İki göç bir yangın...

“Göçmek” kelimesi Türkçe’de: “Bir yerden bir yere aile ve eşya ile beraber gitmek; eşyayı bir evden başka bir eve taşımak” yahut (mecazen) “ölmek” anlamlarında kullanılır. Ara sıra âhiretten haber gelmediği için “ölme”nin zor mu, kolay mı olduğunu bilmiyoruz. Fakat göçmek -hele bir de eviniz gerekli gereksiz alınan kitaplarla doluysa- gerçekten zor...
Evet, göçmek zor ve beraberinde birçok sıkıntı da getiriyor çoğu zaman. Bu sıkıntılardan bazıları bir şekilde göğüslenebilirse de “İki göç bir yangın” atasözünde ifade edilen bir tarafı var ki onu telafi etmek mümkün değil...
Tahmin edeceğiniz gibi sözü ev taşırken kaybolan veya istemeye istemeye atmak zorunda kaldığımız kitaplara getireceğim. Ama önce ilk göç destanlarımızdan birine temas ederek bizde göçmenin geçmişteki arka planına işaret etmeye çalışacağım.
Anlatıldığına göre Uygur hükümdarlarından biri, Çinlilerle yapılan savaşlara son vermek için, oğluna bir Çin prensesi almayı tasarlar. Çin elçileri, prenseslerine karşılık, Uygur ülkesinin saadet kaynağı ve Türk bütünlüğünün sembolü bir kayayı isterler. Hükümdar da hiç tereddüt etmeden verir. Çinliler bu büyük kayayı parçalayarak ülkelerine götürürler. Bunun üzerine Uygur topraklarındaki bütün kuşlar ve hayvanlar bu kayanın gidişine ağlarlar. Zamanla yağmur yağmaz olur, ırmaklar kurur, kıtlık baş gösterir. Halk perişan olur. Daha sonra hayvanların, kuşların, hatta taşların ve ağaçların “Göç! Göç!” diye bağırdıkları görülür. Uygurlar bu manevî işarete (İlâhî emre) uyarak göçerler. Nerede durmak isteseler bu “Göç! Göç!” sesleri tekrar başlar. Nihayet bir yere gelirler, sesler kesilir ve orayı vatan tutarlar. (Bkz. Nihad Sami Banarlı: Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, s. 28-29)
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu “Göç Destanı”nda benim ilk dikkatimi çeken, göçün manevî bir işarete uyularak yapılmış olmasıdır... Türklerin Anadolu’ya gelişlerinin de İlâhî bir emir gereği olmadığı ne malûm...
Gelelim bugünkü göçlere, daha doğrusu taşınmalara... Fazla eşyanız yoksa ve kitap kavramına da yabancıysanız, taşınmanın fazla bir sıkıntı yaratacağını sanmıyorum. Bence “İki göç bir yangın yerini tutar.” atasözü günümüzde daha çok kitap hastalarının göçüne uygun düşen bir tabirdir.
İki göçün bir yangına bedel olduğuna ilk defa Fakülte’deki odamdan taşınırken kaybettiğim bir cönk vesilesiyle şahit oldum. Söz konusu cönkte yer alan tarihî ve edebî metinlerin değerini anlayabilmek için, “Paleografya Ders Notları”ma fotokopisini koymuş olmam dolayısıyla kaybolmaktan kurtulan Ermenilerle ilgili vesikaya bakmak kâfidir. (Bkz. “Türk-Ermeni Meseleleriyle İlgili Bir Vesika”, S. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı: 9, Konya 2001, s. 1-8)
Taşınmanın kitaplara verdiği zarara, geçtiğimiz günlerde ev taşırken 12 çuval kitabı istemeye istemeye çöpe atarak tekrar şahit oldum. Efendim, bir kütüphaneye verseydiniz, niye attınız, diyeceksiniz. Haklısınız, ama maalesef teori ile pratik her zaman birbirine uymuyor. Ayyıldız Gazetesi koleksiyonunu bilmem ne kütüphanesine verebilmek için çektiğim sıkıntıları ben bilirim...
Göç yangınından kurtulan kitaplarım için söylediğim bir dörtlükle yazımı bitiriyorum:
“Ey güzelim kitaplar! Siz ki dostsunuz, büyüksünüz.//Lakin taşınırken bir bilseniz ne ağır yüksünüz.//Yeni yeriniz için doldurduk sizi çuvallara,//Bir gün ayrı kaldık diye niye boynu büküksünüz...”

Yazarın Diğer Yazıları