaları gerçekten zor!..
Cumhuriyetin ikincisini veremedik ama tek parti rejiminin ikincisini vermiş olduk!.. Şimdilik bununla yetinsinler artık!..