İkinci çözüm süreci
"Kürt Açılımı", "Barış Süreci", "Demokratik Açılım", "Millî Birlik Kardeşlik Projesi", "Çözüm Süreci" gibi çok farklı isimleri kullanarak icat ettikleri "Kürt Sorunu"nu çözmeye kalktılar. Sonuçta kentler, mahalleler PKK'lı milislerin yuvası haline geldi. Örgüt etkili silahlara, patlayıcılara, güç ve paraya sahip oldu. Sonuçta ülke kan gölüne döndü.
Cumhurbaşkanı örgütün çözüm sürecini 'silah stoklama sürecine' dönüştürdüğünü ifade ederek sürecin "buzdolabına" konulduğunu açıkladı. Sonra terörle mücadele başlatıldı.
Türkmen aşireti... Mezopotamya... Kürt çocuğu!
Çözüm sürecinin devlete, millete, ülkenin birliği ve bütünlüğüne verdiği zarar bütün boyutlarıyla henüz ortaya çıkmış değildir. Sürecin sorumluları devletin başına açtığı belaların hesabını da vermiş değiller.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, başarısız olunan çözüm sürecinin adını değiştirerek 10 maddelik yeni bir eylem planı açıkladı. Çözüm sürecinin adını Davutoğlu 'yeni bir millî birlik ve kardeşlik süreci' olarak açıkladı.
Birinci çözüm sürecinin çerçevesi, sınırları, içeriği, olabilirliği ve hangi amaca hizmet ettiği belirsiz bir heyula gibi devreye sokulmuştu. Genel temenniler, yoruma açık değerlendirmeler ve soyut ifadeler ve parlak retoriklerle ortaya konulan süreç örgütün silah bırakmasını ya da teröristlerin sınır dışına gitmesini sağlayamadı.
Terörün ve örgütünü ve doğasını tanımayanlar aynı hatayı ikinci defa yapmak üzere harekete geçmişlerdir. Davutoğlu, ikinci çözüm süreci olarak on maddelik bir eylem planı açıkladı. Bu plan terörle ve teröristle değil "Türk" ve "Türk Milleti" kavramıyla mücadeleyi esas alıyor. Plan diyor ki "parçalayıcı, vatandaşlarımızı ayrıştırıcı ulusçuluk anlayışını kaldıracağız." Davutoğlu bunu muhtemelen Türk milleti kavramını anayasadan çıkararak gerçekleştirmeyi düşünüyor.
Davutoğlu konuşmasında söylediği gibi Türk ve Türk Milleti yerine "Türkmen aşireti çocuğu... Mezopotamya çocuğu... Kürt çocuğu... Karadeniz evladı... Rumeli çocuğu" kavramları konacaktır. Böylece herkes Türkiyelileşecektir.
Birinci çözüm sürecinde zamanın başbakanı Erdoğan, "Kürt, Türk, Çerkez, Gürcü, Arap, Roman" gibi kavramları birbiri peşi sıra kullanırdı. Davutoğlu ise arkaik döneme ait aşiret, arazi ve coğrafya çocuğu gibi kavramlarla konuşmaya başladı.
Çıkmaz sokağa sapmak!
Davutoğlu'nun açıkladığı eylem planında yerel yönetimlerle ilgili söylenenler tamamen PKK'nın ve Türkiye'nin dağıtılmasını isteyenlerin amaçlarına bire bir uymaktadır.
Bilindiği gibi Atlantik Konseyi Başkanı David Philips de "Kürt Sorunu" adlı raporda "Özerk Kürt Bölgesi kurulması için yasaları ve Anayasayı değiştiriniz. Bölünme havası vermemek için, bunu yerinden yönetim, yerel yönetimlerin güçlenmesi adı altında yapınız" demişti.
Gültan Kışanak, yerel, demokratik, özerk yönetim modeli talebinde bulunuyor. "yereldeki tüm enerji kaynaklarından, yeraltı, yerüstü zenginliklerinden, ekonomik varlıklardan yerel" olarak pay istiyordu.
Başbakan Davutoğlu, yerel yönetimlerle ilgili olarak benzer şeyler söylüyor: "Büyükşehir yasası, yerinden yönetim noktasında Tanzimat'tan bu yana yapılan en kapsamlı yasaydı. Yerel yönetimlerin yetkileri genişletilecek."
Büyükşehir yasası terörün ana rahmidir ve bu yasa yüzünden terörün ne kadar güçlendiğinin Davutoğlu ise farkında değildir. Bu yasa yüzünden birçok il ve ilçe belediyeleri PKK'nın yan kuruluşlarına dönmüştür. Davutoğlu'nun Belediye araçlarıyla PKK'nın kamplarına sıcak yemek servisi yapıldığını, silah taşındığını, terörist istihdam edildiğini ve terörizme finansman sağlandığını bilmiyor olamaz!
HDP-PKK öz yönetim ilan ederek, 'devlet bölgeden çekilsin, bütün yetkiler bize devredilsin' istiyor. Yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması tam da bu amaca hizmet edecektir. Madem PKK'nın yerel yönetme taleplerini bire bir karşılayacaktınız neden teröristler mücadele için bunca şehit veriyoruz? Diye adama sorarlar.
Sorunları millî değil etnik, ulusal değil bölgesel, bütünsel değil parça temelinde ele almak çıkmaz sokağa sapmaktır. 'Bir kez hata yapan ikincisini de yapar' diyenlerin kulakları çınlasın.