İki boyutlu bölünmeye doğru
Önce bölgemizdeki görüntüyü özetleyelim. Irak’ın işgali ve bölünmesinden sonra hız kazanan isyan ve kargaşanın, Orta Doğu’yu dünyanın en sorunlu bölgesi haline getirdiği görülüyor. Artık insanlar ve rejimler, yarınlara güvenle bakamıyor. Afrika’nın kuzeyinden Arabistan’ın güneyine, oradan Suriye ve İran’a kadar uzanan, Türkiye’yi de etkisi altına alan gelişmelerin, bölgemizi iki boyutlu bölünmeye zorladığı görülüyor. Afganistan, dolayısıyla kardeş Pakistan’da yaşanan katliam, Somali, Sudan ve Nijerya’da meydana gelen kanlı çatışma ve bölünme süreci de bu tabloya ilave edilmelidir.
ABD planlarına göre sürdürülen bu saldırıların hepsinde de, (Nijerya hariç) Türkiye’nin en önde rol üstlendiği bilinmektedir. “Aktif siyaset” adı verilen bu rolün, ülkemizin ihtiyacından kaynaklanmadığı malumdur. Zira masum Müslümanların öldürülmesi, iç çatışma çıkarılması, devletlerin yıkılıp zulüm çarklarının kurulması, kaynakların paylaşılması, emperyalistlerin işi olabilir. Ama bizim asla.
Kaosa sürüklenen ülkelerin ortak özellikleri şöyle:
Hepsi de; Müslüman. Enerji başta zengin kaynaklara sahip. Önemli jeopolitik ve stratejik konumda. Geri kalmış. Dikta rejimiyle yönetiliyor. İç ihtilaf içindeler.
Bu ülkelere, “demokrasi ve insan hakları” adına giren haçlılar, dünyanın gözleri önünde kan döküp can alıyor. Bunun kısa adı emperyalizmdir.
Tabii iş burada da bitmiyor. Sömürü düzeninin kalıcı olabilmesi için müzmin müttefiklere de ihtiyaç vardır. Mesela: Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, Mısır, Libya, Tunus, Ürdün ve Türkiye gibi.
Bu saldırılar karşısında bazı devletler savunmaya geçti. İran, Suriye, Irak ve kısmen Lübnan ve bazı Körfez ülkeleri bir cephe oluşturdu. Ancak bu cephe, güç dengesini sağlamaya yetmiyor. Süreci yakından takip eden Rusya ve Çin, bu safhada devreye girdi. Hem de hızlı ve kararlı bir şekilde.
İki kutuplu soğuk savaş dönemini hatırlamalıyız. SSCB 1990’da dağılıncaya kadar dünya gücüydü. Bu güce ulaşmasında “komünizm” ideolojisinin rolü büyüktü. Ülkeler ve insanlar üzerinde, askeri hakimiyetin yanında “eşitlik, kardeşlik, barış, sömürüsüz düzen” kurma adına nüfuz kontrolü kurabiliyordu. Aynen bugün ABD ve batılı güçlerin “demokrasi ve özgürlük” adına yaptıkları gibi.
1990’da çöken Rusya, (1991’de dağılan Sovyetler Birliği’nin varisi Rusya Federasyonu) bugüne kadar bölge gücü bile olamadı. Ancak zengin kaynakları ve yetişmiş insan gücüyle toparlanmaya başladı. “Şangay İşbirliği Örgütü” (Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın üye; İran, Hindistan, Moğolistan ve Pakistan’ın gözlemci olduğu) içinde yer aldı. Bağımsız Türk Cumhuriyetlerini, bir ölçüde kendine bağladı. Gürcistan savaşıyla beraber bölge gücü olma yolunda ilk adımı attı. Ancak bölgede Rusya’yı dışlayacak ve kuşatacak bir süreç yaşanıyordu. Rusya’nın nüfuz alanı saydığı Yakın Doğu’da söz sahibi olma kararı ve hareketi gerginliği tetikledi.
Eğer ABD Suriye rejimini yıkarak ülkeyi bölebilirse, İran savunulamaz hale gelecek, Rusya ciddi bir şekilde çevrelenecek, ABD bölgenin kalbine oturacak, İsrail’in önü açılacaktır.
Mesele Çin açısından da böyledir. Hem Afrika’daki kaynaklara girmiş, hem İran dahil bölgede belli bir konuma ulaşmış iken, etkisizleşecektir. ABD ve batılı güçlerin Afrika ve Yakın Doğu’da üstünlüğü ele geçirmesi, Çin ve Asya için de ciddi bir tehdit oluşturacaktır. Hillary Clinton’nun Şubat başında verdiği “ABD rotasını Asya’ya çevirdi” mesajı, bu açıdan çok önemli.
Böyle bir şekillenmenin olması halinde; ABD, İsrail ve Sünni devletler, (Suudi Arabistan, Mısır, Katar, Ürdün ve Türkiye) bir tarafta; Rusya, Çin, Şii devletler (İran, Irak, Suriye, bazı Körfez ülkeleri, kısmen Lübnan)ve Güney Akım Projesi ve özel ilişkiler sayesinde bazı Avrupa ülkeleri öbür tarafta yer alabilecektir.
Orta Doğuda soğuk savaş döneminde bile görülmeyen sertlikte bir devletler kutuplaşması doğacaktır. Buna, İslam dünyasının Sünni ve Şii mezhebine göre bölünmesini eklersek, daha da vahim ve korkutucu bir yarılma çıkacaktır. BOP’da öngörüldüğü gibi.
İşte buna bölgemizin iki boyutlu bölünmesi diyoruz.
Peki Türkiye ne yapmalı? Önce komşudaki yangına körükle gitmemeli. Gidenleri de caydırmaya çalışmalı. Çünkü bu yangın, bölgeyle beraber bizi de yakabilir.